Yusuf Nazım
T24 | 29 Ağutos 2020
Öldürülen bizim de
sevincimizdir
En sonunda korktuğum şey oldu!
Beklediğim o haber geldi; geldi ve keskin bir kılıç gibi
indi bir yanıma:
Kesti, doğradı, parçaladı!
“Ebru Timtik öldü!”
dedi bir ses:
“Ebru Timtik öldü!”
* * *
O sese döndüm yüzümü.
Yanaklarında gülüş yığınakları bir kadın gördüm, mesleği adaleti
savunmak olan bir hukuk insanını gördüm.
Adaleti arıyordu.
Oysaki ülkesinde, aradığı adaletin parçası değil, kırıntısı
dahi yoktu!
Bu yüzden, başkaları için aradığı adaleti, bir hukuk insanı
olarak kendisi için dahi bulamadı.
Adilce yargılanmak istedi, temel hukuk ilkelerinden ödün
vermedi, boyun da eğmedi!
Adalet dedi, savunma dedi; çabaladı, çırpındı; duyan olmadı!
Gün geldi bütün yollar tıkandı. Durmadı, açlığın üzerine
yürüdü, önce açlık grevine, sonra ölüm orucuna başladı.
Dostları, sevenleri vazgeçirmek için çok uğraştı.
Ama o vaz geçmedi!
Ya adalet, ya ölüm dedi!
Açlığın koynunda 238.gündü; adalet gelmeyince ölüm geldi:
“Ebru Timtik öldü!”
* * *
Her tarafımıza acı ve ölüm yapışmış gibi.
Düşüyorum, bir boşluktan, başka bir boşluğa.
Tutunacak bir dal olmalı; arkadaşımı arıyorum.
“Öldü” diyorum; “adalet bir kez daha öldü!”
Bahar gibi aydınlık gülüşünü, su gibi sesini, bitmek bilmeyen
adalet arayışını aramıza bırakarak gitti.
Kapatıyorum telefonu, geceye bir müzik akıyor usuldan.
Bir şarkının ezgilerinde, vakitsiz gelen bir ölümün hüznü
duyuluyor.
Şimdi, gecenin bir yarısında, bilgisayar ekranında kelimeler
bir bir boğuluyor.
Şimdi bir evde, bir hastanenin önünde, karanlıkta bir kır
bahçesinde, bir köyde, belki bir hukuk bürosunda ve başka başka yerlerde güzel
insanların yüzlerinde buğulu bakışları süzülüyor.
Havada bulut bulut hüzün kokusu.
Havada zehir, havada sinsi bir nefretin soluk alıp
verişleri, havada yalan ajansların ayak izleri.
Sahi, sordunuz mu hiç, ne istiyor bu insanlar?
Yazsam tanıdık gelecek belki hikâyesi;
Önce gözaltı Ebru, sonra meşhur gizli tanık ifadeleri, ardından
gelen tutuklama; kırık bir hukuk çarkının ağır ağır işleyişi, derken verilen bir
tahliye kararı…
Sen misin tahliye kararını veren! Kararı veren mahkeme
heyetinin acilen dağıtılması, yerine talimatla atanan yenileri; tahliye
kararının el çabukluğuyla geri alınması, yeniden yapılan tutuklama; yıldırım
hızıyla, duruşmasız verilen mahkûmiyet…
Gerisi malumun ilanı, çoktan ölüp gitmiş bir adalet, çaresizce
ölümün koynuna sokulan bedenler. Yitip giden bir can ve sıraya giren diğerleri…
Ölüm ne kolay, ne basit, ne ucuz değil mi bu topraklarda?
Şimdi söyleyin, beğendiniz mi ülkeyi getirdiğiniz hali efendiler?
“İşsizim!” diye,
çığlık çığlığa meydanlarda kendini yakanlar…
Çocuklarına ekmek götüremediği için boynunu ipe atanlar…
Borcu olan, çaresiz kalan; tecavüze uğrayıp da canına
kıyanlar…
Ve şimdilerde, adalet ararken ölen insanlar!
Hukukçuların bile, adalet hakkı için ölümü göze almak
zorunda kaldıkları bir ülke.
* * *
Soruyorum size, adalet istiyorum diye canına kıyan birine rastladınız mı hiç efendiler?
Dünyamız, 195 ülkeye pay etmiş topraklarını.
Nihayetinde, hepimiz onlardan birindeyiz işte.
Hele bir dönüp bakın çevrenize; yurttaşlarının, hak aramak
için bedenlerini, ölüme atmaktan başka çare bulamadığı başka kaç ülke vardır efendiler?
Başka bir şey değil, adil yargılanmak isterken öldü Ebru
Timtik!
Sesini duyan olmazsa, 208 gündür açlık grevinde olan Avukat Aytaç
Ünsal ise sırada.
Biliyorsunuz değil mi, sadece adil yargılanmak istediler
onlar?
Evrensel hukuk ilkelerine uygun, adilce yargılanmak!
Ne saraylar, ne de saltanatlar vardı gözlerinde; katlar ya
da yatlar da istemediler, biliyorsunuz değil mi efendiler?
