T24 | 22.01.2016
Ben Hüseyin Paksoy.
Henüz on altı yaşında bir çocuğum.
Cizreliyim.
Ailem korucu olmayı reddettiği için 1990’larda Uludere’den
Cizre’ye göçmüş.
Ben o zaman yoktum. Kardeşlerimin de çoğu yoktu.
Sonra doğdum ben. Önce küçük bir çocuk oldum. Sonra büyüdüm.
Şimdi ise gerçek bir çocuğum ben.
Bizim burada, çocuklar güvercinleri severler.
Bizim burada, çocuklar güvercinleri severler.
Benim de renk renk, cıvıl cıvıl güvercinlerim var. Bîberî, Şekirî,
Pilingî, Mizgînî güvercinlerim. Her biri diğerinden güzel, her biri
diğerinden alımlı, süslü…
Güvercinler dostumdur benim, her gün onları okşar, severim;
onlar da beni sever.
Evimizin çatısında onlar için yaptığım bir yuva var.
Her gün onlarla beraber olurum, onlarla sohbet eder,
konuşurum ben.
Cizre’nin sokakları yoksuldur, dardır
Cizre’nin sokakları yoksuldur, dardır
Gördüm. Bir ara abiler hendekler kazıyordu sokaklarımızda.
Bazen katıldım onlara, oyun sandım, eğlendim. Polis amcalar geldi yanımıza,
siyasetçiler geldiler; konuştular, sonra hendekleri kapattılar.
Cizre’nin semalarından güvercinler eksik olmaz.
Cizreliler güvercin beslerler. Cizre’nin çocukları
güvercinleri severler.
Bir gün, 12 yaşındaydı, Nihat Kazanhan’ı vurdular. Onu bir
güvercin gibi avladılar! O günden sonra abiler hendekleri yeniden kazdılar.
Cizre’nin sokakları yoksuldur, dardır. Her sokağında,
evlerin çatısında güvercinler vardır. Birbirinden yetenekli, tahtalı
güvercinler, takla atan güvercinler…
Derken silahlar patlamaya başladı sokaklarımızda. Bütün
güvercinler kanat çırptı, korktular. Benim güvercinlerim de korktu.
Bir ateş harlandı sokağımızda, komşularımız kaçtı. Bir
patlama oldu, bir ateş topu düştü bizim de evimize, ailem de göçtü.
Bir tek ben kaldım. Çocuktum ama kaldım. Çünkü güvercinlerim
vardı benim.
Mavili, ebruli, kahverengi; kanatları alaca, gagaları pul
pul; Bîberî, Şekirî, Pilingî, Mizgînî güvercinlerim...
Bensiz yapamazlardı onlar. Onlar için kaldım ben.
Ailem yeni gitmişti, yalnızdım. Güvercinlerime yem vermek
için çatıya çıkıyordum; gök gürledi, yer yarıldı bir akşam! Serseri bir
şarapnel parçası yaraladı beni ayağımdan...
Yaralıyım…
Ben Hüseyin Paksoy.
Henüz on altı yaşındayım. Bir çocuğum ben.
Yaralıyım.
Bir yangın coğrafyasından göç etmiş, on üç çocuklu ailenin altıncı çocuğuyum ben.
Damarlarımda akan kanı bile çekincesiz paylaşacak cesaretim
var benim.
Keklikten, kuştan, karıncadan bile sakınmadığım merhametim var benim.
Keklikten, kuştan, karıncadan bile sakınmadığım merhametim var benim.
Ama şimdi yaralıyım.
Ayağımdan, üç yerinden vurulmuşum.
Bağladım yaramı, ama yine de kan sızıyor incecikten.
Damarlarımdaki kan ağır ağır boşalıyor.
İnce bir perde iniyor gözlerime, giderek kırmızıdan siyaha
bulanıyor.
Yavaş yavaş çekiliyor damarlarım.
Aklım bir gidip bir geliyor.
Ürkek bir güvercin tedirginliğiyle bekliyorum.
Evimizin yıkılmış avlusunda, yaralı bir güvercinim ben.
Hüseyin Paksoy’un ben.
On altı yaşındayım.
Vurulmuşum.
Yaralıyım.
Cizre’nin güvercinleri yaman olur
Güvercinlerim var benim.
Cizreli çocuklar güvercin beslerler. Cizre’nin güvercinleri yaman olur; Kevoka Sipî, Simsipî; Kevoka Mizgînî, Kevoka Pilingî, Kevoka Şekirî, Kevoka Bîberî (*)
Cizreli çocuklar güvercin beslerler. Cizre’nin güvercinleri yaman olur; Kevoka Sipî, Simsipî; Kevoka Mizgînî, Kevoka Pilingî, Kevoka Şekirî, Kevoka Bîberî (*)
Bir gün daha geçti evimizin avlusunda.
Bir gün daha çekildi canım.
Bir gün daha güvercinlerime yem veremedim, onları
besleyemedim.
Ay büyüdükçe büyüdü üzerimde, top sesleri kesilmedi, beyaz
bir örtüye büründü Cizre.
