31 Temmuz 2016 Pazar

Ağla sevgili yurdum, ağla!

Yusuf Nazım
T24 | 31.07.2016


Sonunda bu da oldu!
Ordu içindeki bir cunta darbe yaptı.
Çok değil, birkaç gün önce siyaset dokunulmazlık tanımıştı askere.
Şimdi dokunulmazlık zırhındaki komutanlar demokrasiye isyana kalktı!

Kışlasından çıkan tanklar, tutulan köprüler, havalanan uçaklar, suikasta giden Skorskyler, Kobralar…

Gizli gizli büyüyen öfke, damla damla biriken kin, katliama dönüşen cinnet!

Kapatılan yollar, basılan binalar, öldürülen, yaralanan insanlar… Oluk oluk akan kan, görülmemiş bir dehşet, akıl almaz bir katliam!

Eli silahlı askerler, yüzü maskeli komandolar, meclise sorti yapan uçaklar, gözü dönmüş caniler…

Zehirleyen güç, dizginlenemeyen kibir, ölüm ve kanla sınanmış iktidar hırsı!
Tekbir sesleri, okunan ezanlar, verilen selalar… 

Gece boyu durmaksızın süren ölüm haberleri…

Ahh, kumpaslar kıskacında kalmış ülkem, ah!
Layık mı sana şimdi bunca acı; layık mı sana bu ölüm, bu vahşet, bu zulüm?

Bir süredir, göstermelik olarak vardı zaten demokrasin; incinmiş kalbin, kırık dökük ruhun.
Şimdi yine darbelerle anılacak adın, geleceğin biraz daha karanlık, biraz daha mahkûm.
Sen, niye böyle kirli bir tezgâhın kıskacındasın?

Ağla sevgili yurdum ağla!

*   *   *

Her zamanki gibi uçaklar havalanıyor Diyarbakır’dan.
Uzun bir süredir, Kürtlerin üzerinde akın akın seyreyleyen uçaklar.
Havalanıyor ve bu sefer Lice’ye değil Ankara’ya uçuyor.
İçinde kahraman pilotlarımız(!), lazer güdümlü, büyük büyük bombalar fırlatıyor demokrasinin üzerine.
Sokaklar alev alev yanıyor, demokrasinin kalbi yara alıyor, kanıyor.

Bir büyük devrin, nasıl da büyük yanılgısı bu!

İmanla beslenen hırs, gizli gizli büyüyen husumet, sinsi sinsi gelişen ihanet.
Toplumca bir yenilmişlik, aldatılmışlık duygusu.
Katil kim, ölenler hangi büyük yanılgının eseri, öldürenler nereden?
Kahramanlık vatan hainliği, at izi it izine karışıyor.

Ağla sevgili yurdum, ağla.

*   *   *

İstanbul, ölüler şehri şimdi.
Göğsünü tanklara siper edenlerin anıları hala taze.

Liderse, elinde mikrofon, meydanlarda;

“İsteseler de, istemeseler de…”

Canların kanı, henüz kurumamış yollarda!

“Taksim’e…
Topçu Kışlası’nı...
Yapacağız!”

diyor!

Öylesine kendisinden emin, sesi öfkesinden sert, dilinde bir büyük nefret!

“Otobüs durağını bile halka soracağız  diyen zat-ı muhterem; İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin başkanı, arkasına takılıyor. Emir büyük yerden ya, tekrarlıyor;

“Topçu Kışlası’nı yapacağız!”

Belli ki bir kez daha tekerrüre teveccüh ediyor zaman.
Belli ki hiç ibret alınmamış tarihten.

Gezi Parkı’nın katilleri nerede?
Nerede yitip giden canlar?
Nerede en ince dalından kırılmış fidanlar?
Kabataş’ta başörtülü bacıya işkence, camiye bile ayakkabılarıyla girdiler; yaralananlar, gözü çıkanlar, canına kıyılanlar.
Bunca zaman sonra, şimdi nasıl anlatmalı bilmem.

