T24 - 15 Ocak 2015
Siirt.
Soğuk bir gün.
Kalabalık bir grup.
Kalabalık bir grup.
Bir arbede, koşturmaca; bağrışma ve çağrışma sesleri.
İlk bakışta ne olduğu anlaşılamıyor.
Boğuk bir feryat yükseliyor kalabalığın arasından. Sesler
öyle uğultulu, öyle karışık, öyle anlaşılmaz ki...
Sanırsın göğüs göğse çarpışan iki ordunun son boğazlaşma anıdır bu.
Sanırsın göğüs göğse çarpışan iki ordunun son boğazlaşma anıdır bu.
Çoğunluğu kolluk kuvvetlerinden oluşan bir kalabalık bu.
Resmi ya da sivil; silahlı ya da silahsız, maskeli ya da
maskesiz.
Ama hepsi donanımlılar; başlarından kaskları, bereleri; gaz maskeleri, copları, biber gazları, uzun namlulu silahları...
Ama hepsi donanımlılar; başlarından kaskları, bereleri; gaz maskeleri, copları, biber gazları, uzun namlulu silahları...
En çok da yüzlerinde soğuk, karanlık bir bulut gibi asılı
duran öfkeleri...
Etrafta, ellerinde kameralarla çekim yapmaya çalışanlar da
var; medya mensupları olmalı bunlar, hop inip hop kalkıyorlar.
Kalabalık -polisler
yani- aynı ve tek bir noktaya doğru heyecanla koşmaktalar; birbirlerini
geçmeye çalışıyor, hamle yapıyor, hep aynı yere doğru hücum ediyorlar...
Aradan tiz bir çığlık duyuluyor
Aradan tiz bir çığlık duyuluyor
O da nesi!
Ne için orada oldukları, ne yaptıkları anlaşılamayan bu
insan güruhunun arasında, yerde, hemen ayakları dibinde çırpınan birileri var!
Üstelik aynı ve tek bir noktaya temerküz etmiş kalabalığın -
polislerin yani- tam ortasında!
Kalabalık biraz daha yekiniyor; koşturan koşturana; bağıran
çağırana, vuran vurana...
Aradan tiz bir çığlık duyuluyor ama tam anlaşılamıyor.
Birkaç kamera birden yükseliyor, en doğru görüş açısını
yakalamaya çalışıyorlar.
Sağ tarafta bir kadın giriyor kadraja. Çaresiz, ellerini
ovuşturuyor.
Omuzlarında kaskları, otomatik silahlarıyla sırtlarında
"polis" yazılı bir gurup
daha hışımla yetişiyor!
Anlaşılmaz bir uğultu, küfürler boğuk boğuk; kollar
kalkıyor, yumruklar
iniyor, tekmeler savruluyor; öfkeli kalabalığın ortasında feryat figan bir çığlık yeniden yükseliyor!
Derken, iri bedenleri, anlaşılmaz öfkeleriyle bir nefret topuna dönüşmüş kalabalığın ortasında, yerde çırpınan yalnızca, ama yalnızca tek bir kişi gözüküyor!
iniyor, tekmeler savruluyor; öfkeli kalabalığın ortasında feryat figan bir çığlık yeniden yükseliyor!
Derken, iri bedenleri, anlaşılmaz öfkeleriyle bir nefret topuna dönüşmüş kalabalığın ortasında, yerde çırpınan yalnızca, ama yalnızca tek bir kişi gözüküyor!
Bunca hiddetin, bunca panik ve telaşın; bunca bağrış ve
çağrışın sebebi bu olmalı!
Oraya, bütün hıncını toplayarak akın etmiş kalabalığın -polislerin yani- üzerine hiddetini boşaltmaya
çalıştıkları sakıncalı bir hedef o…
Acıtan, yakan, dağlayan bir nefret
Yine tiz bir çığlık!
Kalabalığın sesi onu boğuyor, yine anlaşılamıyor.
Kalabalığın sesi onu boğuyor, yine anlaşılamıyor.
