28 Temmuz 2018
Doğru zaten güçlüdür, doğru insanların dilinde daha da
güçlü olacaktır.
Nal sesleri geliyordu… Atların nal sesleri!
Üstelik ateş emri verilmişti, tereddüt edilmeyecekti!
Nereden geliyordu sesler? Vurulacak olanlar kimlerdi? Süvari
Birliği kimin üzerine yürüyordu?
Ortalığı, havaya gelişigüzel açılan silahların cayırtısı
kaplamış, askerlerin karşısındaki binanın duvarları delik deşik olmuştu.
“Başbakan istifa, hükümet
istifa!” sloganları bir kez daha yükseldi.
* * *
29 Nisan 1960, Hukuk Fakültesi, Ön Bahçesi. Ankara |
Tarih 29 Nisan 1960, yer Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’dir.
Öğrenciler, İstanbul Beyazıt
Meydanı’nda Turan Emeksiz’in öldürülmesini
protesto etmektedirler. Güvenlik güçleri önce fakültenin bahçesine, sonra da
mülkiyeye yönelirler. Süvari Birliği Hukuk Fakültesi’nin içine girer.
Nal sesleri, üniversitenin koridorlarından yükselir, binanın
taş duvarlarına çarparak yankılanır. Sloganlar devam eder, silah sesleri de…
Askerler fakülteye girdiğinde, dekan Fehmi Yavuz’un yanında asistanları ve öğrencileri vardır. “Buraya giremezsiniz, ben öğrencimi vermem!”
der, göğsünü siper eder, direnç gösterir; copu yer, tırnağı kopar…
Barut kokuları kaplamıştır her yanı. Genç asistan, dekanı Fehmi
Yavuz’un yanından bir an olsun ayrılmaz. Genç yaşında üniversiteyi, bilimi
solumakta; yeri geldiğinde onun, etiyle, tırnağıyla nasıl korunacağının
tanıklığını yapmaktadır. Asistanın adı Cevat
Geray’dır…
29 Nisan 1960, Siyasal Bilgiler Fakültesi Bahçesi |
Siyasal Bilgiler
Fakültesi’nin duvarları delik deşik olmuş, üniversite yaralanmıştır.
Koridorlarında atların nal sesleri duyulmuş, duvarlarında mermi izleri
kalmıştır.
Haftalar sonra dönemin başbakanı Menderes dekan Fehmi Yavuz’u arayıp binadaki kurşun
izlerini silmesini isteyecek, aralarında kısa bir tartışma çıkacaktır. Fehmi Yavuz başbakana, o izlerin “Mülkiye’nin şerefi” olduğunu
söyleyecektir.
* * *
1964 yılı, Hindistan, Hayderabad eyaleti.
Bir gurup, Türkiye’deki köy enstitülerinden esinlenmiş bir
okulda gözlemlerde bulunmaktadır. Köy gençlerini alarak lider ve öğretmen
olarak yetiştirmeyi amaçlayan bir okuldur bu. O gün okulda diploma törenini vardır.
Törende çocuklar diğer gösterilerin yanı sıra cirit oynamaktadırlar.
Konuklara hayvanların bulunduğu damlar gezdirilir. Biri
tamamıyla beyaz, diğerinin ise gövdesi kızıl, ayakları ve yelesi siyah iki
gösterişli atın önünde dururlar. Kıratın adını Cevat, doru atınınki ise Ruşen
‘dir. Bir süredir Hindistan’da toplum sağlığı üzerine araştırma ve gözlemler
yapan bu iki insan olay karşısında oldukça duygulanırlar. Zira isimleri atlara
verilerek onurlandırılan kişiler, ileride Ankara Üniversitesi SBF tarihine
adlarını yazdıracak Prof.Dr.Cevat Geray
ve Prof.Dr.Ruşen Keleş’ten başkası
değildir.
Olay, hayatlarının 51 yılında birlikte olan ikilinin, Yeni
Delhi’de 5 yıllık kalkınma planlarında köye yönelik ne tür olanaklar
sağlandığını, Bombay’da konut sorunlarını nasıl çözdüklerini incelemek; Pune
Üniversitesi’ndeki kırsal kooperatifçilik konusundaki çalışmaları yerinde
görmek için Hindistan’da bulundukları sırada yaşanır.
* * *
Sene 1977.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Derneği’nin
kapısından biri girer. Fakültenin yeni dekanıdır gelen. Kendisi de öğrencilik
yıllarında aynı derneğin üyesi olmuştur.
Fakültedeki tüm sorunları öğrencilerle birlikte çözmeyi
önerir. Önerisinde samimidir, öyle de yapar. Okuldaki sorunların çözümü için
birlikte çalışma kararı alırlar.
Babacan biridir. Sağcı olsun, solcu olsun her koşulda
öğrencisinin okula devam etmesini sağlamaya çalışır. Birçok öğrencinin okuldan
atılmasını özel çabasıyla önler. Salt öğrenimleri aksamasın diye, emniyetin
sorduğu öğrencileri saklar, parası olmayanlara harçlık verir, yeri gelir nikâh
şahitliği yapar, okul bittiğinde onlara iş bulur.
Uzun dalgalı saçları, müşfik ve babacan tavırlarıyla tam bir
öğrenci dostu olan; sadece üniversitenin değil, her üniversite hocasının özerk
olmasını savunan bu adam, geleceğin Efsane
Dekanı olarak adlandırılacak olan Prof.Dr.Cevat
Geray’dır.
