Yusuf Nazım
T24 | 31 Aralık 2025
142 bin yıllık bir süs eşyasının, insanlık tarihiyle devlet aklı arasında sıkıştığı yer.
O
sabah yine içindeki çocukla uyandı. İçi içine sığmıyordu. Giyinip tıraş oldu;
alelacele kahvaltısını yaptığı gibi kendini dışarı atması bir oldu.
E5
Karayolu’nun hemen yanı başındaki binanın önüne geldiğinde saat 14.00
sularıydı. İçinde olmayı hiç arzu etmediği, asık suratlı, soğuk binanın
kapısından içeri girdi. Bahçenin bir köşesine büzülmüş duran kayısı ağacına göz
kırparak ilerledi. Birkaç parça eşyayı teslim etti. İçinde taşıdığı neşeli,
kıpır kıpır, heyecanlı çocukla birlikte erkekler sırasına girdi. Erkek ve
kadınların iki sıra olduğu kuyruk yavaş yavaş ilerledi. Sıra kendine geldiğinde
bir görevli tarafından önce dedektörden, sonra el yordamıyla tepeden tırnağa
arandı. Hemen sağ taraftaki kayıt masasına isimlerini söyledi, kimliğini
bırakıp buradan aldığı yaka kartını boynuna astı.
Kadınlı
erkekli kalabalık birleşince sıra uzamıştı. Yüreğinin bir köşesine pusmuş çocuk
sabırsızdı. Duvara monte edilmiş ve ona bön bön bakan kutuya yaklaştı; ortadaki
cam bölmeye gözünü kırpmadan bakarak retinasını okuttu. Burası, aynı zamanda
önceki grubun çıkmasını bekleyecekleri salondu. Gözü, gri kirli beyaz renkli
duvardaki yazıya ilişti:
“Ey
kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere
yükselmeye lâyıksın.”
Yerinde
duramıyordu. Biraz sonra, önceki grubun içeri girmesiyle odadaki heyecanlı
kalabalık kapıdan dışarı aktı. Yüreğinde yetmiş yıllık dünya yükü taşıyan adam,
heyecanı bin kat artmış çocukla yarışır gibi fırladı. Bahçe aralığından
soluksuz geçip yan binaya girdi. Burası, turnikelerden önceki son arama
noktasıydı. İçindeki çocuk kanat takmış, kuş olup uçacak gibiydi.
Nihayet
sıra ondaydı. Görevliyle göz göze geldi, gülümsedi. Kendini, üzerinde gezinecek
soğuk, sert ellerin nobran yoklayışlarına bıraktı. Önce kabanının yan cepleri,
sonra üsttekiler yoklandı. Pantolon ceplerinin ters yüz edilmesi yeterliydi.
Görevli
işini çabuk bitirmişti. Tam “Geç,” diyecekti ki bir şey hatırlamış gibi oldu.
Öyle ya, bir de iç cepleri olacaktı bunun. Elleri kabanının iç kısmına uzandı.
Bir taraftaki cebi kurcaladı. Boştu. “Tamam, geç,” der gibi bir eliyle adamı
çekerken sağ eli diğer cepteydi. Dirseğini kaldırdı, parmaklarıyla cebin
derinliklerine kadar indi, orada bir süre dolaştı…
Birden
durdu! Alnı kırışmış, kaşları çatılmıştı. Yüzüne kocaman bir soru işareti
yapıştı. Parmakları cebin derinliklerinde durup kaldı, gözleri define bulmuş
gibi parıldadı. Elini yavaşça çıkardı. Görevlinin define bulmuş gibi bakan
gözlerine sert, sert olduğu kadar merak dolu bir ifade yerleşti. Parmakları
arasında güçlükle tutabildiği parlak, minik tanecikleri adama göstererek:
“Bu
ne!?” diye sordu.
