13 Ekim 2015 Salı

Ne çok vurulduk biz, ne çok öldürüldük!

Yusuf Nazım
T24 - 13 Ekim 2015


Tarih 16 Şubat 1969, İstanbul.
ABD’nin 6.Filosu şehre gelecektir. Bunu protesto etmek için 76 gençlik örgütü bir araya gelir, Taksim’de gösteri yaparlar. Günlerden pazardır.

Karanlığın ışığa tahammülü yoktur.
Derin güçler harekete geçer, Taksim Meydanı kana bulanır.

Tarihe “Kanlı Pazar” olarak geçen bu gün için Ruhi Su bestesini yapar:

Ellerinde pankartlar
Gidiyor bu çocuklar

Bu Pazar kanlı Pazar
Dert yazar derman yazar

Oysaki meydanların kana bulanmasının yalnızca ilkidir bu.

* * *

1 Mayıs 1977.
Günlerden yine Pazardır.
İstanbul’da işçiler, emekçiler bayramlarını kutlamaktadırlar.
Gökyüzü yine karanlıktır ülkenin.
Taksim Meydanı’nı beş yüz bin kişi doldurmuştur.
Ellerinde pankartlar; halaylarıyla, türküleriyle, sevinçleriyle geleceğe ışık tutan insanlar.
Karanlığın ışığa tahammülü yoktur yine.
Parmakları yine tetiktedir gizli güçlerin. Kirli çarkları döner, adına devlet denen aygıtın. Ve silahlar patlar ansızın; yer, gök kanar, panzerler üstüne üstüne yürür işçinin, emekçinin, öğrencinin…
Taksim Meydanı, bir kez daha kana bulanmıştır.
Bir anda kaybolur sevinci ülkenin; 34 ölü, yüzlerce yaralı, geride umudu kanamış bir kent kalır…

Bu yeni katliam için Ruhi Su, Sabahın Sahibi Var adlı yeni bir beste yapar:

bin dokuz yüz yetmiş yedi
unutulmaz yılın adı
bir mayıs bayramı idi
sorarlar bir gün sorarlar

O yıldan sonra her 1 Mayıs’ta, alanları dolduran kalabalıklar bu maşla girerler meydanlara:

beş yüz bin emekçi vardı
taksim meydanına girdi
öyle bir İstanbul gördük
sorarlar bir gün sorarlar

O tarihten sonra hep kanlıdır bu ülkenin meydanları. Karanlığınsa, ıIşığa tahammülü yoktur. Hep kana bulanır 1 Mayıslar, Maraşlar… Devamı çoğalarak gelir; Digor, Lice, Şırnak, Diyarbakır, Reyhanlı, Suruç…

* * *

Yıl 2015, Ekim’in 10’udur.
Yine karanlıktır gökyüzü ülkenin.
Kirli bir savaşa kurban gitmektedir ülkenin çocukları. Her gün ölüm haberleri düşmektedir ocaklara.
Ülke, barışa susamıştır. Barışa susamış ülkenin çocukları düşer Ankara’nın yollarına.

Ankara Garı şenliklidir.
Sevinçleri çoğalır insanların ülkenin dört yanından. Yüzlerinde en çocuk gülüşleri, ellerinde pankartlar:

“Ne de çok özlemişiz gökyüzüne kansız bakmayı”

Barışı özlemiştir insanlar.
Özlemişler masmavi bir gökyüzünü.
Özlemişler kansız bir güne uyanmayı.
Ankara Garı’nın önünde halaya dururlar hep beraber. Dillerindeki türküleri hep aynıdır:

Bu meydan kanlı meydan
Ok fırladı, çıktı yaydan

Hâlbuki tahammülü yoktur ışığa karanlığın.
Halay çeken kalabalığın tam arkasında şiddetli bir patlama olur. Bir ateş topu yükselir öteden, biraz sonra bir ateş topu daha. Bir anda kararır sabahın yüzü, bir anda kararır Ankara.
Tarumar olmuştur gülüşleri çocukların. Başkentin ortasında sevinçleri virandır. Ateş ve barut kokusu sarar her yanı; ölüm ve kan kokusu…

Çığlıkları kanar gökyüzüne kadınların. Nasıl da arsız çoğalır ölüm.
Demirden bilyeler saplanır etlerine insanların. Et ve kemik parçaları uçuşur havada, yerlerde oluk oluk kan! Ceset tarlasına döner ortalık. Kirlenir barışın yüzü, bir kez daha örselenir kardeşlik.

* * *

Kanlı bir gardır şimdi Ankara Garı, meydansa yine kanlı bir meydan! Etraf öbek öbek kan, parça parça insan; yaralı, yaşlı, kadın, çocuk! Başını döveni, ağlayanı, bağıranı, koşanı, çırpınanı. Ortalık mahşer; bir arbede, bir karmaşa, bir telaş.

Orada, ölü yığının arasında bir ses:

canlı var mı, canlı?”

