18 Ekim 2022 Salı

Güneşi göremeyenler

Yusuf Nazım
T24 | 18 Ekim 2022


Sene 1999. Zonguldak şehri.

 

Nam-ı diğer kara elmas diyarı. Bu kentin kömürle hayat bulmuş, adı sonradan Kandilli olarak değiştirilmiş olan Armutçuk beldesindeyim. Bir zamanlar hayata rengini veren kara taşın, insan yaşamına bulaşmış serüvenini merak ediyorum.

 

99 sonbaharında Kandilli ’de işte bu serüvenin peşinden gitmiştim.

 

Yapmaya çalıştığım şey kömüre bulaşmış hayatların, bir daha geri gelmeyecek olanın, her şeye rağmen umutlarını heybelerinde umutla taşıyanların hikâyelerinde bir iz sürmeydi…

 

Toprağın beş yüz seksen beş metre altına inmiştim. İki asansör değiştirmiş, bir motora binmiş, kömür vagonları içinde kilometrelerce yol almış, domuz damı direkleri arasında sürünerek ciğerlerime kömürün tozunu solumuştum…

 

Adeta yerin altında esrarengiz ve karanlık, başka bir dünyaya gitmiş gibiydim.

 

Derin galerilerde saatlerce ilerlemiş; hayalleriyle taşı kayayı yontarak küfelerinde umudu ve yaşama sevincini taşıyanların hayatlarına tanık olmuştum.

 

Yerin derinliklerinde çoğu kez yarım kalmış hayallere, birbirinden ilginç hikâyelere, sönüp gitmiş hayatlara devam eden unutamadığım bir yolculuktu bu yaptığım.

Ocağa kömür işçileriyle birlikte inmiş, galeride beraber vagona binmiş, onların küçük bir çıkından ibaret sofralarının ortağı olmuştum.

 

Orada, yakından tanımıştım madencileri. Çokça anıları vardı onların. Ve bu anılara bulaşmış ölümleri; Kozlu’da, Armutçuk’ ta, Karadon’da, Üzülmez’ de, Amasra’da ve Çaydamar’da...

 

İndiğim Armutçuk’taki maden ocağında, 7 Mart 1983’de yaşanan bir grizu patlaması sonucu 103 işçi hayatını kaybetmişti. Tam yüz üç işçi yerin altına inmiş ve bir daha geri dönmemişti!

 

Yanımda bir emniyet mühendisi arkadaş, kimi maden işçileri; kazmacısı, barutçusu, oduncusu vardı.

 

Bin bir güçlüğe katlanarak kazmanın kömüre değdiği ayağa kadar inmiş, kapatılan kör kuyuları görmüş, sağ girip ölü çıkan madencilerin yürek burkan hikâyelerini dinlemiştim.

 

Onlar, dönüşü olmayan bir yolun çaresiz yolcuları gibiydiler. Öylesine terk edilmişçesine gitmişlerdi ölümlere. Nice hüzünlerle dolu bu öyküleri dinlerken gözyaşlarımı yüreğime akıtmış, sessizce ağlamıştım…  

 

*  *  *

Şimdi, aradan yirmi üç yıl geçtikten sonra, ülkenin başka bir köşesinde, toprağın yüzlerce metre derinlerinden yine onların acı yüklü hikâyeleri sızıyor yer üstüne. Üstelik 301 Soma madencisinin ölüm tutanakları mahkeme zabıtlarında henüz kurumamışken…

 

Yine ölüm çığlıkları yırtıyor karanlıkları; yine duvarları delen ağıtlar yükseliyor, yine toplu mezarlar kazılıyor onlar için.

 

Ölüm ki kara elmas diyarında her zamanki gibi sinsiydi.

 

Bilenler bilirdi. Yerin altında ışık, hasreti en çok duyulan şeydi. Işığa hasret olunan o yerse damarın damarı kestiği, kazmanın kömürü dövdüğü yerdi.

 

Ateş-nefes yaklaşınca orada, ter domur domur akar, nefes nefese dokunur, ölüm inceden inceye birikirdi.

 

Ve yine öyle oldu!

 

Amasra’da ölüm, karanlık ve yanık galerilerin isli dehlizlerinden çıkarak bürokratların demeçlerinde bir kez daha merhametsiz sayılara dönüşüverdi.

 

Televizyon kanallarında, prime time’da her gün onların hikâyeleri anlatılır oldu.

 

Halâ yaşıyormuş gibi suretleri bir bir düşerek haber ajanslarına, geçen her gün, daha çok sayıda madenci cesedi haber oldu manşetlere.

 

Kader ve fıtrat kelimeleri, acımasız bir ısrarla tekerrür ederken Amasra’nın sokaklarında, tarihin cinayet defterine yeni ölümleri kaydetti hayat.


*  *  *

 

Amasralı madenciler.

 

Güneşi görebilmek için karanlığa kazma sallayanlar.

 

Hayata rengini vermek amacıyla yıllar yılı kara taşın peşinde iz sürenler…

 

Ötekilerin dünyasında bir kere daha yerin üstüne çıkamadan hunharca mağlup edildiler!

 

O madenciler ki, yeraltına her indiklerinde gözlerinde gizli bir tutkuyla parıldayan bir ışık vardır.

 

“Güneşi yeniden görebilsem” diye parıldayan bir ışık...

 

O ışık, kırk bir maden işçisinin gözlerinde son bir kez parlayıp söndü.

 

Madencilerin gözlerindeki o ışık, kırk bir defa anlamını yitirdi.

 

Kırk bir Amasralı madenci yerin altına indi, bir daha gün yüzü göremedi.

 

Onlar için kader, toprağın derinliklerine gizlenmiş karanlık yüzlü bir cellattan ibaretti. Fıtratsa, genç yaşta ömürlerine geçirilmiş bir ilmik gibi daima hazırdı.

 

Adları tarihin cinayet defterine bir kez daha güneşi göremeyenler olarak yazıldı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yusuf.nazim1@gmail.com