Telefonlar kilitlendi benim için. İmdat çığlıklarım dolaştı bütün
dünyayı.
Bana bir ambulans gönderip göndermemek
üzerine olan tartışmalar uzadıkça uzadı.
Nice duyurular yapıldı benim için, kampanyalar açıldı.
Oysa ben oradaydım!
Sokaklarına çıkılması yasak bir şehrin tam ortasındaydım; beyaz
bir dolunayın altında, yıkık bir duvarın
arkasındaydım!
Bekliyorum…
Ilık bir şeyler yürüyor bedenime. Kesik kesik soluyorum; hareket etmiyor, hissetmiyor, acı duymuyorum; gözlerim
kapanıyor, parmaklarım soğuyor, giderek daha çok üşüyorum…
Ölüyorum…
Ben Hüseyin Paksoy.
Henüz on altı yaşında bir çocuğum.
Ben bir güvercinim.
Üç gündür buradayım; yaralıyım, yatıyorum.
Güçsüzüm. Kanadım kırık, uçamıyorum. Bir güvercin
tedirginliğinde bekliyorum.
Damarlarımdaki kan şimdi daha yavaş.
Gözkapaklarımın üzerindeki karanlık daha ağır.
Uyumak istiyorum.
Güzel düşlerimin gözeleri, beynimin bütün hücreleri hızla
tükeniyor.
Henüz yaşamaya doyamadığım hayat, yavaş yavaş çekiliyor damarlarımdan.
Güvercinlerimden ses yok!
Ama çatıdalar, biliyorum.
Kapılarını açtılar mı acaba?
Yemini, suyunu verdiler mi?
Kanatlarından okşayıp sevdiler mi?
Uzun süre, kapalı kalmayı hiç sevmez, sıkılmıştır şimdi BÎberî.
Kapısı açılınca ilk işi omzuma konmak olurdu, havalanıp uçmuş mudur Mîzgınî? Beni göremeyince şaşırıp korkmuş mudur? Panik içinde bir tur atıp yuvasına geri sokulmuş mudur?
Kapısı açılınca ilk işi omzuma konmak olurdu, havalanıp uçmuş mudur Mîzgınî? Beni göremeyince şaşırıp korkmuş mudur? Panik içinde bir tur atıp yuvasına geri sokulmuş mudur?
Annem nerede, kardeşlerim nerede, oyun arkadaşlarım
neredeler?
Niye burada yapayalnızım şimdi?
Duyuyorum, televizyon kanallarında, ölümleri yarıştırmakla
meşguller şu an büyüklerimiz; bir asker ölüsü kaç leşe bedel; ya da bir polisin
çocuğu, kaç ölü Kürt eder? Program
sunucuları reyting peşinde, rejiyse sesi kısmak için tetikte!
Adım panellerde geçiyor durmadan.
Oysa soluğum tükenmekte benim, ölüyorum...
Sessizce yaklaşan bir ölümün soğuk nefesini duyuyorum
damarlarımda.
Biliyorum, annem beni duymuştur, ama gelemedi.
Beni duymuştur babam, o da gelemedi…
Kardeşlerim de beni duymuşlardır, ama onlar da gelemediler.
Sokaklarımda bir ateş yağmuru var, belli ki aşamadılar.
Bir ölüm çemberinde evimiz, geçemediler.
Sokaklarımda bir ateş yağmuru var, belli ki aşamadılar.
Bir ölüm çemberinde evimiz, geçemediler.
155 i de çok aradılar ama gelen olmadı!
Güvercinlerim nerede şimdi?
Mîzgın'i nerede? Pîlıngî ne yapıyor? Ya Şekerî?
Takla atıyor mudur acaba bensiz? Ben yokum diye küsmüş müdür
Bîberî?
Akacak bir damla kanım bile kalmadı artık.
Gözlerime kalın, siyah bir perde iniyor.
Bir terörist daha öldürüldü
diyecekler
Kimse duymadı beni. Beni ajanslar, gazeteler, televizyonlar
görmedi.
Biliyorum birazdan öleceğim…
Biliyorum, ben öldükten sonra, daha önce görmeyen manşetler beni
görecekler!
İri puntolarla haber yapacaklar beni. Bir terörist daha
öldürüldü diyecekler; ya da teröristler tarafından vuruldu! Kan kaybından öldü
diyecekler benim için.
Yıkık bir duvarın arkasında günlerce yalnız kaldım ben.
Sahipsiz bir güvercin gibi ateşten bir kafesin içinde
sıkışıp kaldım ben.
Benzim iyice soldu, nefesim kurudu; bakışlarımdaki o son yaşama
pırıltısı da ağır ağır söndü.
Öldüm ben!
Öldüm!
Öldüm!
Ben Hüseyin Paksoy.
On altı yaşında bir çocuğum.
Cizreli bir güvercinim ben.
Kalbimin kuyuları şimdi bomboş.
Can suyum boşaldı gözelerimden, kanım akmıyor artık.
Soğuk, ölü bir bedenden ibaretim ben.
