21 Aralık 2012 Cuma

Şimdi güzel kitaplar okumanın tam zamanıdır

Yusuf Nazım
Evrensel/14 Aralık 2012
 

Bir kent, içinde yaşanacaksa eğer..

Mevsim sonbahar. Bir kitap fuarı daha geçti İstanbul’dan. 31. kez merhaba dedi kitaplar İstanbul’a, 31.kez hoş geldin dedi İstanbul kitaplara.

17-25 Kasım tarihleri arasında kitaplar gibi açtı İstanbul. Asya’dan Avrupa’ya, kitaba doymak için koştu İstanbul. Mola vermeden çalıştı rotatifler. İşçilerin, yorgun ama sabırlı ellerinde hiç durmayacakmış gibi döndü merdaneler. Topkapı ve Merter soluk soluğa kaldı. Beylikdüzü TÜYAP’ta matbaa ve mürekkep kokusuyla buluştu kalabalıklar.

620  yayınevi ve sivil toplum örgütü, 40 ülke, 25 yabancı yazar.. Dokuz günde 250 kültür etkinliği ile sona erdi İstanbul Kitap Fuarı..

/*
Bu kentin cahilleriyiz biz!

“Japonların %14 ü sürekli kitap okuyor; ABD’nin %12 si , Almanya’nın %11 i, İngiltere’nin %11 i… Türkiye’nin ise %0.01 i kitap okumakta…”

Cehalet bulaşıyor üstümüze! Uzun sivri kargılarıyla, cüretle göğe saplanıyor yeni yapılar. Her gün biraz daha çiziliyor silueti İstanbul’un. Elimizde, pare pare olmuş eski bir kent kalıntısı. İnsanlar akıyor sokaklarından; Şişli’den, Aksaray’dan, Gazi Mahallesi’nden, Esenyurt’tan; İstanbul’un bütün semtlerinden; otobüsler, binek otomobiller, metrobüsler akıyor… Serin bir rüzgar akıyor Gürpınar’ın sırtlarından…

Hava, her fuar dönemindeki gibi tatlı sert. Sonbaharın, kışa açılmaya hazır kapısı; ekşi serin yüzü karşılıyor gelenleri. TÜYAP fuar alanının yazar ve yayınevlerine ayrılmış büyükçe otoparkı, etrafı çevrili, kapatılmış! Soğuk beton duvarlarıyla, bir ucube daha yükseliyor oracıkta, bir gökdelen daha çiziyor gökyüzünü İstanbul’un.

Yayınevleriyle söyleşiler yapıyorum. Orta büyüklükte bir standın kira bedeli, 8.000 TL, stant tasarım ve montaj bedeli 3.000-4.000 TL, toplam 12.000-13.000 TL’ye varan bir maliyet!.. Genellikle, kitap satışlarının ucu ucuna maliyeti karşıladığı bir sonuçla çıkılıyor fuardan. Yayınevi için kazanç hanesine yazılacak sadece “tanıtım” kalıyor geriye...

Biraz da insan kokmalı sokaklar…

Fuarda dolaşıyorum; kimi bakıp, uzaktan seyreyleyerek, kimi bir eliyle bebek arabasını iteleyerek sokuluyor kitaplara; kimi yaşlı, orta yaşlı, çoğu genç; kimi çocuk, öğrenci ya da delikanlı, kimi aşık... Koridorları cıvıl cıvıl kalabalık. Stantlar rengarenk, dolu
bakınca gözleri kamaşıyor insanın; popüler edebiyat eserleri, aşk romanları, emek öyküleri; şiir, inceleme ve araştırma kitapları; gezi ve seyahat rehberleri, felsefe ve estetik, sanat ve kültür; edebiyatın ustaları, yeni çıkanlar, çok satanlar, İstanbul’un semt semt hikayeleri; renk renk, boy boy çocuk kitapları, masallar…

Doğru ya, biraz da insan kokmalı ama kitaplar! Biraz insana dokunmalı, insana sokulmalı kitaplar. Dokununca kitap kokmalı insanların, elleri, parmakları…

“Toplam nüfusu 7 milyon olan Azerbaycan'da her kitabın ortalama tirajı 100.000… Türkiye'de ise kitaplar ancak 2-3 bin civarında basılıyor…”

“Bütün stantlar ücretsiz olmalı!” Evet, böyle diyorum, söyleştiğim yayınevi sahibine. Gülümseyerek bakıyor bana. Gözlerimde gülümseyen bir ışık, kalbimde gizli bir hınzırlık; “belki de yerel yönetimler karşılamalı stant bedellerini” diye karşılık veriyorum ona.. Hızımı alamıyor; “aslında bütün kitaplar bedelsiz olmalı!” diyorum…

Bilgi’den bahsediyoruz,  kültür ve aydınlanma’dan…  Üç satır bilgi sence kaç para eder? Biraz kültür verir misiniz lütfen? Şu kadar aydınlanma neye bedel? Çağımız bilgi çağı!, biraz aydınlanabildik mi dersiniz?