Borsada hisse senetleri, bilmem ne adasında gizli hesaplar,
şatafatlı makam odaları ya da ucuzundan bir mevki peşinde olmadıklarını da…
Ne Soma’da ölen 301 madencinin avukatı olmak, ne de KHK ile
işten atılanları savunmak zengin etmedi onları; 15 yaşında katledilen Berkin
Elvan’ın, işkencede ölen Engin Çeber’in, kendi evinde, ailesinin gözü önünde,
kamera kaydıyla öldürülen Dilek Doğan’ın da…
Şemdinli’de, İstanbul’da, Ankara'da kentsel dönüşüm
kapsamında evleri yıkılan ise o kentlerin yoksullarıydı. Paralarını değil
kalplerini kazanmak mutlu etti onları.
Söylesenize iktidarınızda kaç aydın, kaç gazeteci, kaç bilim
insanı sahte iddianamelerle içeri atıldı; kaç avukat, kaç sanatçı, kaç politikacı
gizli tanık yalanlarıyla hapse yattı ve yatmaya devam ediyor?
İlla birileri söylemiştir size; ne yolsuzluk ve rüşvetten,
ne de pazarlıksız ihaleden kaynaklı servetleri vardır onların; koşulsuz ve
sınırsız sevmektir en büyük varlıkları.
İsterseniz gönderin polisinizi, bekçinizi, gizli
servislerinizi;
Hele bir bakın kasalarına; araştırın çekmecelerini, kitaplıklarını,
banka hesaplarını; göreceksiniz, yalnızca umut etmek ve şarkı söylemekten
ibarettir sermayeleri.
Yıllar yılı adına “hizmet” dediğiniz bir suç örgütüyle
birlikte yürüyerek nice ölümlere sebep oldunuz.
Sahi saydınız mı, kaç masumun kanına girildi, kaç ocak
yıkıldı, kaç can yakıldı efendiler?
* * *
Ebru Timtik.
Bir hukuk insanı olarak bazen Somalı madenciyle, bazan evi
yıkılan kent yoksullarıyla beraberdi. Nerede işkence gören varsa, Ebru
oradaydı.
Kısaca, hep sevdiklerinin yanında durdu, hep onlarla mutlu
oldu.
Hem insan olarak, hem mesleği gereği hep mağdurdan yanaydı;
mağdur olan her insanı, her canlıyı, her şeyi sevdi.
Ebru’yu anlamak için sevmesini bilmek lazım.
Bir hukuk insanına dahi, adaleti çok görenler, şimdi
soruyorum size;
Sahi siz, sevmek nedir bilir misiniz efendiler?
Mesela bir ağacı…
Evet evet, yanlış duymadınız bir ağacı?
Hani öyle kendi bağınızda, bahçenizde; meyvesini yiyeceğiniz
ağacı sevmek gibi değil yani.
Meyvesini yemeyeceğinizi, gölgesinde dahi oturmayacağınızı
bildiğiniz halde; üstelik kime ait olduğuna bakmaksızın bir ağacı sevmek!
Ya da bir çocuğu…
Hani öyle, illa benim olsun diye değil; besleyip, büyütürken
soyum, sopum sürsün diye de değil!
Dünyanın neresinde olursa olsun; hangi dinde, dilde,
mezhepte; hangi renkte, ırkta ve kimlikte olursa olsun…
İnsanlık ailesinin bir bireyi diye, kimin olduğuna bakmadan;
ayrımsız, eşit, özgürce büyüyebilsin diye sevmek!
Sevmek, kuşkusuz güzel şeydir.
Hele karşılıksız, koşulsuz olursa, daha da güzel şeydir.
Hani öyle balya balya paraları demiyorum ama efendiler!
İçi dolar dolu kasaları, kupon kupon arsaları, bir gecede
değiştirilip servete tahvil edilen mevzuatları da değil…
Dağları sevmekten bahsediyorum size efendiler, dağları!
Issız bir vadiyi mesela; vadiden akan dereyi, dereden su
içen ceylanı; ormanın koynuna sokulmuş eşsiz güzellikte bir koyu…
Villalarınız çepeçevre boncuk gibi dizilsin diye değil ama;
herkesin olsun, herkes kullanabilsin diye efendiler!
Bakışlarınızı görür gibi oluyorum şimdiden; alttan alttan,
riyakâr, gulyabani…
Anlıyorum ki hırsınızla vicdanınız arasında merhamete yer
kalmamış, tümden bozulmuş şirazeniz.
Hâlbuki iyi bilirsiniz siz, kıldan ince, kılıçtan keskindir
geçeceğiniz o köprü.
Öyle böyle değil, çok ama çok can yaktınız, çok ah aldınız,
bu ülkeye çok zulmettiniz efendiler!
Boyunuzu çoktan aştı, arşa bile ulaştı, bilmem ki hangi
kantar tartacak günahlarınızı, hangi tanrı affedecek sizi?
Biliyorum, duymadınız bile çığlığını; yıktığınız hukuk
duvarının dibinde, adalet diye diye can çekişti; öldü bir kadın.
Ne diyeyim; yatacak yeriniz, bakacak yüzünüz olmayacak efendiler!
https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/yatacak-yeriniz-bakacak-yuzunuz-olmayacak,27819
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com