Öfkelerini dişlerinde sıkarak diğerleri -polisler yani- arkalarını kalabalığa
dönüp silahlarının namlularını olası dış düşmana doğrultarak önlem alıyorlar.
İşte!
Her seferinde, kulakları delercesine kalabalığın arasında
dalgalanan o çığlık!
Birden evriliyor, sadeleşiyor, sözcüklere dönüşüyor:
-
"Bırakın
beniiiiii! Bırakın beniii! Bırakın beniii"
Feryatlar anlamlı sözcüklere dönüşürken; acıtan, yakan,
dağlayan bir nefret yumağını andıran kalabalığın –polislerin yani - arasından bir insan yüzü seçiliyor!
Bir çocuk!
Evet evet, bir çocuk bu!
Evet evet, bir çocuk bu!
Bunca nefreti, kini, öfkeyi üzerine boşaltmak üzere
birbiriyle amansız bir yarışa girmiş kalabalığın -yani polislerin- arasında çaresizce çırpınan bir çocuğun dehşete
kapılmış yüzü bu!
Canı yanmış, örselenmiş, korkmuş, hırpalanmış bir yüz!
Ve iki yanından onu, tıpkı bir kuşun kanatlarını kıracakmış
gibi kavramış iki kişi -iki polis yani-
Birinin, bir elinde uzun namlulu silahı, öbür elinde can
havliyle çırpınan bir kuşun kanadı...
Diğerinin iki eli birden, canın alır gibi hırsla sıkıyor
boğazını...
Öbür yanından biri - o
da bir polis yani- ve diğer yanında başka biri, öbür yanında başka ve biri
daha -tamamı polis yani-
Ve tutan, bağıran, iteleyen, çekiştiren, sürüklemeye çalışan
diğerleri...
Kimi kaldırıyor vuruyor, kimi indiriyor tekmeliyor; kimi
deklanşörüne basıyor, kimi kamerasını uzatmış çekiyor...
Elinde uzun namlulu kamerasıyla…
Derken, beri yanında, elinde uzun namlulu kamerasıyla, mavi giysili
biri daha peydahlanıyor.
Bir ayağını usturuplu bir biçimde kaldırıyor, bir yandan kamerasının namlusunu uzatıyor, tetiğine usulca dokunurken, dehşet içinde kalmış çocuğa son tekmeyi de o vuruyor!
Bir ayağını usturuplu bir biçimde kaldırıyor, bir yandan kamerasının namlusunu uzatıyor, tetiğine usulca dokunurken, dehşet içinde kalmış çocuğa son tekmeyi de o vuruyor!
Canı acıyor çocuğun, çığlıklar atıyor, feryadı basıyor,
bağırıyor, bağırıyor:
-
"Bırakın
beniiiii! Bırakın beniiii! Bırakın beniiii!"
Orta yerde, vicdanları dağlayan bir nefretin uğultusu
sürüyor; kalabalık höykürmeye, küfretmeye, böğürmeye devam ediyor.
Aradan bir düdük sesi duyuluyor; bir düdük sesi, bir düdük
sesi daha.
Çocuk, onu kolundan, kanadından yakalamış iri gövdeli üç
dört kişinin -polislerin yani-
arasında sürükleniyor, tümüyle derdest ediliyor!
Kamera dönüyor; uzun bir yol, birkaç sivil, polis
araçları...
Hava soğuk. Toprak dona kesmiş, karlı.
Siirt’te, üzerinde sıra sıra polis araçlarının dizildiği caddedeki
o heyecanlı kalabalık şimdi durgun.
Asayiş sağlanmış gözüküyor…
Kimi maskeli, maskesiz; kimi bereli, beresiz; kimi sivil,
kimi üniformalı...
Birbirlerine, "hadi
geçmiş olsun" diyen gözlerle bakıyorlar.
Hepsi de "çok
şükür, çok şükür, memleketi belalı bir teröristten daha arındırdık",
der gibiler.
Rahatlar, sakinler, huzurlular...
http://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/bir-ciglik-bir-kamera-bir-cocuk,13669
http://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/bir-ciglik-bir-kamera-bir-cocuk,13669
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com