Birazdan beni kucaklayacaklar, üç günde gelemeyen bir ambulansa
taşıyacaklar beni.
Belki üstüne bırakacakları bir sedye bile olmayacak. Ya bir
battaniyeye saracaklar beni, ya da bir bez parçasına.
Ölü bir bedenim ben.
Muhtemelen, başhekimlik kapısında zırhlı bir araç bekliyor
olacak hastanenin. Silahlı, öfkeli polis amcalar eşliğinde içeri alacaklar beni.
Ama artık geç!
Korkmanıza gerek yok, tehlikeli değilim ben.
Çünkü Cizreli bir ölüyüm ben.
Yalnızca kimliği teşhis edilmek üzere bekleyecek soğuk bir cesedim.
Hastane morgunun panosunda asılı, bir tablonun ölüler
hanesinde, sadece bir rakamdan ibaretim artık ben.
Nefes almıyor, kımıldamıyor, hissetmiyorum…
Ben öldüm!
Panelleriniz bana soluk olamadı
Artık rahat olabilisiniz. Hacet yok telaş etmenize.
Gece yarılarına kadar süren panelleriniz bana soluk olamadı.
Açık oturum ve tartışmalarınız, beni hayattan koparıp alan o lanetli kör düğümü çözmeye yetmedi.
Açık oturum ve tartışmalarınız, beni hayattan koparıp alan o lanetli kör düğümü çözmeye yetmedi.
Beni, o yalan kokan demeçleriniz öldürdü; basın bültenleriniz, bildirileriniz, o bitmek bilmeyen görüşmeleriniz öldürdü beni. O kapkara kalbiniz, iki cihana sığmayan sahteliğiniz öldürdü beni…
Duvarları paramparça bir evde günlerce yalnızdım. Nefesim giderek
daralıyor soluk bir perde iniyordu gözlerime, korkuyordum! Yüreğime çöken sessizlikten, seslerden, duvarları delip geçen o gümbür gümbür top seslerinden...
İşte beni o sesler öldürdü!
Sıra sıra tanklar dizilmişti şehrimin sınırlarına, namluları
evlerimize dönmüştü, bombalar düşüyordu çatılarımıza. Günlerce kanat çırpmış, ürkmüştü
bütün güvercinler. Sokaklarında nice oyunlar oynadığım şehrim sahipsizdi. Beni, en
çok da işte bu sahipsizlik öldürdü!
Saatlerce yattım orada. Kırıldı kanadım, uçamadım. Günlerce
bekledim... Koca bir ülke sustu, cümlesi bekledi. Damarlarımdaki son damla kan
boşalıncaya dek beklediler; özümü aldılar canımdan, kıydılar canıma benim! Beni hep beraber öldürdüler!
Kimse görmedi beni, duymadı çığlığımı! Kalpleri kör,
vicdanları sağır, ruhları köle ajansların yalan yanlış haberleri öldürdü beni!
Beni gazete manşetleri, televizyon haberleri, eğlence
programları öldürdü.
Benim için adalet aradılar saraylarda, mahkemelerde. Kanunlara
başvurdular, anayasa mahkemelerine, insan hakları mahkemelerine…
Ömrümün tazecik baharından kopardılar
Beni kanunlar öldürdü oysa! Politikacılar, vekiller,
bakanlar ve başbakanlar… Beni, onların dilime ve kimliğime olan soğukluğu öldürdü. Öyle uzaktım ki onların şehirlerine, kaybolup gitti feryadım büyük kentlerin
ufuklarında. Beni büyük şehirlerin bana olan uzaklığı öldürdü!
Küçük bir ilçenin daracık sokağında, evimde vurdular
beni. Ömrümün tazecik baharından kopardılar, güvercinlerimden ayırdılar beni.
Ölümle burun buruna yarışan o cılız nefesim işitilmedi.
İnsan hakları örgütleri hep meşguldüler. Uluslararası toplum ise çaresiz! Hep
tereddütlüydü, kâğıt üzerinde kaldı AİHM’in kararları, yetişemedi imdadıma.
Beni büyük insanlığın o büyük umursamazlığı öldürdü!
Bir şehrin orta yerinde yavaş yavaş öldürdüler beni.
Bana, semalarında özgürce kanat çırpacağım mavi bir
gökyüzünü çok gördüler; hayallerimle büyüyeceğim bir ülkeyi… Beni yaşama
kavuşturacak bir ambülansı; ambulansa yol verecek iki kelimeyi; hayata
bağlayacak küçük bir nefesi...
Bana yaşamayı çok gördüler…
Ben Hüseyin Paksoy.
On altı yaşındayım.
Cizreli bir güvercinim ben.
Beni bile bile öldürdüler!
Ölü bir güvercinim şimdi ben.
(*) Kekova: Kürtçe’de güvercin demek.Sipî, Simsipî, Mizgînî, Pilingî, Şekirî, Bîberî ise sırasıyla; beyaz, bembeyaz, posta, kaplan, şeker, biberli olarak güvercin türleri.
http://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/cizrenin-guvercinleri,13737