Meral ve Yaman Okay |
Evrensel Kültür Dergisi / Mayıs 2012, Sayı : 345
-Meral ve Yaman Okay’a-
Aşkın hallerini yazıyorum bir süredir. Aşkın halleri nasıl yazılır ki? Şiir halinde yazılır elbette. Ancak bir şiirde dile gelebilir aşkın halleri. Ve ancak yine bir şiire sığabilir belki aşkın bin bir hali.
Ya da ben öyle dile getirebiliyorum. Kimileri, romanlar yazmışlardır aşkın halleri için; hikâyeler, masallar. Şarkılar bestelenmiştir aşka dair, türküler söylenmiştir. Ezgilerde dile gelmiştir aşkın halleri. Her romanın, her şarkının, her ezginin arkasında ya ölümsüz bir aşk, ya da dillere destan bir sevda anlatılmıştır. Ya da olanaksız bir aşka dair kalmıştır yazılanlar.
Bense, ancak bir şiire sığdırabiliyorum aşkı. Çünkü hep şiir halini sevdim aşkın. Her hali bir şiire benziyordu. Yazdıkça daha iyi anlıyorum şimdi. Öyle çok hali varmış ki aşkın, şaşırıyorum; aşkın de hali, aşkın deli hali, aşkın olanaksız hali, aşkın derin hali, aşkın duru hali, aşkın yalın hali, aşkın yalan hali... Daha onlarcası, yüzlercesiyle bitmek bilmeyen halleri... Yazdıkça düşünüyor, düşündükçe yazıyorum. Ne de çok halleri varmış meğer aşkın, şaşırıyorum.
/*
Meral Okay’ı kaybettik. Ardında filmler, senaryolar, diziler ve nice eserler yanı sıra, ölümsüz bir aşk bırakarak gitti. Her yönüyle çürümeye devam eden bir hayatın içinden elveda diyerek ayrıldı gitti aramızdan.
On sekiz yıl önce, eşi Yaman Okay'ı kaybetmişti. Çok renkli, sevecen, yorulmak bilmez bir kişilikti, tam bir insan dostuydu o. Bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjisi vardı. Onu tanıyanlar, "Tanrım, bu adam ne zaman yorulacak" dermiş. Sonradan anlamışlar, meğer acelesi varmış… Yakalandığı pankreas kanseri nedeniyle 1993 yılında hayata veda ettiğinde yalnızca 42 yaşındaydı.
Meral Okay da, en az Yaman Okay kadar çalışkan, aceleci ve bir o kadar da renkli bir kişiliğe sahipti. Yaman Okay’la 1970’li yıllarda AST’da (Ankara Sanat Tiyatrosu) oyuncuyken tanışırlar. Meral’in öğrencilik yaptığı zamanlar, TİP (Türkiye İşçi Partisi) yılları, hayatı soldan öğrendikleri yıllardır. Kültür sanat dünyasından ortak dostlukları vardır. Bir süre sonra Yılmaz Güney’in Sürü filminin ana karakteri olarak İstanbul’a taşınır Yaman Okay. Burada da devam eder görüşmeleri ve giderek aşka dönüşür dostlukları. Hiç farkında olmadan birbirlerinin hayatlarına sızmışlardır. Çünkü aşkın bin bir türlü halinden biri de sızma hâlidir.
İstanbul’a geldiğinde kalp ağrısı çekmekte olan Meral’e iyi gelir bu sızma hali. Bir daha kalp ağrısı çekmeyecektir. Ta ki, ayrılığın kaçınılmaz olduğu o mutlak yokluk anı gelip Yaman’ın kapısını çalana dek…
Tutkulu ve eğlenceliydi hayatları; temiz ve kirlenmeden yaşadılar aşklarını. Derinlemesine soludular hayatı ciğerlerine, yaşadıklarını yoğun ve çoşkuyla yaşadılar. Sanki büyüleyiciydi onların sevdaları.
Yaman Okay aceleciydi. Çabuk yaşamayı severdi. Birden çok yaşamak geçerdi sanki aklından. Bu yüzden kısa süren ömrüne, birden çok yaşamak sığdırmaya çalıştı. Hiçbir kavgaları olmadı onların. Meral’in deyişiyle, “hüzünleri ironik bir neşeye çevirebilme ustasıydı” Yaman. Birbirleri için yeri geldiğinde kendi kendilerinden vazgeçmesini de bildiler. Biz olabilmeyi başardılar. Çünkü, Meral’e göre aşk, bir kendinden vazgeçme haliydi aynı zamanda. Buna gönülden inanıyordu o.
