23 Ekim 2023 Pazartesi

Vietnam Tet Taarruzu’ndan Aksa Tufanı’na-1

Yusuf Nazım
T24 | 23 Ekim 2023
 

"Tüfeği olanlar tüfekleri, kılıçları olanlar kılıçları, kılıçları olmayanlar küçük çapa ya da sopalarıyla savaştı. Her mezra ve cadde birer kale, her insan bir savaşçı, her parti hücresi bir kurmay heyeti gibiydi. Zafer, çok büyük bedellerle, 13 milyon şehit, binlerce kayıp, yüzbinlerce yaralı ve sakatla (83 bin sakat, 8 bin felç, 30 bin kör, 10 bin sağır) kazanıldı." Ho Che Minh

 

 

21 Kasım 1967, Ulusal Basın Merkezi, Washington DC, ABD

Ceketinin göğsü sayısız yıldız ve nişanlarla dolu adam bakışlarını salondaki meraklı kalabalığın üzerinde gezdirdi. Aynı kendisi gibi, her iki yanında sandalyelerinde dimdik oturmuş subaylarla birlikte muzaffer bir komutan edasıyla içerdekilere seslendi:

 

Evet beyler,” dedi. Kendinden emin ve sesi gürdü. “Vietnam’da yolun sonunun göründüğü önemli bir noktaya ulaştık.”

Salonda heyecanlı bir kıpırdanma oldu, flaşlar üst üste patladı. General Westmoreland konuşmasına devam etti.

“Düşmanın bütün gücünü kırdık. Yalnızca ülkenin uzak kesimlerinde küçük pusular atmaya muktedirler, o kadar.”

Generalin, ülkesinin 1963’te tarafı olduğu Vietnam savaşında geldiği noktayı anlattığı açıklamasını aynı saatlerde, Beyaz Saray’daki ofisinde televizyondan izleyen Başkan Johnson ellerini ovuşturuyor olmalıydı.

General Westmoreland, savaşla ilgili bir özet yaparak devam etti. Amaçlarının Vietnam'da komünist bir iktidarın çevre bölgelere sıçramasını önlemek olduğunu hatırlattı. Güney Vietnam ordusunu, kuzeydeki Vietnamlılar ve komünistlerden oluşan Vietkong (Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi) teröristlerine karşı eğitmek amacıyla başkent Saygon’a geldiğinde 17.000 kişiden az olduklarını, bugün bu sayının 450.000 ABD askerine ulaştığını övünerek anlattı. Dünyanın en deneyimli generallerinin komuta ettiği, en güçlü ordusunun Vietnam’da savaştığını ve yolun sonuna geldiklerini gururla vurguladı.

Konuşması hayli etkiliydi. Nasıl olmasın ki. O, General William Westmoreland idi. İkinci Dünya Savaşı ve Kore Savaşı'ndan gelen yüksek rütbeli bir gazi, Mart 1964'te ABD'nin Vietnam'daki askeri kuvvetlerinin başkomutanı ve tüm zaferlerinin mimarıydı. Time dergisinin 1965’te onu yılın adamı seçmesi boşuna değildi.

Alnına yapışmış gibi duran keskin gururuyla salondan çıkarken, iki adım ötede, darmadağın olmuş avına son hamleyi yapmak üzere Kuzey Vietnam’ın vahşi ormanlarına süzülecek sabırsız bir kartala benziyordu.

29 Ocak 1968, Beyaz Saray, Oval Ofis’in bitişiğindeki Kabine Odası

Başkan Johnson, büyük toplantı masasının bir ucunda, etrafındakileri tek tek süzer. Kuvvet komutanı generaller; Wheeler, Capman, Johnson, McConnel, Moorer ve Savunma Bakanı McNamara oradadır.

Başkan Johnson, son bir kez Vietnam’da sona gelinen savaşla ilgili komutanlardan bilgi almış, rahatlamıştır. Ayağa kalkar, odanın Beyaz Saray’ın The Rose Garden olarak adlandırılan bahçesine bakan pencerenin önüne gelir.

Son olarak, Kherson bölgesine karşı yapılacak olası bir saldırı için kuvvet komutanlarından her türlü önlemin alındığına dair teminatını duyar, içi iyice rahatlar. 

1 Gün sonra, 30 Ocak 1968, Başkent Saygon, ABD Büyükelçiliği


31 Ocak Vietnam’da Yeni Ay Yılı olarak kabul edilen gündür. Tüm Vietnam Yeni Ay Yılı anlamına gelen TET tatiline ve festivaline hazırlanmaktadır. Ülke genelinde azalan çatışmalara rağmen üzerinden kuş uçurtulmayan Büyükelçilik binasında gündüz verilen parti akşam saatlerine dek sürmüş, gecenin ilerleyen saatleri yerini huzurlu bir sessizliğe bırakmıştır.