Yanlarından coplarını sallayarak geçer robokoplar; kollarında kalkanları, biber gazları, gaz bombaları…

“Hepsi ölü” diye yanıtlar, ağlayarak başka bir ses, “hepsi ölü!”

Saçını, başını yolanı; göğsünü yumruklayanı, hıçkırıklara boğulanı;

“Ne çok vurulduk biz, ne çok öldürüldük!”

diye ağlayanı…

An be an çoğalır ölümler, ışık hızında yayılır ülkenin her yanına. Birazdan resimleri de yayınlanır çocukların; kimi okulunda öğrenci, kimi atölyede işçi; kimi parkını, bostanını, suyunu korurken; kimi grevdeki işçilere destek olmak için giderken... Hepsi de civanmert, hepsi delikanlı, hepsi gül yüzlü kadın. Bakışlarında asırlık umutları, yüzlerinde asi bir sevinçten izler, efil efil gülerken…

* * *

Karanlık sinsi ve sokulgandır, tahammülü yoktur aydınlığa. Gün doğmuş,  menfur bir kötülük akmıştır Ankara’nın sokaklarına.

Eski bir garın önünde hayat, ölüme yenik düşmüştür. Camiler, cemevleri ölülerle dolup taşmıştır. Trenler hüzünle yüklenmiştir o gün; acıyla çalmıştır sirenlerini, ölüm ağıtlarına karışmıştır sesleri.

Ankara, söyle şimdi, neden yüzün kara?
Canhıraş feryatları yükselirken insanların, nedendir, ambulanstan önce akrepler koşmuştur? Paramparça olmuş cesetlere gaz bombası atılmıştır? Nedendir, kolluk kuvvetleri, acısı çoğalana jop, yüreği yanana zehir yetiştirmek telaşında olmuştur?

Ankara Garı’nda barışa bomba konulmuştur. Yeni evli bir çift, barış için yola çıkmış, ölüme el ele yürümüştür. Ankara savaşa yenilmiştir. Telefonlar ölüm haberleri için biteviye meşguldür. Genç kızların ellerinde pankartlar; ne yazar, ne söyler, yalnızca ceset toplamaya yaramıştır.

Ankara Garı şimdi ölümüne susmuştur.
Ve orada hayat, çocuklar için güle oynaya çıktıkları uzun bir yolculuktur.
Oysaki bilmezler, bu söyledikleri son türküleri, bu durak son istasyondur. 

Ankara ölülerini saymaktan artık yorulmuştur. Babasının kucağında, kanlı bir bezin altında, dokuz yaşında bir çocuğun yüzü solmuştur. Ülkenin başka bir yanında, talimatlar çoktan verilmiş; motorlar çalışmış, aynı anda uçaklar havalanmış, hedefleri tam isabetle vurmuştur!

* * *

Onlar, ülkenin dört yanından kanat çırparak gelmiş ak güvercinlerdi. Barışa susamışlardı.
Kimi İstanbul’dan, İzmir’den, Aydın’dan çıkmıştı yola; kimi Batman’dan, Manisa’dan, Tokat’tan. Kimiyse Mersin’den gelmişti Ankara’ya; Konya’dan, Antakya’dan…

Ama gittiler!
Barış için gelmişlerdi, ölüme gittiler!
Tıpkı Diyarbakır gibi, Suruç gibi gittiler!
Gül yüzlerinde nice hikâyeler biriktiren o çocuklar yok artık.
Söylemesi kolay, inanması güç ama onlar yok artık!

Kutlayın birbirinizi!
Üç vardiya çalışmaya devam etsin borsaya endeksli silah şirketleriniz; asit üretsin, kir üretsin, ölüm üretsin fabrikalarınız!
Bombalar atılsın şehirlere, mermiler yağsın dağına, taşına, insanına.
Ve ölümler ihraç edin gemi filolarınızla, tırlarınızla dört bir yana!
Çarklarınızın dişlileri öğütmeye devam etsin Somalı madencinin, Manisalı çiftçinin, Mardinli işçinin emeğini, alın terini, göz nurunu…
Rahat olun, o güzel insanlar gittiler!
Neşelerini, başka hayatların sevdalarına katık ederek ağız dolusu kahkahalarıyla bir daha gülmeyecekler!
Esenyurt’ta inşaat, Tuzla’da tersane işçisi; tornacısı, makinecisi, overlokçusu için ellerinde pankartlar, bir daha yürümeyecekler.
Türk’ün çilesini, Kürd’ün acısını, Ermeni’nin hüznünü bölüşemeyecekler.
Daha nice hayalleri vardı onların, anlatacak nice öyküleri.
Ama gittiler!
Henüz yaşanmamış düşlerini yarım bırakarak gittiler.
Bir sevgili gibi tapmışlardı bu hayata onlar; heybelerinde umutları, dillerinde barış sözcükleri.
Gittiler!
“Motorları maviliklere sürmeyi” düşleyerek.
Heyecanlarıyla, çocuk bakışlarıyla, gözlerindeki ışıklarıyla.
Kansız bir gökyüzüne bakmayı özleyerek gittiler.

@yusufnazim