Adam,
yüreğindeki sevincin apansız soğuduğunu, buza kestiğini hissetti. İçindeki neşe
dolu, heyecanlı, kıpır kıpır o çocuk da sustu. Utangaç, mahcup bir sesle:
“Boncuk,”
dedi…
142 bin yıl
öncesine ait, insanlık tarihinin en eski süs eşyaları
2014
yazı… Bizmoune Mağarası, Essaouira yakınları, Batı Fas.
Mağaranın
derinliklerindeki dört adam, fenerin aydınlattığı parlak, kaygan cismi dikkatle
inceler. İçlerinden biri, elindeki fırçayla cismin üzerindeki son toprak
kalıntılarını da itinayla temizler. Üçü orta yaşın çok üstünde, biri genç
sayılabilecek bu dört kişi, parlak cismin ortasındaki deliğe şaşkınlıkla
bakakalır…
142 bin yıl öncesine ait boncuklar, Bizmoune Mağarası,
Essaouira yakınları, Batı Fas
Bundan
yedi yıl sonra Science Advances
dergisinde bir makale yayımlanır. 24 Eylül 2021 tarihli makalenin başlığı, Fas’ın Essaouira kentindeki Bizmoune
Mağarası’ndan Erken Orta Taş Çağı’na ait kişisel süs eşyalarıdır.
Yazarları, yedi yıl önce Fas’taki mağarada ortası delik cisimleri bulan A.
Bouzouggar, M. Sehasseh, P. Fernandez ve S. Kuhn’dur.
Dört
kişilik kazı ekibinin 2014 yılında Bizmoune Mağarası’nın derinliklerinde
buldukları ortası delik deniz kabuklarının sayısı otuz üçtür. Bu deniz
kabukları, Tritia gibbosula isimli
küçük deniz salyangozuna aittir. Üzerlerindeki deliklerin insan yapımı olduğu
ve bunların ip bağlamaya/takılmaya uygun bulunduğu tespit edilir. Hatta
bazılarındaki yüzey aşınmalarından, ipe bağlı oldukları da anlaşılır. Yapılan
uranyum serisi analizleri, bunların 142 bin yıl öncesine ait, insanlık
tarihinin en eski süs eşyaları ve takıları olduğunu ortaya koyar.
Böylece
142 bin yıl önceki kadın (belki de erkek) atalarımızın, deniz kabuklarından
boncuk yaparak küpe, kolye ya da bileklik olarak kullandıklarını öğrenmiş
oluruz.
Ele geçirilen
yasa dışı boncuklar
Fas’ın
Bizmoune Mağarası’nda kadınların kulaklarına boncuk küpeler taktığı günden 142
bin yıl sonra, insanlık tarihinin trajikomik olaylarından biri İstanbul’da
yaşanır. Yetmişindeki adam, ziyaretine gittiği tutuklu karısı için cezaevine
gizlice boncuk sokarken devlet tarafından suçüstü yakalanır.
Hapiste
uzun süre kalanların önemli uğraşılarındandır boncuk işi. Dışarıdaki dostlarına
renk renk boncuklardan küpe, kolye, tespih gibi süs eşyaları yaparlar. Bu küçük
tanecikleri kimi cezaevlerine sokmak yasaktır. Böyle durumlarda onlar bir
yolunu bulur; koğuşlara girer ve göz alıcı süs eşyalarına dönüşmüş olarak
ülkenin dört bir yanına, diyar diyar yayılırlar. Örneğin ip sokmanın yasak
olduğu durumlarda, mahkûmların hırka, kazak, süveter gibi giysilerinin kolye,
bileklik gibi süs eşyalarına dönüşmeleri işten bile değildir.
Bizmoune Mağarası, Essaouira yakınları, Batı Fas
Bakırköy
Kadın Cezaevi’nde o gün ele geçirilen yasa dışı boncuklara el konulur. Tutanak
tutulur, altına devletin mührü basılır. Adam, üç ay boyunca karısını ziyaretten
men edilir. Yine de şanslıdır; boncuklar onun üzerinde değil de koğuşta ele
geçirilseydi, karısının tüm görüşçülerine üç aylık ziyaret yasağı uygulanacaktı…
Beyaz adam
değişmiş midir?