 

Gecenin karanlığında binayı çevreleyen duvarın altında şiddetli bir patlama sesi duyulur. Açılan delikten ellerinde silahlarla Vietkong gerillaları büyükelçilik bahçesinin içine akın eder. Bir anda ortalık cehennem yerine döner; patlayan bombalar, otomatik tüfekler, roket atar sesleri, yükselen çığlıklar… 

Bütün ABD kamuoyunun, bu işin sonuna gelindiğine inandırıldığı bir anda 19 tünel kazıcı Vietkong gerillası, “Amerikalıları şoka uğratacak bir çılgınlıkla” başkent Saygon’un en iyi korunan binasını hedef almış, ABD Büyükelçiliği’nin duvarlarından içeri girmişlerdir.

Dünyanın en güçlü savaş makinesinin kırılan iradesi

Telsizler, bu şok edici haberi Güney Vietnam Müşterek Genelkurmay Karargâhı’na iletmekte gecikmezler. Ancak askeri telsizlerden merkez karargâha, bunun dışında başka haberler de akmaktadır; Tan Son Nhut Hava Üssü, Bağımsızlık Sarayı, Güney Vietnam Askeri Kuvvetleri Personel Karargâhı, Deniz Kuvvetleri Karargâhı ve Radyosu Vietkong gerillalarının baskınına uğramıştır. Telsizler yeni baskın haberleriyle harıl harıl çalışmaya devam eder; Saygon’daki Yerel Kuvvetler Taburu, Merkez Polis Karakolu, Topçu Komutanlığı ve Zırhlı Komuta Karargâhı ile Güney Vietnam'daki I. ve II. Kolordu Taktik Bölgelerinin büyük bölümü de saldırıların hedefi olmuştur. Kısa sürede şok edici gerçek anlaşılır. 450.000 kişilik ABD ordusunun da içinde olduğu Güney Vietnam’ın tüm savaş mekanizmasının en önemli merkezleri ateş altındadır. Çok geçmeden gerillalar General Westmoreland’ın da bulunduğu Müşterek Genelkurmay Karargâhı’na dahi sızmayı başarırlar…

 

ABD Ordusu’nun yolun sonuna gelindiğine ilişkin rahatlığı, önceki Tet bayramlarında yapılan ateşkesler, yeni yıl bayramı nedeniyle Güney Vietnam ordusunun çoğu personelinin izinli olması tüm savaş aygıtını hazırlıksız yakalamıştır.

Amerikan ordusunun çelik iradesini kıran taarruz

Kuzey Vietnamlıların yenildiğine, düşmanın bütün gücünün kırıldığına, yalnızca ülkenin uzak kesimlerinde küçük pusular atmaya muktedir olduklarına inandırılan ABD kamuoyu şok olmuştur.

80.000'den fazla Kuzey Vietnam Halk Ordusu askeri ve Vietkong gerillası, 44 eyalet başkentinden 36'sı, altı özerk şehirden beşi, 245 ilçe kasabasından 72'si ve güney başkenti de dâhil olmak üzere 100'den fazla kasaba ve şehir hedef alınır.

Khe Sanh'daki ABD savaş üssü çevresinde çatışmalar iki ay daha devam edecek,” Hue antik kenti ve şehri, üç haftadan fazla süre 7500 kadar gerillanın kontrolüne girecektir.


Tet Taarruzu’yla Amerikan ordusunun çelik iradesi kırılır. General Westmoreland’ın savaşı kazanabilmek için 200.000 yedek askere daha ihtiyaç olduğunu yönündeki talebi ABD siyasetçilerini derinden düşündürür. Amerikan halkının savaşa verdiği destek azalmaya başlamıştır.

Başkan Johnson, çok değil iki ay sonra Amerikan halkına seslendiği tarihi konuşmasında savaşı genişletmeyeceğini söyleyerek Hanoi’ye barış görüşmelerine başlama teklifinde bulunur. Böylece müzakerelerin yolu açılmış olur.

ABD istihbaratının derin başarısızlığı

Tet Taarruzu, dünyanın en güçlü istihbarat örgütünün başarısızlığına dair savaş tarihine geçmiş en trajik örneklerden biridir.

Amerikalılar iyice güçten düşmüş olduklarına inandıkları Kuzey Vietnamlılardan, böylesine sürpriz, büyük ve eş zamanlı bir saldırıyı asla beklemiyordu.

Çok geniş bir istihbarat ağına sahip CIA, Başkent Saygon’a sivil kıyafetleriyle sızan 5.000 Vietkong gerillasını gözünden nasıl kaçırdığını çözemez.

Hatalı istihbaratın büyüklüğüne dair General Adams örneğin, “Binh Dinh bölgesindeki düşman mevcudiyetiyle ilgili istihbaratın 4500 olarak hesaplandığını ancak, ele geçirilen bir Vietkong belgesinde bölgedeki düşman sayısının 50.000 olduğunu” söyleyecektir.

