Dünya Kitap Eki, Aralık 2012
KIZAK /İçinden hayat geçen
yolculuklar
Kızak,
farklı gazete ve edebiyat dergilerinde deneme yazıları çıkan Yusuf Nazım’ın
Evrensel Basım Yayın’dan çıkan ilk öykü kitabı. Sunuş metnini, Adnan Özyalçıner, arka kapak yazılarını
da Cezmi Ersöz ile Erdoğan Aydın’ın yazmış olduğu Kızak, dokuz öyküden oluşan bir kitap.
Yazar, sonbahar
hüznündeki anıların dehlizlerinden geçirerek, çoğu zaman bahar tazeliğinde bir
umutla noktalanan yolculuklara götürüyor okuyucuyu. Kızağıyla çıktığı bu
yolculuğun ilk durağında, okuyucuyu satırların içine bir mıknatıs gibi çeken, bir
şekilde kendi çocukluğundan da bir şeyler yaşamasına neden olan ve adını kitaba
veren bir öyküyle çıkıyor karşımıza.
Güneyin
uçsuz bucaksız pamuk ovalarında, yer fıstığı tarlalarında, portakal
bahçelerinde yaşanan bir çocukluktan; karın, kışın ve zemherinin eksik olmadığı
bir coğrafyaya dönüş… Zemheride, bir mart gecesinde, içinde leğen dolusu
çamaşırların yıkanmış olduğu bir odanın, sıcak ve sabun kokulu buğuları
arasında kaybolan hayaller... Pek de uğurlu gelmeyecek olan ayazın ve
zemherinin topraklarında yarım kalan bir çocukluk. Nesneler dünyasının yokluk
ve yoksunluk içerisindeki insan hayatında edindiği yer ve buna karşılık,
cefayla, göz nuruyla ve çilekeş bir emekle yaratılmış değerlerin çocuk
dünyasındaki karşılığı. Bu karşılığın, satırlar sona ererken okuyucuyu göğsünde
koca bir düğümle baş başa bırakan duygu dolu hikâyesi.
Kızak’ın
çıktığı yolculuğun bir diğer durağı “Koko”…
Topraklarının, kendilerine haram edildiği bir coğrafyadan koparak, büyük kentin
varoşlarına sığınan hayatların sarsıcı ve sıra dışı hikayesi anlatılıyor “Koko” adlı öyküde. Sıvasız evlerinin
kırmızıdan kahverengiye bir renk cümbüşü oluşturduğu, sokaklarında yoksulluğun
beni gör dediği kenar mahallelerin 1980 sonrası yıllarının hikâyesi. 12 Eylül
1980 darbesi sonrası toplumsal muhalefetin bastırılması, siyasal özgürlüklerin
yok edilmesi, toplumun geleceğe olan inancını yitirmesi, kaybolan umutlar…
Doğuda yaşanan bir kimlik savaşı, boşaltılan köyler, işlenen cinayetler,
köklerinden koparak savrulan hayatlar; sürgün ve göç yılları… Toplumsal
hareketlerin cunta yıllarından sonra yeniden siyasalaşmaya ve güç bulmaya
çalıştığı bir dönem… Tüm bunlar Koko’nun arka planının öğeleri.
Sözcüklerin
“k” ile başlayanlarıyla arası hiç iyi
olmayan yufka yürekli Koko’nun,
kışın
soğuk ve yağmurlu günleriyle, akşam üstlerinin vazgeçilmez durağı olan bir
varoş kahvehanesinden başlayan ve eskimiş yüzleri, dökülmüş sıvaları, solmuş
badanalarıyla evlerin utangaç utangaç dizildiği daracık bir sokakta sinsi bir
ölümün eliyle sona eren hüzün dolu hikayesi.
Gerçekte
yaşamış mıydı Koko? Böyle biri var mıydı? Öyküyü bitirdiğinizde ilk soru bu
oluyor. Son on yılların Türkiye’sinin toplumsal gerçekliğini yakından
tanıyanların bu soruya “evet” diyesi geliyor.
Kızak’la
koyulduğumuz yolculuk, “Yağmur Saçlı Gece”
de geçen bir öyküyle devam ediyor. Okurken, belleğimizin sisler ülkesinde
kalmış perdesi yavaş yavaş aralanıyor. Satırlar, 1990’lı yılların yargısız
infazlarından bir tanesine sürüklüyor okuyucuyu. Yıllar öncesinde, anılar
dehlizinde kalmış bir gecenin kandan, acıdan ve ihanetten ibaret yüzünün, bir
çocuğun dehşetle büyümüş cam küresi gözlerine püsküren ifadesiyle tanıyoruz
ölümü. “Yağmur Saçlı Gece” adlı
öykünün şiir gibi akışı ayrı bir okuma tadı kazandırıyor öyküye.
Ülkemizin
son çeyrek yüzyıla damgasını vuran Kürt coğrafyasındaki alt üst oluşun
fotoğraflarını da görmek mümkün Kızak’ta; yaklaşık otuz yıldır süren bir savaşa
ilişkin yaşadığımız toplumsal travmanın öyküleri, “Sessizdi Oranın Çığlıkları”, “Pirinç”
ve “Çıplak” öyküleriyle okuyucuya
ulaşmakta.
Yazar
için temel olan hayatın yol göstericiliği, “Torba”,
“Düğme” ve “Bu işyerinde grev var” adlı öykülerde daha belirgin olarak
gözüküyor. Gizemli anlamını çok küçük şeylere borçlu bir hayatın esrarlı
tanıklığıdır bu. Doğa, bu anlamda hemen hemen tüm öykülerde canlı bir varlık
olarak yerini almakta, yaşananların bir parçası gibi rol üstlenerek adeta
yaşanacak olanların da habercisi olmaktadır. Olağanüstü betimlemelerle olan
bitene tanıklık eden doğa, öykülerin bir parçası olarak tıpkı bir resim gibi
okuyucunun gözleri önünde canlanıyor.
Evrensel Basım Yayın
Ekim 2012, 128 sayfa
2.hamur, Türkçe
Tek kelimeyle müthis bir kitap...Inanirmisiniz kitap cabuk bitmsin diye hergün bir hikaye okuyorum...Yusuf Nazim´i yazilarindan tanidigim icin gercekten begenerek okuyorum ve kaleminin gücünü de bildigimden yavas okuyorum ki bitmesin...Özellikle hikaye kahramanlari Araf ile Koko tek kelimeyle olaganüstü,hele o Araf sanki büyümüs de kücülmüs,bir cocuk nasil bilge olur o yasta hayran kalmamak elden degil.Ya Koko olaganüstü bir yapiya sahip...Ama öldügüne cok üzüldüm...gercekten Koko´nun romani yazilmalidir derim...Dedim ya kitabi cabuk bitmemesi icin yavas okuyorum.Onun icin yarisina geldim.Bu yorumum da yarisi icindi...Dahasi gelecek bekleyin...
YanıtlaSil