Adamın
içerideki karısına gelince… Güzin Alpaslan’la ilgili başka bir hikâyeyi daha
önce yazmıştım. O bir kent savunucusu, aktivist. İTÜ mezunu bir mimar olarak
ömrünün çoğunu, meslek örgütü Mimarlar Odası’yla birlikte kent suçlarına karşı
mücadeleyle geçirmiş biri. Ranta karşı halkçı bir kimliğe, çarpık ve plansız
kentleşmeye karşı bilimsel görüşlere, savaşa karşı barıştan yana tutuma
sahiptir. Bu özellikleri onu, gün gelir siyasete kadar taşır. Yıllar yılı
yaşadığı Fatih ilçesi halkının tercihiyle Kent Uzlaşısı İttifakı’ndan İBB
Belediye Meclis Üyesi seçilir.
Ne
yazık ki siyaset ona iyi gelmeyecektir. Ülkenin her karışına sinmiş o menfur
kötülükten payını almakta gecikmez. Devlet, bir sabah ayazında erkenden Güzin
Alpaslan’ın kapısına dayanır. Onlarca silahlı adamıyla malum şekilde içeri
girer; korku, panik, uzun namlulu silahlar, yere yüzüstü yatırmalar… Kent
savunucusu, 66 yaşında bir kadın, Kürtlerle uzlaşmaya tam teşebbüsten, elleri
kelepçeli olarak alınıp götürülür.
İşte
Güzin Alpaslan’ın gidişi o gidiştir. Uzunca süredir o, on dört Kürt kadınının
bulunduğu koğuşta tek Türk kadını olarak, üzerine adalet, eşitlik, barış
sözcüklerini üfleyerek küpeler, kolyeler, bileklikler yapacağı o küçük
taneciklerin yolunu gözlemekte. Boncukların ise işi zordur; yolu engebelidir,
dolambaçlıdır. Onu bekleyen kolluk güçleri, memurlar vardır; devletin bir
nizamı, usulleri, inceden inceye ayarlanmış kanunları vardır.
Tonlarca
altını gümrük kapılarından türlü hilelerle geçirebilirsiniz. Bir o kadar
uyuşturucuyu karanlık, şaibeli mafya-bürokrat ilişkileriyle limanlardan içeri
sokabilirsiniz. Veyahut kâh akaryakıt olur, kâh türlü türlü silah, kâh da akla
gelen her türlü kara parayı sınır tanımaz bir şekilde ülkeden ülkeye
dolaştırabilirsiniz. Bütün bunlar yapılırken devletimizin o meşhur çarkları
öylesine ağır işler ki neredeyse dönmez olur, durur.
Velhasıl,
bir kadının kulağına süs olacak boncuk tanesine gelince o zaman iş değişir.
Boncuk tehlikelidir çünkü! Zira burada söz konusu olan, devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüdür. Devlet-i Âli’nin çarkları hızla çalışır,
cümle bürokrasi kademeleri bir anda teyakkuza geçer, ortalık ayağa kalkar…
Gelgelelim,
bir boncuk tanesini, yok yere tutsak ettiği bir kadına çok gören devlet aklının
sonraki ahvaline…
Kürt’ün
Türk ile uzlaşmasını hazmedemeyen o devlet aklı, nedendir bilinmez, bir süre
sonra farklı çalışmaya başlar. Kürtlere yeniden barış çubuğunu uzatır!
Kürtlerse beyaz adamın uzattığı barış çubuğunu bir kez daha baş göz eder.
Şimdilerde
en çok tartışılan konu da işte budur: Beyaz adamın yalanları, hileleri tükenmiş
midir? Beyaz adam, beyaz adam olmaktan çıkmış mıdır; beyaz adam değişmiş midir,
değişecek midir?
Not: Güzin Alpaslan, bu yazı kaleme alınırken tahliye edildi. Kocası ise cezaevine yasa dışı yollardan boncuk sokmaya teşebbüsten hâlen yargılanmakta. Boncukların suç delili sayılmadığı bir yıl dileğiyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com