Taarruz sırasında Vietnam'daki II. Saha Kuvvetleri komutanı olan ve sonraki yıllarda Genelkurmay Başkanlığına terfi edecek olan Bruce Palmer, saldırı öncesinde "Vietkong'un yenildiğini" ve "Yiyecek tedariki yapamadığını, asker alamadığı” yönündeki raporlara sahipti.

Oysaki bunun ne büyük bir yanılgı olduğu en trajik şekilde anlaşılacaktı.

Amerikan Askeri Akademisi’nin Tet Saldırısı ile ilgili sonradan yaptığı değerlendirmesinde bunun “tam bir sürpriz etkisi sağladığı kabul edilmekte” ve “saldırının Japonya’nın 1941 Pearl Harbor Saldırısı ve Almanya’nın 1944 Arden Saldırısı ölçeğinde bir istihbarat başarısızlığı olduğu” kabul edilmekteydi.

Doğası gereği Tet Taarruzu, böylesine geniş çaplı, eş zamanlı sürpriz saldırı,

gerilla savaşı tarihinde önemli bir lojistik başarıydı. Yapılan taarruzda kullanılacak silah ve mühimmatın önemli bölümü yerleşim merkezlerine büyük gizlilikle önceden taşınmıştı.  

Ancak Vietkongluların umdukları şey olmadı. Dünya savaş tarihine geçen bu ünlü taarruz başarısızlıkla sonuçlandı. Beklenen halk ayaklanması hiçbir zaman gerçekleşmedi. Harekâta katılan komünist gerillaların çoğu, ele geçirdikleri bölgelerde ya öldürüldü ya da geri püskürtüldüler.

Buna karşılık Tet Taarruzu, büyük bir askeri yenilgiyle sonuçlansa da komünistler, savaşı kazanmalarına yol açacak inkâr edilemez psikolojik bir zafer elde ettiler. Dahası, Amerikalıları, bu savaşı asla kazanamayacaklarına inandırmış olmalarıydı.

Askeri açıdan kaybedilmiş, psikolojik ve politik olarak kazanılmış bir zafer

Ho Che Minh

ABD’nin Vietnam’da taraf olduğu savaşta mutlak bir kırılma noktası olan Tet Taarruzu’nun görünen sonuçları şunlar olmuştur:

1-Bu saldırı, ABD askerlerine, Vietnam’ın neredeyse hiçbir yerinde güvende olmayacaklarını gösterdi.

2-Amerikan komutanlarına, Vietnamlı komünistlerin istedikleri zaman Güney Vietnam’ın herhangi bir bölgesine cesaret dolu yeni saldırılar yapabileceği yönünde güçlü bir mesaj vermiş oldu.

3-Örgütlü insan aklı ve zekâsı karşısında, dünyanın en güçlü istihbaratının bile çaresiz kalabileceğini teyit etti.

4-Taarruz, 450.000 kişilik Amerikan savaş aygıtına karşı benzersiz bir meydan okumaydı ve Amerikan halkının ve hükümetinin savaş iradesinin kırılmasına yol açtı.

5-ABD açısından Tet Taarruzu, askeri açıdan kazanılmış bir muharebe olsa da, psikolojik açıdan derin bir travma, siyasi anlamda ise büyük bir yenilgiydi.

6-Psikolojik ve siyasi açıdan olduğu gibi ABD’nin, medya alanında da kaybetmeye başladığının işaretlerini verdi.

7-Amerikan ordusunun napalm bombasıyla yaktığı köyler, zehirlediği ormanlar, buralarda uyguladığı akıl almaz vahşet ve katliamlar bir şekilde dünya kamuoyunda daha görünür hale geldi. ABD’nin 19.000 km uzakta taraf olduğu savaş, kendi ülkesi ve tüm dünyada sorgulanmaya başladı.

8-Tet Taarruzu’nda 4954 Güney Vietnamlı’ya ek olarak, 3895 Amerikalı öldürülürken; 58.373 Vietkong askeri ölmüştür. Ölü sayıları neredeyse 1 e 7 oranındadır. Komünistlerin büyük yenilgisine rağmen, Tet kayıplarının yerini dolduracak askere alma çağrılarının Vietnam halkında karşılık bulması, işgalci tarafın zaten zayıflamış olan umutlarını iyice kırdı ve Amerikan halkının savaşa verdiği desteğin azalmasına yol açtı.

Tet Taarruzu esnasında dünyaya yayılan çok çarpıcı fotoğraflar arasında biri vardır ki, savaşın görünen kaderinin resmi gibidir. Fotoğrafta, Vietnam Ulusal Polis şefi Nguyen Ngoc Loan’ın 38 kalibrelik tabancasını başına dayadığı Vietkonglu tutsak Nguyan Van Lem görülmektedir. Videosu da mevcut olan fotoğrafta, namludan çıkan kurşunla, Lem’in parçalanacak kafasından boşalan oluk oluk kan, savaşı evlerindeki rahat koltuklarında, televizyonlardan izleyen milyonlarca Amerikalının adeta yüzüne çarpacak, vergileriyle finanse ettikleri bu çirkin savaşı sorgulamalarına neden olacaktır.