Hep saygı ve fedakârlık vardı hayatlarında. Hep yol açıcı oldular birbirlerine. Hep gülümseyerek omuz verdiler hayatın zorluklarına. Cehalet büyüyüp de zifiri bir karanlık gibi kuşatmaya başladığında çevrelerini, korkmadılar, yılmadılar. Hayatın bütün güçlükleri ve karmaşası karşısında bir çocuk gibi hissettiler kendilerini. İlişkilerinde masum bir çocuk gibi saf, ahlaklı, temiz ve beklentisizdiler. Asla bir birlerine kıyamadılar. Meral’in gözünde aşk bir kıyamama hâliydi çünkü.
Bir şölen havasında yaşadılar aşklarını. Sevdalarını sanki bir çadır tiyatrosunda oynuyorlardı ve bir lunaparka benziyordu hayatları. Her günü sevgililer günü ilan ediyorlardı. “Eşine bu kadar çok çiçek getiren adamı başka bir ana doğurmamıştır” diyordu Meral. Sabahları uyanıp birlikte gün doğumunu seyretmek, çingene vapuruyla Boğaz’ı turlamak; başka bir gün Roman mahallesinde Romanlarla Roman olmak, tam onlara göreydi.
/*
Tutkuyla yaşanan aşkın bir tarafı bir gün yaralandı. Hayatın bir türlü yakalayamadığı Yaman, bir gün kansere yakalandı. Hastalığa yakalanmasıyla gitmesi sadece 1,5 ay sürdü. Hastalığında da hızlıydı. Hiç beklemedi, çabuk davrandı, kimseyi oyalamadı. Hastayken bile hiç durmadı. Komaya girdiği ana kadar senaryo çalışıyordu. Yeşim Ustaoğlu ilk uzun metrajlı filmi olan “İz”i bu yüzden Yaman Okay’a adadı.
Yaman’ın gidişi Meral’in kalbinde yeni bir ağrının başlangıcıydı. O gidince hiç gitmeyecek bir ağrı kalacaktı yüreğinde. Kendini iyice kültür sanat faaliyetlerine adadı. Asmalı Konak’ı yazdı. Otuz küsur şarkı sözü üretti. Dergicilik, yayıncılık, yapımcılık ve sahne çalışmaları yaptı. Birçok filmde oynadı, senaristlik yaptı. Bir yandan da savaşa karşı yazılar yazıyor, yürüyüşlere katılıyordu. Irak’a karşı açılacak savaşın karşıtlarının sözcüsü oluyordu. Ölmemek ve öldürmemek adına kurulu düşlerini, sanatçı dostlarıyla birlikte kâh Ankara’nın Roman mahallerinde, kâh ülkenin farklı üniversitelerinde paylaşıyordu.
Sevdiği insan gidince, aşkını yarılamış, kendini yaralanmış hissetti. Yüreği pare pareydi. Ve ancak şarkı sözleriyle seslenebiliyordu hayat yoldaşına; “uzun yol arkadaşım, şimal yıldızım, nerdesin?” diyordu. Ve hep imkânsız olana bağlı kalmaya yemin ediyordu.
Cehaletin büyüyen görüntüsü ülkeyi boğmaya başladığında, onun da ruhu boğuluyordu sanki. Ülkeye ağır ve sinsi bir yapışkanlık halinde sızan karanlık onu da kalbini kuşatmaya başlamıştı. “Ne yapacağız?” diye soruyordu son zamanlarında. Belli ki, göğsünde taşıdığı yarım ciğeriyle soluduğu hava, bu güzelim ülkenin alışıldık havasının çok dışındaydı artık. Hasta ciğerlerine çektiği her nefes, biraz da ölüm kokuyordu.
"Bir şeyler oldu bu memlekete. Kimse kimseyi sevmez oldu" diyordu. Aslında bilmeden parmağını bastığı şey, etiyle, kemiğiyle, toprağı ve suyuyla; alt üst olmuş değer yargılarıyla çürüyen kapitalizmin kendi doğasından başka bir şey değildi.
Senaristi olduğu Muhteşem Yüzyıl dizisinde, resmi tarihin dışına çıktı diye hedefe koyuluyordu. Tabuları yıkmaya kalktı diye, bazılarının görmek istemediklerini gösterdi diye hasta yatağındayken polis korumasına mahkûm ediliyordu. Eşi Yaman Okay’ın 12 Eylül darbesi koşullarında aldığı ölüm tehditleri bu sefer kendine yöneliyordu. Tehdit ve kıyımın adresi onu gösteriyorken evini taşımak zorunda kalıyordu Meral. Bir de koruma takılıyordu peşine; hayatı kuşatan bu cahil karanlıktan korunsun diye.
