T24 | 28 Ekim 2022
Bir kadın.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunu.
Adli Tıp’ta uzmanlık eğitimi yanı sıra İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi’nde Klasik Arkeoloji Lisans Eğitimi aldı.
1992’de kurulan Adli Tıp Uzmanları Derneği’nin
kurucularından olup 1993-1996 arasında derneğin yönetim kurulu başkanlığını
üstlendi.
Türk Ceza Hukuku Derneği kurucu üyelerinden.
Mesleki ömrünü işkenceyle mücadeleye adadı. Hazırladığı
işkenceyi belgeleyen sayısız rapor ve tıp etiği üzerine yazılarıyla devletin sivri
oklarını üzerine çekti.
Uğur Mumcu sanıklarıyla ilgili verdiği rapor nedeniyle
tehdit edildi, görevden alınmasına dair yazılan gizli yazılar açığa çıktı,
90’lardaki Susurluk Çetesi’nin adli tıp üzerindeki baskılarına karşı mücadele
etti.
1997’de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp
Anabilim Dalı Başkanı oldu. Bu görevinden ve yürüttüğü Adli Tıp Kurumu İhtisas
Kurulu Başkanlığından çeşitli defalar uzaklaştırıldıysa da her seferinde yargı
kararlarıyla geri döndü.
İngilizce, Almanca ve Klasik Yunanca biliyordu.
Birleşmiş Milletler Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi
adına, 1996’da Bosna’nın Kalesija bölgesindeki toplu mezarlardan çıkarılan
cesetlerin otopsi çalışmalarına katıldı.
1999’da, Birleşmiş Milletler ’in İstanbul Protokolü olarak
bilinen işkencenin saptanmasında dair uluslararası standart kılavuzun
hazırlayıcıları arasında yer aldı; bu protokolün uygulanması konusunda birçok
ülkede eğitim verdi.
İnsan Hakları İçin Hekimler ’in 2000’de Güney Afrika’daki
uluslararası çalışmasında, 2002’de ise Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) Kadına
Yönelik Cinsel Şiddet Araştırması ve El Kitabı çalışmalarında yer aldı.
Uluslararası İşkence Rehabilitasyon Merkezi (IRTC) adına
gittiği Bahreyn’deki bir ölüm olayında, yaptığı otopsiyle ailenin iddiaları
doğrultusunda gencin gözaltında işkenceyle öldürüldüğünü kanıtladı.
Yaş haddinden emekliliğine 7 yıl kalan zorunlu emekli
edildiği 2019 yılına kadar İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı’nda,
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde adli tıp lisans ve yüksek lisans
dersleri verdi; İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nde yüksek lisans ve
doktora tez danışmanlığı yaptı.
Türk Tabipleri Birliği ve İstanbul Tabip Odası yanı sıra
Türk Patoloji Derneği, Forensic Science Society of UK, Académie Internatıonale
de Médecine Légale et de Médecine Sociale, International Academy of Legal
Medicine, New York Academy of Sciences, İnsan Hakları Eğitimi On Yılı Ulusal
Komitesi Cezaevleri Çalışma Grubu, Association de Droit Penale Internationale,
Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu gibi kurumlarda görev yaptı.
Son olarak 2009’dan beri sürdürdüğü Türkiye İnsan Hakları
Vakfı’nın (TİHV) başkanlığını bırakarak 2021’de Türk Tabipleri Birliği Merkez
Konseyi başkanlığına seçildi.
Aynı zamanda 1997 IRCT Bent Sorensen Grant, 1999 İstanbul
Üniversitesi Uluslararası Bilime Katkı, İstanbul Tabip Odası Sevinç Özgüner
İnsan Hakları, 2000 yılı Barış ve Demokrasi, 2000 yılı Açık Sayfa Barış,
Demokrasi ve Hukuka Katkı, 2000 International People’s Lawyers Eminent Person
Grant, 2001 BEKSAV, 2014 Uluslararası Hrant Dink Vakfı ve daha birçok ödülün
sahibi bir bilim ve onur insanı...