Amerikan ordusunun korkulu rüyası: Vietkong Tünelleri

Nihayet Tet Taarruzu’ndan iki ay sonra Amerikalılar gerçeği görürler. Mayıs 1968'de ABD ve Kuzey Vietnam arasında Paris'te barış görüşmeleri başlar.

Ne var ki müzakereler ilerlerken savaş, Vietkong’un ele geçirdiği moral üstünlük ve yaptığı takviye kuvvetlerle ülkenin şehirlerinde ve kırlarında devam edecektir.

ABD ordusu, kimyasal gazlarla üçte birini yok ettiği Kuzey Vietnam ormanlarındaki gizli tünellerle bir türlü baş edemez.

Amerikan askerlerinin korkulu rüyası olan ve uzunluğu 200 km’yi bulan bu tüneller Vietkong gerillalarının akıl almaz savaş taktik ve manevralarına tanıklık eder. 

Vietnam savaşı, arkasında milyonlarca ölü, yaralı, kayıp ve sakat ile ABD ordusunun Vietnam topraklarına attığı 8 milyon ton bombayla harap olmuş bir ülke, yanmış ve zehirlenmiş ormanlar bırakır.

Vietnam’da Fransızlara karşı başlayan bağımsızlık savaşı, efsanevi lider Ho Che Minh’in 1945 yılında, Hanoi’deki Ba Dinh Alanı’nda yarım milyon kişiye karşı okuduğu Bağımsızlık Bildirisi’nden tam otuz yıl sonra başarıya ulaşır.

ABD işgali öncesi ve sonrasında, Kuzey Vietnam’ın gerçekleştirdiği bütün taarruzları yöneten, Halk Ordusu Komutanı General Giap önderliğinde yürütülen bağımsızlı savaşı, 30 Nisan 1975'te Vietkong birliklerinin Saygon şehrindeki son direniş noktalarını da aşıp, yerel saatle 11.30'da Bağımsızlık Sarayı’na Vietkong bayrağını çekmesiyle son bulur.

Tarihin çarkı bir kez daha yeryüzünün lanetlilerinden yana dönmüştür.

Dünyanın en güçlü ekonomisine, silah ve teknolojisine sahip modern bir savaş aygıtı, Asya’nın uzak kırlarında Ho Amca’nın dediği gibi yeri geldiğinde tüfek ve kılıçlarla, yeri geldiğinde çapa ve sopalarla savaşan ilkel ama örgütlü, sıradan ama inançlı bir köylü ordusuna yenik düşmekten kurtulamamıştır.


https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/vietnam-tet-taarruzu-ndan-aksa-tufani-na-1,41952

Yarın: Vietnam Tet Taarruzu’ndan Aksa Tufanı’na-2

Yararlanılan kaynaklar:

1-Gerilla Savaşının Stratejisini Anlamak: Tet Saldırısı Örneği, 1968, Mustafa ÖZVEREN - Kaan Kutlu ATAÇ, Güv. Str. Derg. 2023, 19(44): 181-212

2-Council on Foreign Relations, TWE Remembers: General Westmoreland Says the “End Begins to Come Into View” in Vietnam, Blog Post by James M. Lindsay, November 21, 2017

3-CIA Arşivi, Notes of The Presidet's Meeting with The Joint Chieif of Staff, January 29, 1968, Cabinet Room (Approved for Relaese: 2018/07/26C00339612)  4-Diğer anonim kaynaklar  

 

 

17 Ekim 2023 Salı

Ebu Salah’ın sapanı

Yusuf Nazım
T24 | 17 Ekim 2023


Adı Fadi Ebu Salah.

 

2018’de bir fotoğraf karesinde gördüm onu.

 

29 yaşında, evli, dört çocuk babası.

 

2008’de Gazze’ye ölüm kusan İsrail uçakları almış bacaklarını.

 

Ayakları yok ama olsun, kolları var.

 

Kolları olmasa da ne yazar, belli ki bedeninden büyük yüreği var!

 

Avuç içi kadar kalmış toprağını kuşatan dikenli sınır tellerinin arasında.

 

Elinde sapanı!

 

Yarım kalmış bedeni, zulmün ve nefretin çağından fırlamış gibi.

 

Karanlığın, kötülüğün ve bataklığın tanrılarına meydan okuyan bir isyan ikonunu andırırcasına dimdik.

 

Bir vuruşta düşürüp şarlatanlığın maskesini, paramparça edecek gibi duruyor yalanın zırhını.

 

Elinde sapanı, Ebu Salah’ın görüntüsü…

 

Reuters Ajansı’nın muhabiri İbrahim Ebu Mustafa’nın fotoğraf makinesinden bir çığlık olmuş düşmüş insanlığın önüne…

 

*  *  *

Fadi Ebu Salah.


Fadi Ebu Salah.

 

İşgal altında, yanık topraklara açmış gözlerini.

