Yusuf Nazım
T24 | 28 Nisan 2023
Yazmayayım diyorum ama yazmadan da edemiyorum.
Nasıl yazmayayım ki?
Sopa Kürt’e kalkınca herkes sus pus!
Moda bir deyim var ya; demokrasi arenası!
Hayat, kimi zaman bir turnusol kâğıdı gibidir, eylemlilikle
sınanır.
Demokratlık da işte böyle.
Sağına soluna bakarsın, o arenada kimse kalmamış…
Hâlbuki konuşmaya gelince mangalda kül bırakan yoktur.
Demokrasi deyince, özgürlükler deyince, eşitlik deyince
ağzından bal damlıyor herkesin.
Ancak Kürt’e sopa kalkınca durum birden değişiyor!
Cümle muhalefet rap rap.
Partiler ise suspus!
* * *
İki gün bekledim.
Şunun şurasında kaç gün kaldı ki seçimlere?
Söylemeye gerek yok, hemen yarın, hatta yarından da yakın!
Gözümüzü yeni bir cadı avıyla açtık geçen gün.
Her zamanki gibi yine hoyratça dayandı kapılara kolluk.
Diyarbakır merkezli 21 ilde avukatlar, gazeteciler,
sanatçılar, siyasetçiler, milletvekili adayları gözaltına alındı.
Avukatlara görüşme yasağı, dosyalara gizlilik kararı getirildi.
Besbelli seçimlerle ilgili bir gözdağı.
Halkın özgür iradesine yönelmiş planlı bir tehdit.
Millet ittifakını oluşturan partilerin twitter hesaplarına
tek tek baktım.
Hiçbirinden tek bir kınama yok!
Yanılıyorsam bağışlasınlar beni, şimdiden özür dilerim.
Bireysel duyarlılık gösteren kimi nadir çıkışlar hariç.
Ancak gözün gördüğü de ortada!
Ne bir koşu gidip “kardeş şehir” Diyarbakır’la kurumsal dayanışma
gösteren oldu, ne basın açıklaması yapan muhalefet partisi, ne de yüksek sesle
kınayan bir lider...
Hani aynı ceberut rejimden muztariptik?
Hani bu karanlıktan birlikte çıkacaktık?
Hani bu seçimler köprüden önceki son çıkıştı?
Hani tek adam rejiminden kurtulacaktık?
Üstelik demokrasiden, basın özgürlüğünden, insan haklarından
yanaydık...
Hani baskıya, siyaset yasağına, özgürlüklerin kısıtlanmasına
karşıydık?
Savunma hakkına dokunulmayacak, gazeteciler cezaevine
tıkılmayacak, sanatçılara zulmedilmeyecekti?
* * *
Altılı masanın ortak mutabakat metni yayınlandığında
yazmıştım.
240 sayfalık metinde Kürt’ün
adı yoktu!
Boşuna değilmiş demek.
Herkes için her şey vardı o metinde; demokrasi vardı, özgürlükler
vardı; hak, hukuk ve adalet vardı.
Yok yoktu metinde.
Küçük ve orta boy işletmeler, esnaf ve sanatkârlar, turizm
ve kültür, iklim değişikliği, doğa ve hayvan hakları, yeşil dönüşüm, çevre ve
ekosistem; kirlenen sular, bozulan kentler, azalan ormanlar…
Hepsi vardı.
Yalnızca Kürt’ün adı yoktu.
Gel de şimdi düşünme.
Demek her şey bunun içinmiş!
Kürt’ün adı yoksa ona sopa serbestmiş...
* * *
Bazı okurlarım diyorlar ki, Kürtleri niye çok yazıyorsun?
Belki de hayata kalbin gözüyle bakıyorum, ondandır.
Bu bir refleks; belki bireysel, belki bir insanlık hali.
Yok sayılana dair bir savunma güdüsü.
Ötekine dair bir sahiplenme, farkında olma çabası.
Bunun için ne adının “Kürt”, ne de coğrafasının Diyarbakır olması gerekmiyor.
Türkiye’de Kürt, Bulgaristan’da Türk de olabilir.
Ya da Almanya’da Yahudi, İsrail’de Filistinli de…
Milliyetçilik…
Hemen her toplulukta az ya da çok var olan ideolojik bir olgu.
Kimine göre kutsal, kimineyse ilkellik.
İnsana, zamana, coğrafyaya ve sosyolojiye göre değişiyor.
Kürt’ün de, Türk’ün de, Alman’ın da milliyetçisi; daha ötesi
ırkçısı vardır.
Bana göre milliyetçilik tatlı bir zehre benzer.
Bünyeye girdiğinde damarlarında şarap ılıklığında dolaşır,
gururunu okşar, ruhunu sarhoş eder insanın.
Ne var ki kolayca kaşınır, azdırılır.
Ve egemenin elinde her an ırkçılığa dönüşmeye hazırdır.
Bu yüzden tehlikelidir de.
Çünkü “zamanı geldiğinde” ötekine karşı kolayca nefrete
dönüşebilir.
* * *
Türkiye’de alıştığımız, alıştıkça kanıksadığımız şey.
Ateş Batıya düştüğünde büyük felaket.
Hoyratlık kapıyı Ankara’da çalsa yekvücut oluyoruz.
İstanbul’dan gazeteci zulüm görse hep beraber karşı
duruyoruz.
Kötülük, bir muhalif partinin kapısına dayandığında kol kola
giriyoruz.
Peki ya, yangın doğudaysa?
Zorbalık Kürt’ün kapısına dayanmışsa?
Haa! O zaman dur!
O zaman ses çıkarma!
Siyasetçi Kürt olunca
potansiyel suçlu!
Gazetecinin dili kırıksa, teni esmerse, bir de
Diyarbakırlıysa, o halde terörist!
Sanatçı, tiyatroda oyununu Kürtçe oynuyor, analar ağıtlarını
Kürtçe yakıyorsa, bölücü.
Kadınlar elini hamurdan, eteğini çamurdan kurtarıp
bilinmedik bir dilden siyaset yapmaya yelteniyor, hele bir de rengârenk giysileriyle
itirazın öznesi oluyorsa, o zaman olağan şüpheli.
O halde?
O halde vur başına!
O halde yürü üstüne!
O halde Kürt’e sopa serbest!
Sakın ses çıkarma!
Öyle mi?
https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/sopa-kurt-e-kalkinca,39760