1 Şubat 2015 Pazar

Bir Syriza bir Alexie bir Berkin

Yusuf Nazım
Evrensel Pazar Eki
1 Şubat 2015

Yeni yıla soğukla girmiştik. Ocak hem sert, hem acımasızdı. Kötülüğün sivri okları, Paris'in göbeğinde Charlie Hebdo'yu hedef almıştı. Avrupa'nın tam ortasında umudumuzun mizahına kıymıştılar.

Ocak, Ege Denizi'nin iki yakasında da soğuk geçiyordu. Mavi suların beri tarafında termometreler, son elli yılın en soğuk günlerini göstermişti.

Derken, Ocak ayının sonu yaklaştı, soğuklar geride kaldı. Ege'nin iki yakası da ısınmaya başladı. Komşuda erken seçimler vardı. Nasıl ki İzmir son elli yılın en soğuk günlerimi yaşadıysa, Atina’da, son kırk yıldaki en sıcak günlerini yaşıyordu.

Yunanistan’da seçimler vardı. Ülkeyi kara bir rejime sürükleyen 1967-1974 arası Albaylar Cuntası yönetiminden sonra yarımada bir türlü rahat yüzü görmemişti. Bir yandan, umudu kırılan ülkede, sık sık el değiştiren yeni egemenlerinin doymak bilmez iştahları, öte yanda, tarihsel direnme geleneğini asla terk etmeyen Yunanistan halkı ve gençliğinin mücadelesi...

Aradan geçen uzun yıllar… Sağ liberal politikalarla sosyal demokrasi arasında oynanan demokrasi oyunu. Adı sosyalist olan ama bütünüyle burjuva-kapitalist programları halka dayatan partilerle kaybedilen zaman. Aynı programların farklı versiyonlarının sağ partilerin eliyle uygulama girişimleri… Bu arada, her seferinde öfkesini, memnuniyetsizliğini meydanlara boşaltarak isyanını barikatlarda körükleyen ve ancak sokakta bir araya gelmeyi başaran ötekilerin bitmek ilmeyen direnişi...

Bu ötekilerin sokaktaki varlığı başkaydı tabii. Hep sıcak tutuyordu ülkenin sokaklarını, meydanlarını, siyasetini. Atina’nın elitleri, bu kendini bilmez maceraperestlere hep yeni tuzaklar kurup, başlarına yeni çoraplar örmeye çalışsa da, alanlardaki bu çok renkli, çok becerikli, çok şenlikli çapulcular ne yapıp edip bu oyunları alt etmeyi başarıyorlardı. Sokağın sahipleri, hile ve kurnazlıkta, eski Yunan soylularından geri kalmayan yeni oligorklar karşısında, gün geçtikçe biraz daha birbirine sokuluyor, biraz daha yaklaşıyor, kucaklaşıyorlardı.

Sonunda, sağın ve sosyal demokrasinin iflah olmaz kandırmacalarından bıkan kalabalıklar, yeni bir umut merkezini inşa etmeye giriştiler. Bir süredir meydanları zapt etmiş kalabalıklar; solun ve umudun birçok renginden oluşmuş ötekiler, 2004 yılında Syriza’nın çatısı altında toplandılar. Sonrası, umudun ağır ağır, soğukkanlı bir sabırla büyümesiydi. Önce 2004 seçimlerinde barajı geçtiler, ardından 2007’de %5 oy aldılar, son olarak da 2012’de %26 lık oy oranıyla ülkenin ikinci partisi olmayı başardılar.

Sonunda, Yunan egemenlerinin yönetememe krizinin had safhaya çıktığı bir dönemde erken seçimler yapılmasına karar verildi. Kalabalıklar, bu sefer 25 Ocak 2015 Pazar gününe odaklanmıştı. Seçim tarihi yaklaştıkça Yunanistan'da sokaklar iyice hararetlendi. Öyle ki, 1974 yılından itibaren, son kırk yılda Atina böyle bir sıcak görmemiş, ülkenin siyaseti hiç bu kadar ısınmamıştı.

