Söylemesi yasak ölümler taşıyorum bir süredir,
kalbimin zulasında. Hayat kadar gerçek, bir o kadar acı, üstelik karanlık... Kabul
etsek de, etmesek de… Bir süredir, söylemesi yasak ölümlerin yurdu ülkem.
Hayat kadar gerçek. Çünkü içindeyiz, her gün yaşıyor,
görüyor, duyuyoruz.
Bir o kadar acı. Çünkü farkındayız, anlıyor,
hissediyoruz.
Aynı zamanda karanlık. Çünkü hep bir nihayete
evriliyor, mutlak bir sessizliği çağrıştırıyor, hep ölümle bitiyor sonu.
Bir sözcük kaç ölü ediyor bu ülkede
Tekirdağ’da bir tren faciası. Tren raylardan çıkmış, ölü ve yaralılar var. Telaş içinde yolcuların yakınları. Kaza nasıl olmuş, ölenler kim, yaralılar kaç kişi, neredeler?
Malum, kötü haber tez yayılıyor. Çoktandır yasağa
batmış bir ülkeyiz ya; anında yayın yasağı başlıyor.
“Başbakanlık tarafından tren kazasıyla ilgili yayın
yasağı getirildi!”
Yalnızca sekiz sözcük! Yanlış duymadınız sekiz sözcük!
Ama en önemlisi “Yasak!”
Nedensiz, gerekçesiz, açıklamasız bir yasak…
Tarıyorum medyayı; hepsi tek bir yerden alıyor haber
kaynağını. Bütün izler devletin ajansına çıkıyor. Anadolu Ajansı, başbakanlık
tarafından iletilen tek cümleyi vermekle yetiniyor. Belli ki ambulanstan önce
yayın yasağı ulaşıyor geride kalanlara.
Peki, birden bire rahatlıyor muyuz? Acısı azalıyor mu
geride kalanların? Yaraları sarılıyor mu?
17 şirket, 28 gemi, 2 süper yat sahibi son başbakanın
makamından veriliyor talimat.
Sekiz sözcük, 24 ölü, 318 yaralı. Hesapladı mı acaba sayın
başbakan, sözcük başına üç ölü düşüyor, kırk da yaralı! Düşünüyorum da, bir
sözcük kaç ölü ediyor bu ülkede? Sekiz sözcüğe ne de çabuk sığıyor 24 ölü?
Haber yasağı kalkınca öğreniyoruz. Demiryolu üzerinde, şişmeye nasıl da tam
teşebbüs etmiş menfez. Yağmursa görünmez bir ihanet içinde; metrekareye 32 kg
düşmüş meğer, malum görünmez kaza öncesinde. Bilseniz, nasıl da aydınlandık, nasıl
bilgilendik…
Soma Katliamı, 13 Mayıs 2014 |
Bir kıvılcım çakar, ateş nefes basar bacaları
Alıştık mı ne? Çoğu fıtratından diyorlar ölümlerin. Nedense
hiç vakit geçirmeden, yine fıtratından geliyor yayın yasakları. Oysaki sebebi
olmalı bu ölümlerin. Ya da sorumlusu! Ve bir karşılığı bulunmalı yok yere ölüme
sebebiyet vermelerin…
Ama olmuyor, olmuyor işte!
Örneğin, Soma’da madencisindir. Toprağından kopmuş, yok
yoksul, çaresizsindir. Çoluğunun,
çocuğunun rızkının peşinde, ekmek parası peşindesindir. Gözünü karartarak
emniyetsiz, güvencesiz yedi kat yerin altına inebilirsin. Bir gün bir kıvılcım
çakar, ateş nefes(*) basar bacaları, soluksuz kalıp yüzlerce birden ölebilirsin.
RTÜK bir duyuru yayınlar hemen. “Medya
kuruluşlarına” diye başlar o duyuru, “bölgeden
haber aktarırken insanların üzüntüleri konusunda gereken hassasiyetin
gösterilmesi,” şeklinde devam eder, “ayrıca
yayın akışlarında gerekli düzenlemeleri yapmaları konusunda” diye
bitebilir… Günlerce sayamazsın sayısını ölenlerin; aylarca ulaşamazsın cansız
bedenlerine. Yıllar sürer mahkemesi de, gerçeği bir türlü öğrenemezsin.