26 Ekim 2022’de bir TV kanalında sorulan soru üzerine,
uzmanlık görüşünü paylaştığı için gözaltına alındı, sonra tutuklandı.
* * *
Asıl olan hakikati aramaktı.
Oysa ki bir bilim insanı konuştu, yer yerinden oynadı.
En yüksek perdeden başlayan nefret söylemi, hedef gösterme,
medyada koparılan linç fırtınası…
Bir anda ülkenin şerefi lekelendi, orduya iftira atılmış
oldu!
Öyle ya, yumurtalar hiçbir koşulda çürümez, ya da aralarından
çürükleri çıkmazdı. Toplum ve kurumlar olarak ari bir ırktan çoğalmıştık,
hepimiz pürü paktık.
Örneğin, bu ülkede askerler 1961’de darbe yapmamıştı! Elinde
bulundurduğu silah gücünü kullanarak seçilmişleri içeri atmamış; içlerinde bir
başbakan ile iki bakanı asmamıştı!
Doğruydu, 1971 olduğunda askerler bir kez daha parlamenter
rejimi yıkarak anayasayı askıya almamıştı! Silah zoruyla aydınları,
sanatçıları, sendikacıları, öğrencileri hapse tıkmamış; intikam olsun diye
fidan boylu üç genci idam sehpasında asmamıştı!
Ve yine doğruydu, 1980’in 12 Eylül’ünde silahlı kuvvetler
cebir ve şiddet yoluyla seçilmiş iktidarı devirmemiş, bir kez daha demokrasinin
canına okuyup meclisi kapatmamıştı; onlarca idam, yüzbinlerce gözaltı, 2
milyona yakın fişleme yapmamış; gazete ve dergileri, sendika ve dernekleri
kapatmamış, tonlarca kitabı yakmamıştı!
Devletin raporlarında bile yazsa 90’lı yıllarda ülkenin
doğusunda binlerce köyü ve mezrayı yakıp yıkarak boşaltmamış; Roboski/Uludere’de
kendi yurttaşlarının üzerine bomba yağdırıp çoluk çocuk, genç yaşlı demeden 34
köylünün canına kıymamıştı!
2016’nın 15 Temmuz‘unda örneğin; askerin içinden birileri Ankara’da
TBMM üzerine bomba yağdırmamıştı!
Velhasıl, Susurluk Çetesi’nin artıklarıyla emekli ya da
emekli olmayan generallerin resimleri de gazetelerde boy boy basılmamıştı!
* * *
Peki, şimdi ne oldu?
Bir hakikat yolculuğu yarım kaldı.
Birileri çoktandır bir cadı kazanını kaynatıyordu, içine
atılacak kurban ise hazırdı.
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı ve onun meslek
örgütü hedefe konuldu…
Profesör Doktor Şebnem Korur Fincancı.
Ömrünü insan haklarına adamış bir bilim kadını. Hipokrat Andına
bir bayrak gibi sarılmış kâh devletin derinliklerinde, kâh Bahreyn sahillerinde;
Filistin’den Yeni Zelenda’ya, Abu Gharib’ten Güney Afrika’ya, Saraybosna’dan
Güney Afrika’ya bir hakikat yolcusu o.
Tıpkı meslek etiğinden ödün vermeyen; insan ve haklarını
savunduğu için daha önce gözaltına alınan, tutuklanan; özgürlüğünden edilen ve
sonunda beraat eden diğer hakikat yolcuları gibi.
Sadece son birkaç yılda olmak üzere gözaltına alınan ya da hapse
atılan/çıkan/çıkamayan Profesör Raşit Tükel, Profesör Funda Obuz, Profesör
Taner Gören, Profesör Onur Hamzaoğlu, Profesör Füsun Üstel, Profesör Beyza
Üstün ve daha niceleri gibi…
https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/saraybosna-dan-guney-afrika-ya-hakikat-yolculugu,37239
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com