Eski düzenin sahipleri, yıllardır Yunanistan halkının emeği üzerinden geçinen asalak, bezirgân sınıf tabii ki boş durmayacaktı. Temsilcisi olan partiler aracılığıyla, giderek yükselen Syriza'yı karalamaya başladılar. Onları küresel sermayenin düşmanı, AB karşıtı, anarşinin, istikrarsızlığın ve belirsizliğin temsilcisi olarak gösterdiler. Ne var ki tarih, 25 Ocak 2015’i, saatler gece yarısını gösterdiğinde tüm bu gayretlerin sökmediği anlaşıldı. O ana kadar Yunanistan politik sahnesinde yok sayılanların, dışlanmışların, ötekilerin doldurduğu sokağın ibresi tek bir partiyi işaret etmişti: Syriza! Evet Syriza... Eski egemen sınıfın şantajları beş para etmemiş, sokağın iradesi, belki ‘başka bir dünya mümkün’ dür diye yeni bir şeyi denemeye işaret etmişti.

* * *

Pazar akşamı, aslında Ege'nin iki yakası da ısınmıştı. Belki birbirlerinin farkında değildiler ama her iki tarafta da farklı, derinden derine yanan bir ateşin harareti vardı. Karşı yakada, öteki olmaktan bıkmış bir halkın canını dişine takmış demokratik kalkışması, beri yakada, bu hamleye kilitlenmiş umutlu bekleyiş...

Ne oluyordu bize böyle? Atina’nın yükselen ateşini anlıyorduk da, bizdeki bu yükselen hararet de niyeydi? Niye insanların gözü kulağı denizin öte yakasındaydı? Niye, henüz oylama sürerken bile komşuda, denizin bu tarafındaki çoğu insanın aklı, ona hep düşman diye belletilen komşusundaydı? Sahi, her sene bayram törenlerinde tekrar tekrar denize döktüğümüz onlar değil miydi? Hani, hep okul kitaplarında bize gâvur diye öğretilen? Öyleydi ama şimdi komşuda, yıllardır ötekileştirilmiş olanların yürüyüşüne beslenen umut da neyin nesiydi? Niye birçok insan, işini gücünü bırakmış, denizin ötesinden gelecek habere odaklanmıştı?

Denizin karşı ufkundan doğan umut güneşi, ağır ağır yükseldi. Gelen her haberle birlikte komşunun yüzü biraz daha güldü. Komşunun gülen yüzüyle birlikte, sanki bizim de yüreğimiz güldü. Syriza'ya eklenen her puan coşkuyla karşılandı. Mesajlar dolandı, tweetler atıldı, oy oranları, resimler paylaşıldı. Sokaklar zaten doluydu, şimdi tıklım tıklım yeniden doldu taştı. Sonuçta Syriza kazandı! Syriza değil sanki biz kazandık! Başkent Atina’nın, Selanik'in, Rodop'un, İskeçe'nin sokakları şenlendi; sadece komşunun yüzü değil, Ege’nin iki yüzü birden şenlendi. Komşumuz, ilk defa yüzünü umuda doğru dönmüştü. Kırk yıldır, ilk defa aşağıdakilerin sesi böylesine gür çıkmıştı. Ötekiler, zapt ettikleri meydanlardan ve sokaklardan çıkarak ayak olmaktan kurtulup baş olmaya kalkışmış, sonunda sokağın gücü galip gelmişti.

* * *

Onlar, belli ki yeni bir dünyaya gidecek yolun kapısını aralamak için yola çıktılar. Şimdi umutları, hayalleri ve özlemleri sınır tanımayan bu kalabalıklar ilk defa yeni bir şey deneyecekler. İşleri zor! Hem de hayli zor! Üzerinde yaşadığımız kürenin toplam servetinin yarısını elinde bulunduran %2,5 luk dünya eliti, şimdilik sadece izlemekle yetiniyor. Oysaki sayısız kolları, tarihsel tecrübesiyle dünyayı ahtapot gibi sarmış devasa bir finans kapital, silahlarını kuşanmış savaş arenasında onları bekliyor.