 

Huzur içinde ‘ülkem, vatanım’ diyemediği topraklara…

 

Adı var, kendisi kurtlar sofrasında, paramparça olmuş Filistin’e…

 

Hep ateş altında kavrulmuş teni, hep silah sesleriyle uyumuş, hep barut kokmuş nefesi…

 

On yıl olmuş ayakları yok!

On yıldır yürümeyi unutmuş, on yıldır işgalci bir dünyaya karşı direnişte!

 

Karşısında en ağır silahlarıyla İsrail ordu askerleri.

 

Yalnızca İsrail değil, modern dünyanın bütün barbarlığı karşısında.

 

O bir fotoğraf değil!

 

Bir çığlık!

 

Toprakları işgal altında, evi yurdu harap, dünyanın bütün mazlumlarının çığlığı.

 

Yeryüzünün cümle lanetlilerinin, bütün yalnızlarının; ötekileri ve itilmişlerinin çığlığı.

 

*  *  * 

Ebu Salah.

 

Onun, tıpkı ülkesi gibi küçülmüş bedenini bir tabuta koydular.

 

Olmayan ülkesinin bayrağına sardılar.

 

Özgürlüğe susamış toprağında, Gazze’nin ateşten koynuna bıraktılar.

 

O şimdi yaşamıyor!

 

İkiyüzlülüğün, riyakârlığın, ihanetin; hisse senetlerinin ve ticari sırların kirlenmiş dünyasında değil artık o.

 

2008'de bacaklarını alan Gazze'deki ateş, 2018'de yarım bıraktığı işi çoktan tamamlamış!

 

2018’de İsrailli bir keskin nişancının namlusundan çıkan mermiler almış onun canını.

 

Ebu Salah öldü.

 

Geride dört çocuğu kaldı.

 

Tanrıların yarattığı bu cehennemde nasıl yaşayacak, nasıl nefes alıp büyüyecekler belli değil?

 

Daha niceleri gibi bedenleri alev alıp yanacak mı?

 

Yoksa, acının ve zulmün onlara miras bıraktığı bu talihsiz topraklarda her biri ateş olup yakacak mı, belirsiz.

 

*  *  *

 

Tarih 16 Ekim 2023.

 

Aradan beş yıl daha geçmiş.

 

Fadi Ebu Salah…

 

Şaşkın gözlerle Gazze’den dünyaya bakıyor.

 

Ne zaman kuruldu bu düzen, bilmiyor.

 

Hangi tanrının eseri bu zalimlik, anlam veremiyor.

 

Şiddetin ve yangının kasıp kavurduğu topraklarda bir yay gibi, öfkeyle gerilmiş bedeni.

 

Bir kez daha dikenli tellerin arkasında; bir kez daha kıstırılmış, bir kez daha ateş çemberinin tam ortasında!

 

Yine zalim, yine riyakâr, yine ikiyüzlü bir dünyaya doğru sallıyor sapanını.

 

Yeryüzüne, nefreti ve zalimliği reva görmüş ilahlar gardını almış, teyakkuzda.

 

Karşısında medeniyetin cümle barbarları; silah ve sigorta şirketleri, yapay zekâ, hendek ve fosfor bombaları, insanlı/insansız hava araçları, uçak gemileri, tekmil füzeler…

 

Karşısında dünyanın en büyük haber ajansları, bankalar, ülkeler arası gizli anlaşmalar, koalisyon kuvvetleri; modern dünyanın bütün zalimleri…

 

Ebu Salah, elinde sapanıyla yalnız!

 

Ebu Salah’ın sapanı ama her yerde.

 

Her taşın altında, her ağacın gölgesinde, her duvarın arkasında, her namlunun ucunda…

 

Ona doğrultulmuş her süngünün parıltısında; Asya’da, Afrika’da, Amerika’da, Orta Doğu’da ve tüm yeryüzü parçalarında; hep yok sayılmış, hep onuru kırılmış, hep örselenmiş her insanın elinde.

 

Hasmına karşı koyabilecek mi?

 

Zorla bastırılmış, duyguları çalınmış, hayalleri elinden alınmış büyük insanlığa bir ses olabilecek mi?

 

Bu kokuşmuş dünya bataklığından kurtulmak için bir yol bulabilecek mi?

 

Ebu Salah’ın sapanı...

 

Bu zalim, bu şeytani, bu gözü dönmüş dünyayla baş edebilecek mi?  

https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/ebu-salah-in-sapani,41883

13 Ekim 2023 Cuma

Kılıçdaroğlu’nun postalları

Yusuf Nazım
T24 | 13 Ekim 2023

Aslında başka bir konuda yazıyordum.

 

Malûm, yanı başımızdaki kapıları aralanmış cehennemden ateş püskürüyor.

 

Dünyaya egemen olma yarışındaki tanrıların Orta Doğu’da yarattığı bataklıktan yayılan ateş bu.

 

Tam da bu ateşin ortasında kavrulan Filistin’e dair yazıyordum ki postal seslerini duydum;

 

Rap rap! Rap rap! Rap rap!

