Yusuf Nazım
T24 | 13 Eylül 2024
Hopa. Aklın Ayak
İzleri’nde devam eden yolculuğumuzun yeni durağı.
Gündüz belediye başkanı Utku Cihan'ı makamında ziyaret ediyoruz. Nezaketle karşılıyor bizi. İstanbul'dan gelmiş, çiçeği burnunda bir başkan. Hopalı olması bir avantaj gibi görünüyor. İzmir Büyük Şehir Belediyesinde deneyim kazanmış bir şehir planlamacısı. Onu bekleyen çok iş olduğunu görüyoruz. Sohbetin sonunda başkana yeni romanımı imzalıyorum.
Burada da kültürden, sanattan, siyasetten yana esen güçlü bir rüzgâr var. 2020 yılında kurulmuş Hopa Kültür ve Sanatevi etkinliğimize ev sahipliği yapacak. Hopa Belediyesi ise kolaylaştırıcı.
Şavşat’ın gençleri gibi, Hopa’nın da ihtiyar delikanlıları kolları sıvamışlar. Zaman etkinlik için pek uygun olmasa da kararlılar.
Etkinlik öncesi Yılmaz Hacımuratoğlu, Yakup Okumuşoğlu ve diğer dostlarla Düşler Sokağı’nda buluşuyoruz. Söyleşinin yapılacağı Hopa Parkı’nda oturma planını gözden geçireceğiz. Hopa, enerji şirketlerinin baskısı altında. Muhteşem doğası; dağları, dereleri, yaylaları, ormanları tehdit ediliyor. Sohbet masasına bir genç oturuyor. Dursun Ali heyecanlı, Cankurtaran Mevkii’nde ağaç kıyımına başlamışlar, gözaltına alınanlar var, diye hararetle anlatıyor.
Fındıklı etkinliğimizi, oradaki Uluslararası Vice Fotoğraf Festivali’yle çakıştığı için iptal ediyoruz. Ama yine de Fındıklı’ya gideceğiz. Belediye Başkanı Ercüment Cervatoğlu'yla görüşeceğiz. Biraz gecikeceğini düşündüğünden olsa gerek, bize rehberlik etmesi için Volkan adlı birini gönderiyor. Volkan, tekerlekli sandalye kullanıyor. Volkan’la şehri geziyoruz. Her taraf erişilebilir. Kat ettiğimiz bunca yol üzerinde en çok erişilebilir, en mükemmel yer burası. Ercüment Cervatoğlu'yla bir kafede buluşuyoruz. Sıradan bir halk insanı gibi gelip oturuyor aramıza. Selamlaşıyoruz. Volkan'dan arkadaşım diye bahsediyor. Bu dönem ikinci kez seçilmiş. Yani 5 yıllık deneyimi var. Kısa süre içerisinde inanılmaz şeyler yapmışlar. Mahallelerde komiteler oluşturulmuş. İşleri bu komitelere havale ediyor. Şehirde kaldırımlar neredeyse sıfır. Bazı yerlerde doğrudan sıfır. Araçlara kapalı bir cadde yapmışlar. İstiklal Caddesi'nin bir minyatürü. Şaşırıyoruz. 7 bin nüfuslu şehirde böylesine göz kamaştırıcı gelişmeler. Kafede sıradan birine soruyoruz. Ercüment başkan hakkında ne düşünüyorsun, diye. İlk seçimde oy vermemiştim ama ikincide verdim; adam gibi adam, diyor.
Sohbet ederken
bir yurttaş yaklaşıyor, mahallesiyle ilgili bir sıkıntısını dile getiriyor.
Mahalle komitesinde değil misin, çözsene diye karşılık veriyor başkan.Fındıklı Bld.Bşk. Ercüment Cervatoğlu ile
İlginç, güzel şeylere tanık oluyoruz burada. Başkana romanımı imzalayıp takdim ediyorum. Başarılar dileyip ayrılıyoruz. Dönerken yol üzerinde Fındıklı'nın ünlü konaklarını geziyoruz. Yönümüzü dağlara veriyoruz. Kazım Koyuncu’nun mezarını ziyaret etmeden dönmek olur mu? Olmaz tabii. Pançol köyüne gidiyoruz. Kazım Koyuncu'nun anıt mezarında hüzün doluyuz. Adalet, eşitlik ve isyanla karışık sevme tutkusuyla ülkesinin damarlarında asice akan; Türkçe, Lazca, Gürcüce, Hemşince ve Megrelce şarkılarıyla yüreklerde taht kurup, erken yaşta kanserden kaybettiğimiz müzisyen. Kolay ayrılamıyoruz oradan.
Dönüşte bir taş köprüye rastlıyoruz. Yüz yıllık bir köprü. Bir tarafında Hemşinliler, öbür tarafında Lazlar yaşıyormuş. İlginç bir hikâye.
Altı bin kilometre süren turne sırasında içime dert olan iki şeyden diğerini de burada yaşıyoruz. Romanda adı sıkça geçen, 1968'in sembol isimlerinden, Oktay Kaynak’a “kurşun kardeşliği” yapan Cihan Alptekin’in İkizdere sırtlarındaki köyü Öce'ye gidemiyoruz. “Bizum Cihan” ı, mezarında ziyaret edememek, başucuna Aklın Ayak İzleri romanını bırakamamak ne büyük eksiklik. Bağışla, sana söz sevgili Cihan, gelecek sefere buluşacağız.
+++
Söyleşi günü Hopa Parkı’ndayız. Bir kavalın ezgileri dolaşıyor aramızda.
Çınar ağaçları, iri koca gövdeleriyle gökyüzüne uzanmış bir abide gibiler. Ihlamurların arasından bize ulaşan rüzgârın sesi kuş cıvıltılarına karışıyor. Şimdi buna bir de kaval eklenmiş. Yusuf Vayiç’in kavalı, ayrı düşmüş aşkların, sevip de kavuşamayanların hüzünlü ezgilerini üflüyor kalabalığa.
Aklın Ayak İzleri’nde Hopa söyleşimiz, işte böyle kavalın ezgileriyle başlıyor.
Bir çocuğun, küçük yaşlardan başlayarak canlıların üreme yöntemlerine olan sıra dışı merakı. Üniversite yıllarında kendini, dünyayı çalkalayan bir isyan ateşinin içinde bulan bir genç, Ülkesindeki başkaldırının liderleri Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyla olan ilişkileri; öfke, itiraz ve isyanla geçen sert yıllar... Ve cezaevi... Burada yıldızlara ulaşmak üzere Mahir Çayan’la girdikleri firar tüneli; uzun cezaevi yaşamında, insan evrimiyle ilgili vardığı şaşırtıcı, sezgisel sonuçlar… Oktay Kaynak öznelliğinde anlatılan hikâyelerde, zaman zaman onun çocukluğuna olan geri dönüşler, cezaevi koşullarında yaptığı deneyler, iç düşünceler, rüyalar, insan evrimine ilişkin tutkulu merak, akıl yorma ve araştırma çabaları...
Hopa Parkı’nda hafif bir yel esiyor. Ağaçların arasında dolaşan esinti, dinleyicilere 1,9 milyon yıl öncesinin iki ayaklılarının yaşam öykülerini fısıldıyor. Yine Doğu Afrika, yine Büyük Rift Vadisi, bu sefer Turkana Gölü civarı, Koobi Fora bölgesindeyiz. İnsan öncesi ilk atalarımıza benziyorlar... Ayağa kalkmışlar, yürüyorlar, eğilip kalkıyor, oturuyor, taşı taşla yontuyor, ellerinde odun tutuyorlar...
Bir kavalın ezgileriyle başlayan söyleşi sorular, yanıtlar, imzalanan kitaplarla sona eriyor. Kültürün, sanatın, edebiyatın Hopalı dostlarıyla vedalaşıp ayrılıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com