Parayla alınıp satılan metaya dönüşmüş bilgi. Nasıl da sahtekârlık kokusu alıyor burnum! Ne hava bedava, ne su bedava, ne ekmek bedava der gibi; ne şiir okumak bedava, ne öykü kitapları okumak, ne roman okumak bedava… Alışmışız, her satırı parayla yaşanıyor hayatların.

“61 Milyonluk İngiltere’de The Sun gazetesinin tirajı 2,4 milyon! 73 Milyonluk ülkemizde ise basılan gazetelerin toplam sayısı 4,6 Milyon.. Japonya’daki tek bir gazetenin satış rakamı ise 14 Milyon…”

Daha çok insan kokmalı kitaplar…

TÜYAP’ta, benim de Kızak adlı öykü kitabımın imza günü vardı. İlkine göre, ikinci etkinlik daha yoğun, daha kalabalıktı. Kitap dostları çoktu, süre bitti, kalabalık devam etti, stanttan ayrılamadım. Kitapseverlerle buluşmak güzeldi. Okurlarla bir arada olmak, kitaplar üzerine söyleşmek; sanattan, kültürden, edebiyattan konuşmak…

Kimi eşiyle gelmişti, kimi arkadaşı, kimi sevgilisiyle... Çocukların, minicik parmakları dokundu sayfalarına kitapların. Stantların üzerinde, öğrenmeye aç gözleri dolaştı işçilerin, emekçi elleriyle devşirdiler sayfaları.. Sırt çantalı üniversite öğrencileri, tutkuyla okşadılar kapaklarını, satın alamadıkları kalın ciltli kitapların. Genç sevgililer, armağan etmek için bir birlerine, aşka ve sevdaya dair sözler aradılar kitapların arka kapak sayfalarında…

Kararsız, küskün bir çocuk gibiydi güneş. Bir saklandı, bir göründü ardında bulutların. İki hafta çabuk geçti. Kitaba doyamadı Beylikdüzü’nde İstanbul; romana, öyküye, şiire ve edebiyata… Kitap ve mürekkep kokusunda doyamadı İstanbul’un bilgiye aç insanları...

“Yılda ortalama bir  Japon 25 kitap okuyor; bir İsviçreli 10, bir Fransız 7 kitap… Türkiye’de ise 6 kişiye yalnızca 1 kitap düşüyor!”

Yani, benim ülkem böylesine okumaktan yoksun, benim ülkemin işte böylesine öğrenmeye aç, benim ülkem daha çok romana, daha çok şiire, daha çok öyküye muhtaç!

Umut, her daim yoksulun ekmeği; yalnızca yoksulun değil, yoksunun ekmeği; umut toprak kadar, su kadar, hava kadar vazgeçilmez. Ve umut hala cesaretin koynunda, sabırla ve inatla büyüyor; hırçın bir çocuk yüzü gibi heyecanlı.

/*
Sonbahar, en son demlerini de bırakarak şehrin üzerinden giderek daha bir soluklaşıyor. Bir deniz açıyor içimde, bir martı uzaklaşıyor, bir tüy düşüyor kanadından. Bir şimşek yalıyor yüreğimi, heceleri hayat kokan katar katar sözcükler geçiyor aklımın kıyısından;

foto : Murat Özgencigör
Bir kent içinde yaşanacaksa eğer, biraz da insan kokmalı sokakları!

İnsan kokmazsa sokakları, o kente nasıl dayanılır!.. Satılıyor da olsa bilginin her satırı haraç mezat, yine de bilgiyi piyasaya düşürene inat; şimdi güzel şeyler düşünmek zamanıdır. Köpüklü dalgaların koynunda, belki de bir Şirket-i Hayriye vapurunda, dudaklarında o mahur besteyle, biraz uzaklaşmak zamanıdır. Altında cam göbeği yeşil suları Boğazın, üstünde atlas bir halıya benzeyen gökyüzü ve kanatları dalga dalga martıları düşünmek zamandır; Yeniköy’den vira diyen balıkçı teknelerini, eski Cibali’yi, Galata’yı, Kız Kulesi’ni; Sarayburnu’ndan Karaköy’e çakılır gibi uçan martıların gözüyle seyretmek zamanıdır.

Düşünsek, saklımızda, hayal ötesi kim bilir daha neler vardır; Emirgan’da mola vermek, Pierloti’de kahve içmek, usumuzda aykırı düşler, bilgiyi pazardan kurtarmak hayali. İşte şimdi, güzel kitaplar okumanın tam zamanıdır…

Yusuf Nazım

http://www.evrensel.net/news.php?id=43664

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yusuf.nazim1@gmail.com