 

Sesler, ülkenin politik atmosferinden yankılanıyor, ana muhalefet partisi liderinin ağzından dile geliyordu.

 

Yabancı asker postalları altında

 

Alışıldık, iflah olmaz, kaba sözcüklerden kaçınıyorum.

 

Edebiyatın kanatları altına sığınıyor, ironi ile yazıyorum;

 

Atalarımızın genlerinden kalma eski alışkanlığımız nüksediyor.

 

Bir kez daha konu komşu ülkeler üzerine yeni seferler düzenleme hazırlığındayız. Şimdi Lübnan ve Orta Afrika tezkeresi, sırada ise Irak ve Suriye.

 

Ancak, oyunu kuralına göre oynamadan olmaz!

 

Öyle ya, göz kamaştırıcı, güçler ayrılığı ilkesine sahip bir ülkeyiz. Son derece bağımsız yargımız, tıkır tıkır işleyen demokrasimiz var.

 

Şu halde, o basit formaliteyi yerine getirip her zaman olduğu gibi Türkiye Büyük Millet Meclisinden tezkereyi almalıyız.

 

Öyle de yapıyoruz. Tezkere Meclis’e geliyor. Hevesle ellerini ovuşturanlar, cılız itirazlar, her zamanki malûm “terör” kavramına sarılanlar…

 

Çoğu zaman imdada Birleşmiş Milletler’in 51.maddesi yetişiyor. Her devletin kendine yönelik yapılan terör saldırılarında meşru müdafaa hakkı varmış!

 

51.Madde, egemen devletlerin eliyle ne yöne çeksen o yöne sünüyor. Rusya Ukrayna‘yı tehdit görüp işgal ediyor, ABD Panama‘yı... Bazen Sirte Körfezi’ne saldırıyor, bazen kıtalar arası gidip Afganistan’ı vuruyor. Fransa Libya’da Kaddafi’nin kellesini almakta beis görmüyor. Türkiye her fırsatta Kürtlere hücum ediyor; Irak’ın, Suriye’nin sınırları delik deşik. Filistin dersen yeryüzünün lanetlileri onlar.  Dünyanın birçok egemen devleti işgalcinin yanında saf tutmuş. Birleşmiş Milletler’ in 51.Maddesi devrede, hırsızın hiç suçu yok! İsrail her daim meşru müdafaa hakkını kullanmakta. BM’nin İsrail’in işgal ettiği toprakları terk etmesini öngören 242 nolu kararını takan bile yok.

 

At izinin it izine karıştığı bu göz gözü görmez karanlıkta Kılıçdaroğlu’nun sarıldığı şey ise postallar oluyor.

 

Parti olarak çok sayıda evet oyu verdikleri tezkereler konusundaki tartışma sırasında kullanıyor postalları.

 

“Yabancı asker postallarının Türkiye Cumhuriyeti topraklarını çiğnemesine ‘evet’ diyor musun, demiyor musun?” diye efeleniyor başka bir parti liderine.

 

Eee, peki sormazlar mı insana;

 

“Yabancı asker postalları tarafından çiğnenmek hangi ülkenin hoşuna gider ki?” 

 

“Afganistan’ın, Libya’nın, Suriye’nin, Irak’ın ve başka ülkelerin toprakları Türkiye’nin postalları altında çiğnenirken ne olacak?”

 

Sanırım her durumda, barışı tesis etmek gibi kutsal bir amacı olmalı o topraklardaki varlığımızın…

 

Tıpkı beyaz adamın 500 küsur yıl önce Amerika’da olduğu gibi. Tıpkı Batılı uygar devletlerin Orta Doğu’da, Afrika’da, uzak Asya’daki varlığı gibi.

 

Sahi, anımsayan var mı? Hangi kolonyalist devlet, başka ülkelerdeki varlığını, oralardaki zenginlikleri sömürmek için diye açıklamıştır ki?

 

Egemen ve kibirli devletlerin huyudur. Onlar, başka coğrafyalardaki “ilkel ve geri kalmış” toplumlara hep medeniyet götürmek isterler.

 

Bunun için uygarlıktan, çağdaşlıktan nasibini almamış, kültürü zayıf, dili derme çatma toplumların toprağını işgal ederler.

 

Karşı koyanı ezer, ötekini yok sayar, kimliğini inkâr eder ve kendine benzetmeye çalışır.

 

İtirazın sürekliliğine tahammülü yoktur. Sesini yükselteni, karşı koyanı, boyun eğmeyeni terörist ilan eder.

 

Sonrası basittir. Yasalarıyla, medyasıyla, iletişim gücüyle toplumu buna inandırır ve onayını alır. Bu da yetmez, terör canavarına karşı ulusal ittifaklar, uluslararası koalisyonlar kurulur.

