17 Şubat 2023 Cuma

Ölüler mevsimi

Yusuf Nazım
T24 | 17 Şubat 2023

Mevsim Kışbahar.

On gündür yazmayı bıraktım, harap bir kalbin çırpınışlarındayım.

Hava soğuk, dondurucu, ayaz.

Parmaklarım üşümüş, bir türlü varmıyor tuşlara dokunmaya.

Bir kez daha bağıra bağıra geliyor ölüm, bir kez daha çığlık çığlığa sönüyor hayatlar.

Bir yanım kış, Nur Dağı’nın eteklerinde, bir yanım ölü hayatlar mevsimi.

Ne çok öldük bu şehirlerde biz, ne çok yaralandık, hep yarım kalmış hayallerimizde.

Ölüm haberleri nasıl da fütursuz akıyor üzerimize. Yıkılmış kentler, çaresiz suretler, ateş almış ocaklar, yardım çığlıkları…

Söyle kalbim, hangi yıkılmış kentin enkazlarındasın şimdi sen?

Bir imar affı kaç paraya bedel

Paylaşılan videolarda gördüm, ilk kurtarılacaklar arasındaymış meğer para kasaları, çek defterleri. Depremde, candan önce geliyormuş meğer bunlar!

Çoktandır siyaset, ahlak ile arasındaki mesafeyi sıfırlamış. Deprem paralarıyla duble otoyollar yaptık diye övünüyor eski bir bakan! Kim bilir müjdeyi de yenisi verecektir, cenazelerimizi bedava taşıyacaklardır belki de, merasim eşliğinde bu yollardan.

Demokrasiye alıştık galiba, emir büyük yerden olunca Mecliste hizaya giriyor bakanlar, milletvekilleri; pişkin bir sırıtkanlıkla topluca kalkıp iniyor eller. Malum, hesap işlerine pek vakıfsınız, bir imar affı kaç paraya bedel, iyi bilirsiniz. Milliyetçilik maskesini geçirip yüzünüze, ülke toprağını parsel parsel, vatandaşlığı haraç mezat satmakta pek mahirsiniz. Heybelerinizi doldurmaktan vaktiniz olursa eğer, hele bir sorun vicdanınıza, bir torba kanun kaç ölü eder? Yarın merak ettiklerinde, ellerinizdeki kanı çocuklarınıza nasıl açıklayacaksınız beyler?

Demokrasiye alıştınız sanırım, emir büyük yerden olunca Mecliste nasıl da hizaya giriyorsunuz. Pişkin bir sırıtkanlıkla topluca kalkıp iniyor elleriniz. Malum, hesap işlerine çok vakıfsınız, bir imar affı kaç paraya bedel, iyi bilirsiniz. Milliyetçilik maskesini geçirip yüzünüze, ülke toprağını parsel parsel, vatandaşlığı haraç mezat satmakta pek mahirsiniz. Heybelerinizi doldurmaktan vaktiniz bulursanız eğer, hele bir sorun vicdanınıza, bir torba kanun kaç ölü eder? Yarın merak ettiklerinde, ellerinizdeki kanı çocuklarınıza nasıl açıklayacaksınız beyler?

Kırık bakışları buz tutmuş Nur Dağı’nın

Şimdi imdat çığlıkları yükseliyor enkazlardan, yaralı yüzleriyle bekleşiyor şehirler.

Kent kent, ülke ülke dolaşırken yardım feryatları, üç vardiya çalışsa ne yazar silah fabrikaları? Kaç enkaz kaldırır dersiniz İHA’larınız? Sahi kaç hayat kurtarır SİHA’lar; hesabını yaptınız mı, bir sorti kaç çocuk gülüşüne bedel?

Haberler yetişemiyor ölü sayılarına, şehirler viran içinde, semtler tarumar; her evde bir alaz, ateş almış, kor! Kaç TOMA söndürür şimdi bu yangını, kaç savaş uçağı can verir enkaz altındaki hayatlara, kaç mayın siper olur ki ölüm uykusundaki çocuklara?