Çok az insanda olan, doğal ve şen şakrak gülüşleri vardı. Onunki, öylesine bir gülümseme ya da yarım bir kahkaha gibi değildi. Dipten gelen bir gülüştü. Gülünce gövdesiyle gülen, sevince yüreğinin tamamıyla seven bir insandı. Dostları hep böyle anlatırdı onu.
Sorulduğunda, ”Hayat, hafif ve kısa bir şeydir” diye özetliyordu. Böylece, tıpkı bir özet gibi yapıyordu; tıpkı sevdiği Yaman Okay gibi, hafif ve kısa yaşıyordu hayatı.
Onu kaybettik! Bir süredir kansere karşı vermekte olduğu mücadeleyi yitiren sanatçı, senarist, oyuncu ve şarkı sözü yazarı Meral Okay artık aramızda değil. Tüm mal varlığını, başında Aziz Nesin’in oğlu Matematik profesörü Ali Nesin’in bulunduğu İzmir’in Şirince kasabasındaki Matematik Köyü'ne bağışladı. Giderayak bir faydam daha dokunsun istedi hayata.
Meral ve Yaman Okay. İki serüvenci, iki güzel yol arkadaşı, iki hayat yoldaşı… Hep aceleydi işleri. Acelesi varmış gibi yaşadılar hayatı. Ve aceleyle gittiler bu hayattan. Bir serüven gibiydi kısa süren hayatları; korkusuz, ölümüne ve direngen! Aşklarını bile acelece yaşadılar.
/*
Aşkın hallerini yazıyordum bir şiirimde; aşkın deli hali, aşkın dolu hali, aşkın sevimsiz hali, aşkın sorumsuz hali…
Derken, birden o haber geldi; Meral Okay öldü! Gülünce, bütün gövdesini sarsan gülüşüyle o kadın gitti. Giderken, aşkın bekletmeye kıyamamış hali gibiydi sanki. On sekiz yıl önceki aşkının, Yaman Okay’ın peşinden gitti.
Yaman bir aşka gömmüştü yüzlerini onlar. Hangi haliyle anlatılırdı ki onların bu aşkı. Bu dünyaya sığmayan kısacık hayatları, aşkın hangi haline sığabilirdi.
Yaman bir kadındı Meral; yaman bir kalbi vardı ve yaman bir adama aşık olmuştu. Yüzyılın son aşkı sayılmazdı belki, lakin en güzel aşklarından biriydi belki onlarınki. Bu yüzden olsa gerek, yaman bir sevdayı aceleyle yaşadılar ve aceleyle gittiler aramızdan.
Hayattı bu, öğretiyordu işte. Nice halleri varmış meğer aşkın, bildiğimden de öte; yaşadıkça anladığım, anladıkça yaşayacağım. Hakkında yazılanları okuyordum, dostlarını dinliyordum; aşkın en güzel halini görüyordum onlarda. Banaysa yalnızca keşfetmek düşüyordu. Sessiz bir ay ışığı gibi sokulup, usulca sızıyordu şiirlerime. Birçok halini bilsem bile aşkın, lakin en çok bunu seviyordum şimdi; masum bir çocuk yüzü gibi saf, öylesine dokunaklı. Sanki bir tiyatro oynar gibi eğlenceli, bir o kadar aceleci. Henüz çok yeni tanıdığım bu hali, sanki bir yerlerden tanıdık; aşkın yaman hali!..
Yusuf Nazım
Dergideki diğer yazılar için :
http://www.evrensel.net/news.php?id=28379
yüreğinize sağlık , ancak bu kadar duygulu ve insan olma halinde ifade edilebirdi...
YanıtlaSilTeşekkürler Fatoş hanım,
SilBöyle güzel tatları hisseden, böyle güzel düşünebilen ve insan olma halini fark edebilen dostların çoğalması dileğiyle saygılar..
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilYüreğine sağlık... yazının yaman hali de bu olsa gerek...
YanıtlaSilTeoman
Gerçekten çok duygulu ve etkileyici bir yazı.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim Sema hanım. Duygu nedir bilen, aşkın halinden anlayan yürekler çok olsun. Saygılar
SilYakup, aşkın kaleme dönmüş eli, sevgili arkadaşım. Anlıyorum ki bu yazıların, seni hayata bağlayan, aşkın vaz geçmeyen hali... Vaz geçme tabii. Yaz ki, derd-i derûne dokunmayan hayatın umrunda olalım. Aşkla kalsın yüreğin. Hasan Ender KAYA
YanıtlaSilSevgili dost, duygularınla hep olduğun gibi var ol!
Silne desem
sanki
eski zamanlardan eser yok
bütün sözler mani
esrarlı bir sükun içinde heceler
ezeli yanılmışlığımızın
belki de son hali
son durağı
aşkın
yalın hali
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil