Yusuf Nazım
T24 | 13 Ekim 2023
Aslında
başka bir konuda yazıyordum.
Malûm,
yanı başımızdaki kapıları aralanmış cehennemden ateş püskürüyor.
Dünyaya
egemen olma yarışındaki tanrıların Orta Doğu’da yarattığı bataklıktan yayılan
ateş bu.
Tam
da bu ateşin ortasında kavrulan Filistin’e dair yazıyordum ki postal seslerini
duydum;
Rap
rap! Rap rap! Rap rap!
Sesler,
ülkenin politik atmosferinden yankılanıyor, ana muhalefet partisi liderinin
ağzından dile geliyordu.
Yabancı
asker postalları altında
Alışıldık,
iflah olmaz, kaba sözcüklerden kaçınıyorum.
Edebiyatın
kanatları altına sığınıyor, ironi ile yazıyorum;
Atalarımızın
genlerinden kalma eski alışkanlığımız nüksediyor.
Bir
kez daha konu komşu ülkeler üzerine yeni seferler düzenleme hazırlığındayız. Şimdi
Lübnan ve Orta Afrika tezkeresi, sırada ise Irak ve Suriye.
Ancak,
oyunu kuralına göre oynamadan olmaz!
Öyle
ya, göz kamaştırıcı, güçler ayrılığı ilkesine sahip bir ülkeyiz. Son derece
bağımsız yargımız, tıkır tıkır işleyen demokrasimiz var.
Şu
halde, o basit formaliteyi yerine getirip her zaman olduğu gibi Türkiye Büyük
Millet Meclisinden tezkereyi almalıyız.
Öyle
de yapıyoruz. Tezkere Meclis’e geliyor. Hevesle ellerini ovuşturanlar, cılız
itirazlar, her zamanki malûm “terör” kavramına sarılanlar…
Çoğu
zaman imdada Birleşmiş Milletler’in 51.maddesi yetişiyor. Her devletin kendine
yönelik yapılan terör saldırılarında meşru müdafaa hakkı varmış!
51.Madde,
egemen devletlerin eliyle ne yöne çeksen o yöne sünüyor. Rusya Ukrayna‘yı
tehdit görüp işgal ediyor, ABD Panama‘yı... Bazen Sirte Körfezi’ne saldırıyor,
bazen kıtalar arası gidip Afganistan’ı vuruyor. Fransa Libya’da Kaddafi’nin
kellesini almakta beis görmüyor. Türkiye her fırsatta Kürtlere hücum ediyor;
Irak’ın, Suriye’nin sınırları delik deşik. Filistin dersen yeryüzünün
lanetlileri onlar. Dünyanın birçok
egemen devleti işgalcinin yanında saf tutmuş. Birleşmiş Milletler’ in 51.Maddesi
devrede, hırsızın hiç suçu yok! İsrail her daim meşru müdafaa hakkını
kullanmakta. BM’nin İsrail’in işgal ettiği toprakları terk etmesini öngören 242
nolu kararını takan bile yok.
At
izinin it izine karıştığı bu göz gözü görmez karanlıkta Kılıçdaroğlu’nun
sarıldığı şey ise postallar oluyor.
Parti
olarak çok sayıda evet oyu verdikleri tezkereler konusundaki tartışma sırasında
kullanıyor postalları.
“Yabancı asker
postallarının Türkiye Cumhuriyeti topraklarını çiğnemesine ‘evet’ diyor musun,
demiyor musun?” diye efeleniyor başka bir parti liderine.
Eee,
peki sormazlar mı insana;
“Yabancı
asker postalları tarafından çiğnenmek hangi ülkenin hoşuna gider ki?”
“Afganistan’ın,
Libya’nın, Suriye’nin, Irak’ın ve başka ülkelerin toprakları Türkiye’nin
postalları altında çiğnenirken ne olacak?”
Sanırım
her durumda, barışı tesis etmek gibi kutsal bir amacı olmalı o topraklardaki
varlığımızın…
Tıpkı
beyaz adamın 500 küsur yıl önce Amerika’da olduğu gibi. Tıpkı Batılı uygar
devletlerin Orta Doğu’da, Afrika’da, uzak Asya’daki varlığı gibi.
Sahi,
anımsayan var mı? Hangi kolonyalist devlet, başka ülkelerdeki varlığını,
oralardaki zenginlikleri sömürmek için diye açıklamıştır ki?
Egemen
ve kibirli devletlerin huyudur. Onlar, başka coğrafyalardaki “ilkel ve geri
kalmış” toplumlara hep medeniyet götürmek isterler.
Bunun
için uygarlıktan, çağdaşlıktan nasibini almamış, kültürü zayıf, dili derme
çatma toplumların toprağını işgal ederler.
Karşı
koyanı ezer, ötekini yok sayar, kimliğini inkâr eder ve kendine benzetmeye
çalışır.
İtirazın
sürekliliğine tahammülü yoktur. Sesini yükselteni, karşı koyanı, boyun eğmeyeni
terörist ilan eder.
Sonrası
basittir. Yasalarıyla, medyasıyla, iletişim gücüyle toplumu buna inandırır ve
onayını alır. Bu da yetmez, terör canavarına karşı ulusal ittifaklar,
uluslararası koalisyonlar kurulur.
Sonra
vur abalıya, hazırlan yeni seferlere. Gönder uçak gemilerini açık denizlere,
salla Cruiselarını, Tomahawklarını dört bir yana. İşgal et Afganistan’ı, fethe
çık Libya’yı, kopar kellesini Saddam’ın; kaçacak delik bırakma, yürü üstüne Kürt’ün.
Yaşayacak bir avuç toprak kalmasın, patlat tepesinde fosfor bombasını
Filistinlinin…
Lübnan
tezkeresi geçiyor, sırada Irak ve Suriye
Bir
kez daha savaş tamtamları yükselmede.
Katı,
iflah olmaz sözler tesirsiz.
Sıradan,
ezber cümlelerin arasında daralıyorum.
Sözcüklerin
baştan çıkarıcı, büyülü dünyasında yeni sığınaklar arıyorum kendime.
İflah
olmaz, ezber sözcükler kadar, postalları da sevmiyorum!
Kılıçdaroğlu,
açıkça ve mertçe söylemiyor/söyleyemiyor;
O,
kurucu lideri, Mustafa Kemal’in son derece anlamlı sözünü bile savunmaktan
aciz;
Kayıtsız
şartsız “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyemiyor.
Barış,
hep olduğu üzere egemenin dilinde uzak durulacak, ürkünç bir sözcük.
Savaşın
allak bullak ettiği coğrafyalarda, barış isteyenler ise teröristten sayılıyor.
İnsanın
tarihinde bu hep böyle olagelmiş.
Beyaz
adama göre Kızılderili, Avrupalıya göre Afrikalı zenci; Fransa’ya göre
Cezayirli, ABD’ye göre Vietnamlı, İspanya’ya göre Katalan, İngiltere’ye göre
İrlandalı, Türkiye göre Kürt, İsrail’e göre Filistinli…
O
halde rap rap, ötekinin üzerine haydi sefere!
Orta
Afrika ve Lübnan tezkeresi geçiyor, sırada Irak ve Suriye.
Ana
akım haberlerinde hızla kirlenirken cümleler, ne diyebilirim ki?
Çaresiz,
bir kez daha kederli sözcükler dolanıyor dilime.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com