Ağla sevgili yurdum, ağla.

*   *   *

Daha dün, mezarlıklarını bombalıyordu jetler senin; Tunceli’de, Lice’de, Varto’da kahramanca(!)...
Bugünse, Hainler Mezarlığını bahşediyor sana seçilmiş belediye başkanların, mutlu musun?
Öyle ya, malum, bölmekte mahir, her dönem muktedirleri vardı bu ülkenin; Türk diye, Ermeni diye, Kürt diye; solcu ve terörist diye…
Varoşlarıyla bölmüşlerdi seni yurdum; lüks konakları, malikâneleri, villa kentleriyle…
Şimdiyse ölmüşlerini bölüyorlar, çekincesiz; ölmüşlerin mezarlarını, mezarlıklarını...
Ölüsüne bomba yağdırmaktan, hainler mezarlığı mucidine terfi ediyor bir çırpıda ülkem.

Ağla sevgili yurdum, ağla.

*   *   *

Daha yeni baktım istatistiklerdeki sayısına.
Geçen yıl 1 milyon belli bin öğrenci okuyormuş İmam Hatiplerde.
Gördüm ki artmış sayısı, 1 milyon iki yüz bir bini bulmuş bile bu sene.
Daha da artacağı cabası.

Eğitimi taşımalı yapmıştık ya çoktandır!
Kırk bin okulsuz, öğretmensiz köy kalmıştı geride.
Varsın olsun, 86 bin camii var ya yerine!

Diyanet İşleri Başkanı söylemişti, gazetelerden okudum geçende; yazın açılan 40 bine yakın kuran kursunda 5 milyon öğrenci okuyacakmış bu sene.
Sayısına bereket, 120 bin de hafızımız olmuş meğer.

Efendim, felsefe mi dediniz yoksa siz?
Hani şu atanmayan öğretmenler meselesi…
Sorular sormak, sorgulatmak, kuşku uyandırmaktır biraz da felsefenin amacı.
Merak ettim, baktım; 2015 yılında, toplamda 211 felsefe öğretmeni yerleşmiş okullara!
3819 da Din Kültürü öğretmenimiz atanmış maşallah!

Şükür, çok şükür!
Camilerden süzülen ışık, minarelerde ezan sesi, dört yaşında kuran okuyan çocuklar.

Ağla sevgili yurdum, ağla!

*   *   *

Üniversitelerini birer birer zapt etmişler senin.
Hep liyakatsiz olanı reva görmüşler kürsülerine.
Unvanlar emirle dağıtılır olmuş, görevler atamayla.
Hep alnı secdeye varanı seçmişler, yüceltmişler; hep en iyi makamlara getirmişler söze besmeleyle başlayanı.
Okumuşuna, aydınına, akademisyenine kıymışlar senin yurdum.
Sürmüşler adalet diyeni, eşitlik diyeni.
Süründürmüşler özgürlük dileyeni, barış isteyeni; televizyonlarda linç etmiş, canlı yayınlardan kovmuşlar.
Düşmüşler peşlerine, yasak etmişler sözlerini.
Dualarına hileler karıştırmışlar her daim, yalan sevaplarına günahlar.
Hain ilan etmişler diz çökmeyeni, biat etmeyeni.

Gün olmuş cayır cayır yakmışlar aydınını, hor görmekten çekinmemişler sanatçını, gün olmuş göz açtırmamış, kovmuşlar bilim insanını.
Bir cadı avıdır başlatmışlar, sürmüşler diyar diyar.
Yüzüne tükürmüşler heykelinin, biliminin, sanatının.
Unutmuşlar insanlığı, emirle yıkmışlar insanlık anıtını.

Ağla sevgili yurdum, ağla!

*   *   *

Köşe başların hep tutmuşlar senin, çıkışlarını kapatmışlar yurdum.
Aklını ele geçirmişler, soru sormayı, yanıtlar aramayı yasaklamışlar sana.
Felsefeyi, sanatı, estetiği sürmüşler toprağından, bilimi yok etmişler.
Hukuk dersen, çoktan öldürmüşler onu, cesedi yerlerde bir süredir.
Bozmuşlar çarkını, kırmışlar terazisini adaletin.
Yeri geldikçe, zorda kaldıkça sığınmışlar, bir de medet ummuşlar ondan.