 

Sonra vur abalıya, hazırlan yeni seferlere. Gönder uçak gemilerini açık denizlere, salla Cruiselarını, Tomahawklarını dört bir yana. İşgal et Afganistan’ı, fethe çık Libya’yı, kopar kellesini Saddam’ın; kaçacak delik bırakma, yürü üstüne Kürt’ün. Yaşayacak bir avuç toprak kalmasın, patlat tepesinde fosfor bombasını Filistinlinin…

 

Lübnan tezkeresi geçiyor, sırada Irak ve Suriye

 

Bir kez daha savaş tamtamları yükselmede.

 

Katı, iflah olmaz sözler tesirsiz.

 

Sıradan, ezber cümlelerin arasında daralıyorum.

 

Sözcüklerin baştan çıkarıcı, büyülü dünyasında yeni sığınaklar arıyorum kendime.  

 

İflah olmaz, ezber sözcükler kadar, postalları da sevmiyorum!

 

Kılıçdaroğlu, açıkça ve mertçe söylemiyor/söyleyemiyor;

 

O, kurucu lideri, Mustafa Kemal’in son derece anlamlı sözünü bile savunmaktan aciz;

 

Kayıtsız şartsız “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyemiyor.

 

Barış, hep olduğu üzere egemenin dilinde uzak durulacak, ürkünç bir sözcük.

 

Savaşın allak bullak ettiği coğrafyalarda, barış isteyenler ise teröristten sayılıyor.

 

İnsanın tarihinde bu hep böyle olagelmiş.

 

Beyaz adama göre Kızılderili, Avrupalıya göre Afrikalı zenci; Fransa’ya göre Cezayirli, ABD’ye göre Vietnamlı, İspanya’ya göre Katalan, İngiltere’ye göre İrlandalı, Türkiye göre Kürt, İsrail’e göre Filistinli…

 

O halde rap rap, ötekinin üzerine haydi sefere!

 

Orta Afrika ve Lübnan tezkeresi geçiyor, sırada Irak ve Suriye.

 

Ana akım haberlerinde hızla kirlenirken cümleler, ne diyebilirim ki?

 

Çaresiz, bir kez daha kederli sözcükler dolanıyor dilime.

https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/kilicdaroglu-nun-postallari,41838

2 Ekim 2023 Pazartesi

Soyadı 'yan' ile biten isimler

Yusuf Nazım
T24 | 30 Eylül 2023

Soyadı ‘yan’ ile biten isimleri sevmem!

Bu isimlerin bende ayrı bir yeri vardır.

Ne zaman böyle bir isim duysam, önce bir fırtına başlar yüreğimde, sonra keskin bir hüznün acılı çırpınışları.

Ürperirim.

Çok geçmeden o ismin öznesine dair güçlü bir empati hissederim.

*  *  *

İki askerin arasında duran adamı gördüğümde de yine öyle oldu.

Elleri kelepçeliydi.

Gözükmesin diye kelepçenin üzeri photoshop kullanılarak bir çiçek buketiyle kapatılmıştı.

Kırçıl sakallı adamın yüzünde, tarihin kıyıcı bir döneminden kesilip yapıştırılmış gibi duran bir hüzün vardı.

Ürperdim!

Soyadı ‘yan’ ile bitiyordu…

*  *  *

Dağlık Karabağ Ermenileri göç yolunda, 29 Ekim 2023


Eylüldü, hava soğuk.

Dağların yamaçlarından bir yılan gibi uzun uzadıya kıvrılan yol ufukta kayboluyordu.

Üç şeritli yoldaki araçlar kimi yerde üçlü, kimi yerde dörtlü sıra olmuş, hepsi aynı istikamette dizilmişlerdi.

Trafik tamamen durmuştu. Araçların arasından, yol kenarlarından, patikalardan insanlar yürüyordu.

Yüzlerde, rakımı bin metreden yüksek tepelerde esen sert rüzgârın yorgun ekşiliği. Havada kılıç gibi keskin, acımasız bir hüzün.

Bıçak açmıyor ağızları.

Koşan, ağlayan, sızlanan kadınlar, genç kızlar; annelerinin kucağında bebekler; üstü açık kamyonların kasalarında battaniyelere sarılmış yaşlı kadınlar, kapüşonlu kalın giysileri içinde uyuyan çocuklar...

Çaresizliğin çekilmez bir yol olduğu bu insanlar, nasıl bir geleceğe gittiklerinden habersizler.

*  *  *

 Burası Laçin Koridoru.

Azerbaycan Toprakları içinde, nüfusunun çoğu Ermenilerden oluşan Dağlık Karabağ bölgesini Ermenistan’a bağlayan yolun geçtiği 5 km genişliğindeki bölge.

2020 Dağlık Karabağ Ateşkes Antlaşması gereği Rus Barış Gücü’nün kontrolünde olan bölgenin bir kısmı Ağustos 2023’de Azerbaycan tarafından ele geçirilince yeni bir yol yapılmış.

Araç ve insan seli 77 km uzunluğundaki işte bu yol üzerinden Ermenistan’a doğru akmakta.

21. yüzyılda tarih yeni bir insan göçüne daha sahne oluyor.

