Yusuf Nazım
T24 | 25 Ağustos 2025
Kürt sorununa lafı dolandırmadan
iki başlıkla girmek istiyorum:
1. İçerdeki durum:
AKP-MHP iktidarı, daralan ekonomik ve siyasi çemberle birlikte nefes alamaz
hale gelmiş, giderek daha da otoriterleşmiş/otoriterleşmektedir.
2. Dışardaki durum:
Bölgedeki jeopolitik dengeler değişmiş; Suriye ve Türkiye sahasındaki Kürtleri
kaybetme korkusu, daha fazla belirginleşmiştir.
Peki, tam da bu
koşullarda iktidar, neden daha önce hedef aldığı, her türlü hakareti yapıp
aşağıladığı Kürt muhalefetine barış elini uzatmıştır? İlk bakışta strateji,
merkezdeki kendi Kürtlerini etkisizleştirmek ve Ortadoğu Kürtlerini kontrol
altına almak üzerine kurgulanmış gibi gözüküyor. Bir yandan “Terörsüz Türkiye”
söylemiyle iç cepheyi konsolide etmeye çalışırken, öte yandan ABD ve İsrail’in
elindeki Kürt kartını da devralmayı hedefliyor olabilir.
Türkiye ile Kürtler arasında gerçek barış
mümkün mü?
Tarihsel olarak Türkiye Cumhuriyeti
Devleti ile Kürtler arasındaki ilişki, büyük kırılmalar ve acılarla doludur.
Ancak, gerçek bir yüzleşmeye her iki taraf da hazır olursa, barış mümkündür.
Yaşanan
bunca acıya ve travmalara rağmen, Kürt sokağının buna hazır olduğunu söyleyebiliriz.
Ancak iktidar kontrolündeki Türk sokağı için bunu söylemek zor. Devleti ele
geçirmiş olan otoriter yapının ciddi anayasa ve kanun tanımazlığı, bu konuda
yapmış olduğu büyük ihlaller, toplumsal ve ekonomik barışı bozan servet
birikimindeki partizanca politikalar ve tüm bunların gelecekte, bağımsız bir
yargı önünde hesap verilmesi ihtimali bu kaygıları besleyen temel unsurlar.
İyi de, önemli bir deneyime sahip Kürt
siyasi hareketinin kadroları ve yöneticileri bunu bilmiyorlar mı? Muhtemelen
biliyorlardır. Bu yüzden de böyle bir toplumsal uzlaşmanın ve barışın önemli
birleşenlerinden birisinin de CHP olmasını istiyorlar. Zira daha geniş bir
toplumsal tabana ve samimiyete sahip olan CHP'nin, olası bir yol kazasına
karşılık sürecin güvencesi olabileceğini düşünüyor olabilirler.
İktidar blokunun yapısal kod uyumsuzluğu
Öte yandan diğer önemli soru, sürecin
baş öznesi durumundaki iktidar blokunun yapısal kodlarının, düşünülen barış ve
demokratikleşme sürecini taşımaya uygun olup olmadığıdır. Maalesef buna olumlu
yanıt vermek de hayli güç. Sürecin adının dahi konulmasında yaşanan
tereddütler, yasal güvencesizlik ortamında süren görüşmeler, uygulamadaki gecikme,
ayak sürüme ve ağırdan almalar; bir yandan barış süreci yürütülürken, diğer
yandan ayırt etmeksizin bütün muhalif güçlere karşı uygulanılan basınç ve
hoyratlık bu kod uyumsuzluğunun göstergesi gibi.
Barış adımları ve demokratik görünüm
Peki, iktidar bloku Kürt muhalefetini nasıl ikna edecek? Üstelik çözmek için bir araya geldikleri sorunun “terör” mü, yoksa “Kürt sorunu” mu olduğunda dahi anlaşamamışken.
Öncelikle silahların susmuş, örgütün
kendini feshetmiş olması, terörü bitirmiş bir iktidar olarak kendi sokağını
önemli oranda hoşnut edebilir. Kürt sokağını ikna etmek içinse, görünürde bazı
“demokratik” adımlar düşünebilirler. Mevcut iktidar yapısı ile kendi
dokunulmazlıklarını korumak kaydıyla Kürt kentlerindeki baskıyı hafifletmek,
seçilmişlerin haklarını iade etmek; Demirtaş,
Mızraklı, Yüksekdağ dâhil politik tutsakların tamamını ya da bir kısmını
serbest bırakmak, anadilde eğitimin önünü kısmi olarak açmak ve hatta Anayasal
düzeyde statü anlamına gelebilecek bazı hakları da içeren değişiklikler
yapmak... İç cepheyi bu tür adımlarla bir miktar genişletirken, bunlara
demokratikleşme görüntüsü verebilmek için Osman
Kavala, Can Atalay, Gezi Tutsakları, diğer aydın ve
gazetecilerden de bir kısmının da salıverilmesi... İktidar eliyle Kürt
sokağında on yıllardır süren baskının hafifletilmesi ve görece sağlanacak
rahatlama, DEM tabanının bir kısmında da sempatiyle karşılanabilir.