Hep kıymışlar öteki olana; sanatçıya, aydına, solcuya, sosyaliste.
Hep acımasız olmuşlar kendinden olmayana.
Canına okumuşlar Kürt’ün de, Ermeni’nin de, Rum’un da.
Ya sürgün vermiş, ya itlaf etmişler topluca, ya da köşe bucak kıstırmış, faili meçhulde bırakmışlar.

Renklerini bile bazen çok görmüşler sana; gün gelmiş siyahına, beyazına düşman olmuşlar; gün gelmiş yasaklar koymuşlar sarısına, yeşiline, alına; ojesine ve rujuna!

Farkında değilsin, olan hep sana olmuş güzel ülkem, yurdum.
Olan çocuklarına olmuş senin, çocukların geleceğine.
Dünya hızla girerken 21. Yüzyıla, sen biraz daha yaklaşmışsın orta çağa, biraz daha korkmuş, biraz daha uzaklaşmışsın aydınlıktan.

Ağla sevgili yurdum, ağla!

*   *   *

Sen ki dualarla, ayetlerle, tekbirlerle büyülenmişsin.
Sen ki sinsi, büyülü bir kumpasın gölgesinde kalmışsın.
Okullarına kadar girmişler senin; hastanelerine, akademilerine, bilim kurumlarına.
İktisadına el koymuşlar senin.
Cümle mevziilerini ele geçirmişler; uydularını, gazetelerini, ajanslarını ve televizyon kanallarını…
En ince damarlarına kadar sızmışlar ülkenin.
Hep cemaatten yana saf tutmuş siyaset, hep tarikattan yana olmuş devlet.
Hep el etek öpmüş, hep diz çökmüş, hep ağlamış önlerinde.

Okumayı bile çok görmüşler sana; çocuklarına, kadınlarına, kızlarına.
Eli hamurdan, ayağı çamurdan eksik olmasın istemişler kadınlarının.
Hep çocuk doğursun, evinin işinde olsun; hep erkeğin kulu, kölesi olsun istemişler.

Kalelerini birer birer düşürmüşler senin yurdum.
Suyunu kesmişler, toprağını kurutmuşlar, umudunu köreltmişler köylerinin.
Görülmemiş bir talan içinde kalmış şehirlerin, parkların, bahçelerin.
Kıymışlar güzelim tarihine, barajlar altında bırakmışlar; adım başı rezidanslar, gökdelenler, beş yıldızlı oteller yapmışlar kıyılarına. 
İhaleler Allah’ın adıyla paylaşılır olmuş, rüşvetler besmeleyle.

Ağla sevgili yurdum, ağla!

*   *   *

Sana hain tuzaklar kurmuşlar yurdum; takiyeler yapmış, oyunlar oynamışlar sana.
Alın terine ellerini sürmüşler, tertemiz kalbini, vicdanını kirletmek istemişler. Toprağına, suyuna, ağaçlarına göz koymuşlar; derelerine HES’ler kurmuşlar, tepelerine RES’ler, madenlerine ölüm indirmişler senin.

Nasıl oldu da düştün bu karanlık girdaba yurdum?
Nasıl oldu da geleceğini hapsettin böyle bir tutsaklığa?

Sen ki, nicedir haramilerin sofrasındasın.
Sen ki soyguncunun, talancının, yalancının boğazında katıksız bir lokmasın.

Ufukların neden böyle boz bulanık?
Bir yanın yangın yeri, yıkılmış, viran; öbür yanın karanlık, pus içinde.
Hava karardı, kararıyor.
Belki bir yanılsama, belki kötü bir oyun, yoksa bir serap mı bu?
Üzerindeki güneş yavaş yavaş batıyor.

Ağla sevgili yurdum, ağla!