Karabağ'daki We Are Our Mountains (tatik-papik) anıtı, 1967 

Tanrılar bir kez daha güçlü olandan yana hükmünü vermiş.

Daha çok gazi, daha fazla petrolü olan, gazi ve petrolü olmayana hükmetme peşinde. Daha güçlü silahları, daha çok parası olan, güçsüz ve silahsız olanın üzerine yürümekte beis görmüyor.

Bir kez daha varsıl ve egemen olanın zehri, yoksun ve güçsüz olanın ruhuna zerk ediliyor.

Her tarafta ışık hızıyla dolaşan videolar, fotoğraflar var.

Puslu dağların yamaçlarından islim islim, döne dolana ilerliyor kalabalıklar.

Sanırsın dünyanın lanetlileri bunlar. Alabildiklerini, aceleyle almışlar yanlarına, canlarını kurtarma telaşındalar.

Otomobillere, minibüslere, eski püskü kamyonların kasalarına doluşmuşlar. Yüzlerinde kılıç yarası bir acının izleri, gidiyorlar.

Bu sahne hiç de yabancı değil!

Daha öncekileri saymıyorum:

1992-95’te Bosna Hersek’te Srebrenica’daki Sırp kıyımından kaçan Müslümanlar.

1993’te Irak’ta Saddam Hüseyin’in ordusunun kıyımından kurtulmak için Türkiye sınırına doğru yollara düşen Kürtler.

1994 yılında, bu sefer tersine bir insan akını; boşaltılan, yakılan, yıkılan köylerinden canlarını kurtarıp Irak’a kaçan Türkiye Kürtleri.

2014’te Şengal’de, IŞİD katliamından kaçarak ıssız çöllere sığınan Ezîdiler.

Karabağ'dan göç: Son bakışlar

Saymakla bitmiyor, uygar dünyanın marifeti hikâyeler.

2015 sonrası Kurtlar sofrasındaki Suriye’den can havliyle Türkiye ve Avrupa’nın kapılarına dayanan Araplar ve diğer halklar…

2022’de yirmi yıllık ABD İşgalinin ardından, Taliban iktidarının şeriat zulmünden kaçmaya çalışan Afgan halkı…

Ve Rusya’nın saldırısı karşısında Avrupa yollarında düşen milyonlarca Ukraynalı…

Ve İsrail işgali altındaki Filistinlilerin bitmeyen dramı…

Ve daha niceleri…

Fotoğraf aynı fotoğraf, halklara biçilen kader hep aynı tanrıların eseri.

Silahlar dersen aynı fabrikalarda üretiliyor, tetiğe dokunan eller ise birbirinin benzeri, silah şirketlerinin hisseleri borsada rekor üstüne rekor kırıyor.

Sınır tanımıyor ırkçılığın zehiri, ülkeden ülkeye fütursuzca dolaşıyor.

Azerbaycan ve Ermenistan Toprakları da nasibini almış bundan.

Daha çok gazı ve silahı olan kibir ve ihtirasla kükrüyor ötekinin üzerine.

Korku dağları sarmış.

Geçmiş zamanların uğursuz belleğinden zuhur eden katliam ve kıyım korkusu olmalı bu.

Daha önce milliyetçi Ermeni’nin elinden masum Azeri’yi tutuşturan ateş, bu sefer tersine dönmüş, Ermeni’yi yakıyor.

Tanrılar yine acımasız, bir kez daha güçlü olanın yanında saf tutmuşa benziyor.

Nüfusunun çoğu Ermenilerden oluşan Dağlık Karabağ boşalıyor.

*  *  *

Ruben Vardanyan

Bir fotoğraf daha düşüyor önüme.

İki Azeri askerinin arasında duran adama uzun uzun bakıyorum.

Adı Ruben Vardanyan.

Bir iş insanı, tanınmış bir hayırsever, eski bir akademisyen. Bir ara Dağlık Karabağ’a devlet bakanı olarak atanıp dört ay sonra Türkiye’nin baskısıyla görevden alınmış.

Fotoğrafın bir köşesinde, yine photoshop’la iliştirilmiş Enver Paşa’nın sureti var.

Paşa’nın yüzünde kibirli bir sırıtış, yine kıstırdık sizi, der gibi bakıyor.

Sosyal medyadaki fotoğrafın altında, ırkçılık virüsünden çokça nasibini almış yorumlar akmakta. Kimi gamalı haç profilinde, kimi nefretle beslenmiş histerik çığlıklar içinde…

*  *  *

 Dedim ya, soyadı ‘yan’ ile biten isimleri sevmem.

 Bana acıyı, zulmü, kıyımı anlattığı için sevmem!

Tarihin belirli kesimlerinde paylarına hep ölüm, hep kırım, hep sürgün düştüğünü bana anımsattığı için…

Belki de insanın insana olan bu sınırsız zulmüne çaresiz kalıp utandığım için.

https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/soyadi-yan-ile-biten-isimler,41699