Bu demokratikleşme görüntüsünü, baskı altına alınan ve kadrolarının birçoğu tutuklanan CHP yerel yönetimlerine kadar götürülebilir mi? Bu biraz zor gözüküyor. Zira mevcut iktidarın büyük şehirlerin, özellikle İstanbul'un ekonomik gücüne ihtiyacı var. Keza, İmamoğlu gibi ciddi politik rakipleri saha dışında tutmak gibi de önemli bir amacı olduğu gözleniyor.
CHP’nin rolü ve iç cephe dinamikleri
Eğri oturup doğru konuşmakta fayda var:
Geçmişte, HDP’li belediyelere kayyumlar
atanırken batıda sosyal demokrasinin eylemsizliği gibi, bugün de CHP’li
belediyelere kayyum atanırken DEM Parti’nin eylemsizliği çok açık ki iktidar
blokunun işine yaramakta.
Dışardan bakıldığında görüntü şu: İktidar, bir tarafta muhalefetin en dinamik kesimlerini bir masa etrafında oyalarken, öte yandan ana muhalefetin kalelerine bir bir saldırarak onları etkisizleştirmeye çalışıyor. Üstelik bunu, adında “demokratikleşme” sözcüğü olan komisyonun çalışmaları sürerken yapıyor.
Peki, iç cepheyi genişletmek için atacağı bunca adımın demokratikleşme ile bir ilgisi var mı?
Doğrusu, olduğunu söylemek zor! Her şeyden önce Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Can Atalay ve diğer tutukluların birçoğunun zaten cezaevinde olmaması gerekiyordu. Kayyumların tamamına yakını ya bir usulsüzlük ya da bir yasa dışılık içeriyor. Kürtçe ana dilde eğitim ise evrensel bir hak. Bir halka kendi ana dilinde konuşmayı, yazmayı, eğitimi lütfetmek demokratik bir adım değil, geç kalınmış bir hakkın kullanılmasıdır. Sosyal farklılıklara ve aidiyetlere Anayasal düzeyde sağlanacak statü de öyle. Böyle bir hak ve statü eşitliğinden Türkiye toplumu kaybetmez, aksine kazanır.
Bölgesel jeopolitik ve Kürt kartı
Gel gelelim yeni sürecin bölge
jeopolitiği ve değişen dengeler açısından oluşturduğu yeni duruma.
İktidar blokunun, kendi Kürtleriyle barışarak ABD/İsrail/AB egemen dünyasının elindeki Kürt kartını alması ne derece mümkün? Sancılı bir süreç olsa da bu pekâlâ olanaklı, daha ötesi anlamlı bir hamle olur. Kendi Kürtleriyle barışmış ve bölge Kürtlerine de eşitlik, statü, hak ve adalet açısından örnek olacak bir Türkiye’nin, bölge dinamiklerini temelden etkileyecek bir durum yaratacağı açıktır.
Peki, bunu otoriterizmi bir yönetim biçimi olarak içselleştirmiş bir iktidar yapabilir mi?
Mevcut AKP-MHP bloku açısından buna olumlu yanıt vermek güç gözüküyor. Daha önce sıralanan sebeplerden dolayı, kendi Kürtleriyle, arka planı olmayan eşit, adil bir barışı sağlayarak ortak bir “iç cephede” buluşmaları hayal sınırlarını zorlamak gibi. Bunun için, iktidar erkinin siyasi kodlarının buna uygun olmadığını kabul etmek durumundayız. Sürecin baş aktörünün, ülkeyi yönettiği son 23 yılın bütün göstergeleri maalesef buna işaret etmekte.
Silahlar susmalı, savaş bitmeli
Peki, buna rağmen silahlar susar mı? Susar, susmalı! Savaş biter mi? Biter, bitmeli! Bitmeli ve “terör” silahı, iktidarın elinden alınarak, ülkenin temel sorunları ve çelişkileriyle yüzleşmesi sağlanmalı. Buna, Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümü de dâhil.
Son bir soru: Böyle bir süreçte barış ve
huzur gelir mi? İşte buna emin değilim. Ülke, sadece son 23 yıllık otoriterizm
döneminde yaşanan özgürlük ve hak gaspları, bu yolla işlenen suçlar değil,
geriye dönük tüm cumhuriyet döneminin hataları ve kazanımlarıyla samimi bir yüzleşme yaşaması gerekmekte. Böyle bir
yüzleşme olmadan gerçek barış ve huzur ortamının sağlanması sadece bir hayal
olarak kalacak gibi.
Sonuç
Her şeye rağmen, insanın
insanı kırmadığı, silahların ve savaşların egemen olmadığı; barış içinde
yaşamanın, kötülüğü değil, iyiliği çoğaltmanın umudu ve dileği içimizde baki.