Bu koşullarda, komşunun yüzü daha ne kadar gülmeye devam edecektir, bilinmez. Ancak görünen bir şey var ki, karşılıklı kin ve nefretle beslenen bir denizin iki yakasında umutları, düşleri, özlemleri birbirine benzeyen halkların arasında bir umut köprüsünün temelleri atılmış gibi. İlk defa, komşusunun umudu bir ülkenin de umudu olmuş gibi. Bu yüzden olsa gerek, kapitalizmin küresel imparatorlarının şaşkın bakışları altında Syriza’ya ilk kutlama mesajı, Ege’nin bu yakasından, HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş'tan geldi: “Yoksullar için, emekçiler için, özgür bir dünya için yolun açık olsun kardeşim

***
Çoktan gece olmuş, Ege'nin mavi sularına karanlık çökmüştü. Ancak, denizin öte yakası ışıl ışıldı. Kutlamalar çoktan başlamıştı bile. Her tarafta özlemi duyulan bir sevincin ruhu, umut ve isyanla harmanlanmış bir şölen havası, kazanılmış bir zaferin çok renkli, çok sesli, çok neşeli bir ahengi vardı. Alanlarda çalınan Çav Bella'nın yürekleri coşturan ezgileri iki kıtayı ayıran suları aşıp Anadolu'ya kadar ulaşıyor; sanal ortamlardan paylaşılan kutlama mesajları, afişler, posterler ve fotoğraflar bütün dünyayı dolaşıyordu... Biz kimdik? Nasıl bir pay biçmiştik bu başarıdan kendimize? Karşı kıyıdaki bu seçimlerle niye bu kadar çok ilgilenmiştik? Nasıl olmuştu da komsumuzun umudu, bizim de umudunuz olabilmişti? Sahi, biz Syriza'yı niye sevmiştik?

Bunu, Atina’nın ısınmış sokaklarından önüme düşen o resmi gördüğümde anladım. Kalabalıkların coşkulu kutlamalar yaptığı saatlerde Atina’dan sıradan bir sokağın resmiydi önümde duran. Soluk yüzlü, yüksekçe bir duvar; üstünde politik bir kavganın dili, ötekilerin, sokağın sesi; boydan boya yazılar, sloganlar, afişler... Bir de kocaman resim asılmıştı üzerine. Altında Türkçe-Yunanca yazılmış yazı: 'Kardeşimsin Berkin', 'Kardeşimsin Alexie'…

Alexie bir zengin çocuğuydu. Karşı kıyıda doğmuş, küçük yüreğiyle sokakta adaletsizliğe isyan etmiş, 15 yaşındayken, Yunan polisinin kurşunuyla öldürülmüştü. Sokağın öfkesi, içişleri bakanını istifa ettirmeye yetmişti. Berkin ise yoksul bir aile çocuğuydu, Ege’nin bu yakasına aitti. Bir gün ekmek almaya çıkmış, bir daha geri dönmemişti. Sonradan, başbakan tarafından destan yazdı diye övülecek ülkenin polisi tarafından 15 yaşındayken vurulmuştu. Failini, devlet bilerek saklamıştı!

Alexie ve Berkin; iki yakanın kardeş çocukları. Ege Denizi’nin ayırdığı toprakların umudu olarak kalplerdeki unutulmaz yerlerini alan iki küçük çocuk! Yunanistan halkı vefalıydı, Alexie’i bağrına basmıştı. Öyle görünüyordu ki bunu yaparken Anadolu’nun kara kaşlı, kara gözlü çocuğunu da unutmamıştı. Berkin Elvan’ı kendi evladı bilmiş, onu da tıpkı Alexie gibi bağrına basmıştı. Şimdi anlıyordum ki ben, yeni bir rüzgâr esmeye başlamıştı Ege’den; taze, efil efil ve serinden. Ve artık, birden çok adı vardı umudun: Bir Syriza, bir Alexie, bir Berkin…

@yusufnazim

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yusuf.nazim1@gmail.com