Ankara Katliamı, 10 Aralık 2015 |
Mesela Ankara’dasınız. Ülkenin dört yanından
gelmişsiniz. Barış mitingi yapıyorsunuz. Önceden haber verilmiş, izinler
alınmış, güven içindesiniz. Ya da siz öyle sanıyorsunuz. Öyle ya, barış için
yürüyorsunuz, şen, şakrak, neşelisiniz. Davullarla, zurnalarla halaylar
çekiyorsunuz. Apansız birkaç bomba patlar ortanızda, parçalarınız dört bir yana
savrulur da, yüzünüz birden ölebilirsiniz! Merak etmeyin, Cumhuriyet Başsavcılığı’nın
talebi üzerine yayın ve eleştiri yasağı getirilir hemen. Mümkünü olmaz
gerçeğin peşine düşmenin, olsa olsa can derdine düşersiniz siz.
Dedim ya, ölmek dâhil, bazı şeyler öyle kolaydır ki bu
ülkede…
Örneğin Suruç gibi küçük bir kasabadasınız. Komşunun
savaş mağduru çocuklarına oyuncak götüren gençlerin arasında olabilirsiniz. Bir
anda bir bomba patlar aranızda, onlarca gencecik çocukla birlikte ölüp
gidebilirsiniz. Lakin katliamın haberini istediğiniz gibi yapamazsınız.
Suruç Katliamı, 20 Temmuz 2015 |
Anlayacağınız, bugünlerde her türlü kötülük musallat
olabilir insana. Dilediğiniz gibi mağdur olup özgürce ölüp gidebilirsiniz.
Yaşlıysanız, yolda yürürken bir panzerin altında kalıp rahatça can verebilirsiniz.
Ya da çocuksanız, yoksul evinizin küçücük odasında uyuyorsanız; ansızın bir
polis aracı girebilir odanın duvarından içeri, taksirle bile olsa ölebilirsiniz.
Kısacası, nicedir ölmek serbest bu coğrafyada. İster
üçer üçer, ister beşer beşer, ister onar onar olsun; ancak nasıl öldüğünü
söylemek yasaktır ülkemde!
Mesela sakıncası yok; bin odalı bir sarayda, ballandıra
ballandıra, diyelim yüz garsonla masalara nasıl servis yapıldığını haber
yapabilirsiniz. Ya da, program sunucularını televizyonlardan bas bas bağırtarak,
bir takım insanları binalardan baş aşağı sallandırmakla gözdağı verebilirsiniz.
Barış isteyeni uluorta hedef gösterip içeri tıktırabilir, üniversite
hocalarının kanlarında banyo yapmak isteyen mafya bozuntusuna alkış
tutabilirsiniz… Bütün bunların haberlerini özgürce yapabilirsiniz.
Ancak toplu ölüm haberleri yapamazsın! Şehirlerde bombalar patlar, binalar uçar havaya; insanlar ölür; askerler, polisler, çocuklar; anında yayın yasakları gelir, sekiz sözcüğe 24 ölüyü gönül rahatlığıyla sığdırabilirsiniz. Çünkü ölmek/öldürmek serbest, dillendirmek ise yasaktır artık benim ülkemde.
Yasak ölümler taşıyorum bir süredir
Yasak ölümler taşıyorum bir süredir, kalbimin
zulasında.
Hep kanun hükmünde veriliyor emirler, üst perdeden
işitiliyor bir ses.
Git öl, diyor o ses, git öl!
Nasıl bir cinayete kurban gidersen git!
Hangi cehennemin ateşinde, hangi kör menfezin
kuytuluğunda, hangi derinlikte olursa olsun, git öl!
Ama kimseler duymadan, çocuklarının canhıraş
feryatları kulakları tırmalamadan, olur olmaz ortalığı ayağa kaldırmadan öl…
Kim bilir ölenlerin, nasıl bir rüşvet pazarlığına
kurban edildiğini öğrenmeden…
Belki bir ihaleye fesat karıştırıldığını, belki liyakatsiz
bir atamanın nelere kadir olduğunu bilmeden…
Sanki her şey kendiliğinden, usul usul oluyormuşçasına;
fıtratı belli bir kazada istersen birer birer, onar onar, yüzer yüzer öl...
Yeter ki söylemesi yasak olsun ölümler, ölürsen
sessizce öl…
http://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/soylemesi-yasak-olumler,20073
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com