İstatistikler söyledi de ben mi kaçırdım yoksa? Söyleyin, nerede görülmüştür açlığa çare olduğu çok namlulu füzelerin? Tankların paletlerini kemirerek mi hayatta kalacak insanlar? Haydi, sürün namlulara mermilerinizi, haydi doldurun fırtına obüslerinizi, bileyin ötekine olan nefretinizi. Daha kaç cana bedel olacak, görelim marifetinizi.

Hava zemheri, ayaz, şehirler birbirine sokulmuş, üşüyor. Yıkılmış bir ülke gibi yüreğim, tarumar olmuş bir yanımız. Kırık bakışları buz tutmuş Nur Dağı’nın eteklerinde Hatay’ın; Malatya’nın, Maraş’ın, Antep’in, Diyarbakır’ın… Söyleyin, şimdi hangi kanun hükmünde kararnameyle gülecek yüzleri çocukların?

Kürt’ün dağlarını bombalıyor oysa her gün uçaklarımız 

Fotoğraf: Mehmet Kızmaz
Ölüler yalan söylemez, dili yok, şehirler eşit bir biçimde can çekişiyor oralarda.

Kürt’ün dağlarını bombalıyor oysa her gün uçaklarımız. Türk’ünse zeytinliklerine dadanmış kepçeler. İkizdere’de, kanun hükmünde çalışmaya devam ediyor taş kırma makineleri; dağı, taşı, ormanı yıka boza ilerliyor dozerler. Kalapotamos’un yamaçlarında, göz açtırmıyor köylü kadınlara jandarma.

Menzili hayli uzak askerimizin, övüne övüne bitiremiyoruz. Sesi Libya’dan, Azerbaycan'dan, Suriye’den, Irak’tan duyuluyor. Adana ise bize çok ırak; Adıyaman, Osmaniye, Urfa, Elbistan, Pazarcık da öyle; üç günde kalkamıyor ilk yardım uçakları.

Oysaki Ege’de, devletin ali menfaatleri için nasıl da aceleyle alınıyor kamulaştırma kararları; Salihli’de, Yırca’da, Milas’ta bir günde kökünden sökülüveriyor zeytinlikler. Bir gece ansızın gitmek için sabırsızlanırken elin ülkesine, enkaz altındakilere bir türlü yetişemiyor hızınız.

Dualar yetişir mi dersiniz insan cesetlerine?

Herkesin malûmu, muktedirin dilinde cümleler hep takdirle başlıyor, fıtrattan geçilmiyor; yangında fıtrat, madende fıtrat, depremde fıtrat; tacizde tecavüzde, açlıkta sefalette fıtrat... “Depremde ölenler, aynı anda Mars'ta bile olsalar yine öleceklermiş!” Böyle buyuruyor, unvanı, şeyh bilmem ne üniversitesinde profesör olan zat!

Hafız sayımızla süratle kalkınıyoruz son yıllarda. Birkaç yıl evvelinde, en son 105 binde bırakmıştım, şimdi baktım 160 bine çıkmış sayıları. Ülkedeki hekim sayısına ulaşacak neredeyse. Bakıyorum ajanslara, durmaksızın haber geçiyor televizyon kanalları; depremde ölenlerin sayısı 35 bini aşmış. Tesellimiz olur mu dersiniz, cenaze başına beş hafızın düşmesi.

Ölü sayılarından korkmayın siz. İmam Hatiplerde okuyan 1 milyon 381 bin öğrenci, yaz kuran kurslarında ise 5 milyon çocuk var. Üstelik bir de İlahiyat Fakültesi zenginiyiz artık biz. Sayısı 8 yılda 22'den 105'e yükselmiş. Öyle söylüyor Diyanet İşleri Başkanımız. Tez elden verilirse yıkım emirleri, dualar yetişir mi dersiniz insan cesetlerine?

Üşenmedim saydım; 85 personeli varmış Diyarbakır Müftülüğü’nün. Aynı ilin, kayyum atanmış belediyesi ise tek bir jeoloji mühendisi çalıştırmıyor. Ülkemdeki Jeoloji Mühendisliği bölümü sayısı zaten dokuz, ne yazar? Beş tane de Jeofizik Mühendisliği bölümü var, kime fayda?

İstatistiklerde acımasız ölü sayılarına dönüşüyor cenazeler

Görüyorum ki, tanrısı para olmuş nicedir vurguncunun, eyyamcının, haraminin; kıblesi sermaye.
  Fotoğraf: Mehmet Kızmaz

Torba kanunla verilmiş ölüm emirleri şehirlerin, sermayesi olmuş mülkiyetin fay hatları, her daim kâr altında kalıyor cesetler.

Depremin ardından hisseleri tavan yapmış çimento şirketlerinin. Yatırımcılar ekran başından ayrılmıyor, iştahla ellerini ovuşturuyorlar. Öyle ya, serbest piyasanın nimetleri bunlar. Adına arz talep dengesi diyorlar. Sermaye artışı, teknik analizler, sür git pazarlıklar, falan filan... Borsada nasıl da hızla yükseliyor, ölü sayısına endekslenmiş grafikler. Peş peşe alım satım emirlerini verirken brokerlar, istatistiklerde acımasız ölü sayılarına dönüşüyor cenazeler.

Açsan defterleri, imar planları suç unsuru, katliama davet, her imar affı kusursuz bir cinayet!

Şehirler deprem kuşağında diye bas bas bağırıyor uzmanlar. Avrupa’nın en yüksek 245 binasından 66’sını Türkiye’de yapmışsınız! Merak ettim, buna ne diyorsunuz beyler?

Bunların 62 tanesi tam da deprem fay hatları üzerinde, söyleşinize eserinizle övünüyor musunuz efendiler?

Çoğu da siyasal İslam’ın şaheseri; birbirinden gösterişli rezidanslar, plazalar, towerlar… Boşuna dememiş üstat; “her büyük servetin altında büyük bir suç yatar.

Nasıl da isabet buyurmuşlar, 60’ı son 23 yılda yapılmış, AKP’nin sihirli ellerinin marifeti bunlar.

İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da ölüm kuleleri gibi yükseliyorlar. Kentin mezar taşları bunlar, insanlığın içine diri diri gömüldüğü betondan tabutluklar.

Üstelik dahası da var; Biliyor muydunuz, Avrupa'da inşası planlanmış en yüksek 24 gökdelenden 16’sı, büyük depremi bekleyen İstanbul'da! Sahi bunu nasıl becerdiniz efendiler?

Kent suçları hız kesmiyor. Deprem kuşağındaki İzmir'i de es geçmemişler bizim beyefendiler; 25 kat ve üzerinde, 34 gökdeleni yaparak kıymışlar, tarihinden bıçaklamışlar Simirna’yı. 33 ü, yine 2000 sonrasında saplanmış sırtına kentin; siyasal İslam’ın sihirli kuleleri bunlar.

Kuşkusuz bir de suç ortakları var. DSP, CHP belediyeleri döneminde sessiz sedasız yükselmiş cümle gökdelenler.

Söylesene, niye güzel haberlerin yok bize İzmir? 24’ü inşa halinde, 6’sı planlama aşamasında, sırada 30 gökdelenin daha var!

                                               *  *  *

Şimdi bütün mevsimlerim kururmuş, içimde can çekişiyor bahar.

Şehirler yenilmiş, biz yenilmişiz, öylece kalmışız harap kentlerin yıkıntılarında.

Ne kadar sürer bu ağrı, ne zaman sarılır bunca yara, failler yeni cinayetlere hazırlanıyorken aramızda?

Her şeye rağmen, kardelenler açmaya devam eder mi, bize uzak dağların doruklarında?

Ne desem sözler kifayetsiz, kelimeler biçare.

Ruhum paramparça Amanos’un eteklerinde, dağılmış.

Şimdi kalbim kış, ölüler mevsimi.

Yıkık bir kentin enkazlarında.

https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/oluler-mevsimi,38748