Dekanlık yaptığı sürece, kolluk güçlerinin üniversiteye
girmesine hep karşı olmuştur. 1978 yılında polisin ilk kez SBF’ne girişindeki
tavrı ise hafızalara kazınmıştır:
Başlarında elinde telsiziyle komiserleri olmak üzere bir
grup polis, okula girerek öğrencilere saldırır. Cevat hoca, dekan odasının
olduğu üst kattan, aslan yelesini andıran saçları dalga dalga, merdivenlerden
aşağı doğru seyirtir. Polislere, “Sizi
kim çağırdı? Kim oluyorsunuz da okula izinsiz giriyorsunuz?” diye bağırır.
Polisler, başlarındaki komiserleriyle birlikte neye uğradıklarını şaşırırlar.
Kös kös çıkıp giderler. Üniversite onun evidir, öğrencileri ise çocukları…
Öğrencilerin gözünde “evini ve
çocuklarını koruyan bir aslan gibidir.”
* * *
Karlı bir Kasım akşamı.
Bir araç, Mersin’den Malatya’ya doğru yol almaktadır. Hava
soğuktur, kar yağmaktadır.
Üniversitenin resmi aracı içindeki üç yolcusu tedirgindir. Hava
karanlıktır, belki de gece yarısı. Kar şiddetini iyice arttırmış, zincirsiz
araç, karlı yolda zorlanmaya başlamıştır. Yaşça diğerlerinden hayli büyük olan
adam, diğerlerinin ürkek, kaygılı hallerine aldırmadan peş peşe espriler yapmakta,
fıkralar anlatmaktadır. Gecenin köründe kara saplanıp kalmak, kurda kuşa yem
olmak umurunda bile değildir. Ya da diğerlerine öyle gelmektedir.
Bir gün önce, Mersin Üniversitesi’ndeki Şehir Plancıları
Odası’nın toplantısında konuşmalar yapmışlar, yenilen yemeğin ardından hoca, yaşından
beklenmeyecek şekilde piste fırlamış, gençlere taş çıkartırcasına dans etmiş,
herkesi keyiflendirmiştir.
Kasım ayında, kış koşullarıdır. Ertesi günü Malatya’da
yapılacak toplantıya gidip gitmeme tereddüdü oluştuğunda, o her zamanki gibi
cesur ve rahattır. Tüm kaygıları giderecek şekilde, “haydin çocuklar, gidiyoruz” demiştir…
Gergin ve gerilimli geçen yolculuğun sonunda, ertesi gün, sabah
erkenden kalkan, hiçbir yorgunluk belirtisi göstermeyen yine odur. Gayet
rahattır; kürsüye çıkar, konuşmasını yapar...
Üniversitede bilimin meşalesini hep yüksekte tutan, daima
gençlerden yana tavır koyan, bir dönemin efsane dekanıdır o. Her devrin
diktatörlerinin hışmını üzerine çekmiştir. Emeklidir. Adı Cevat Geray’dır…
* * *
“Müthiş bir çığlık,
kadın çığlığı… Sonra korkunç bir sessizlik. Evet ölüm sessizliği… Kısa
sürüyor.”
Kısa sürüyor, çünkü alevler onları daha yukarı katlara
çıkmaya zorluyor. Dışarıdan tekbir sesleri yükseliyor. Gözü dönmüş güruh “Sivas şeytan Aziz’e mezar olacak, şeriat
gelecek, zulüm bitecek” diye slogan atıyor.
Adam, karısıyla birlikte Aziz
Nesin’e yaklaşır, “seni kaçıralım”
diye sorar. Ama nereye? Nasıl?
Beş katlı otelin, ön cephesinin her katına aralıksız taş
yağmuru başlar. Kalabalık, korunmak için arka odalara, koridorlara doğru
çekilmek zorunda kalır. Aşağıda, belediye başkanının “gazanız mübarek olsun” diye başlayan konuşması, dışarıyla artık yapılamaz
olan telefon bağlantıları… Elektrikler de kesilir, otel tümden karanlığa
gömülür, ortalığı bir ölüm sessizliği kaplar…
Bir anda holü saran ateş yalımları arasında adam ve karısı
kendilerini odalarında bulurlar. Pencere! Odanın penceresi! Birisi odanın
penceresini açmaya çalışmaktadır. Bir kaçış yolu belki! Pencereden terasa
çıkış, yıkılan sac perde, karşıda ışık yanan bir ev, bitişik apartmana bir
geçiş olanağı…
Ölüm, ateş ve duman bulutu içinde soluk soluğa kalmışlardır.
Eşi Gülsen’in elinden tutmuş olarak kendilerini bitişikteki binanın odasında,
pek de konuksever gözükmeyen insan kalabalığının istemsiz, öfkeli, kindar
bakışları arasında bulurlar; “Niye
geldiniz?” derler...
Yaşadıkları bir kâbus gibidir. Şok olmuş vaziyettedirler. Bir
süre ne yapacaklarını bilemeden, ayakta öylece dururlar. Gençlerden birinin
sesi onları kendine getirir. “Cevat Hocam
bu tarafa gelin!”
Tarih 2 Temmuz 1993, Sivas ili, yer Madımak Oteli’dir. Beki de insanlık tarihinin gördüğü en büyük aydın katliamı. 35 aydın, yazar, sanatçı, kültür insanının yakılarak öldürüldüğü katliamdan eşi Gülsen Geray’la birlikte son anda kurtulanlardan biri de Prof.Dr.Cevat Geray’dır.
* * *
Ankara Üniversitesinde polis kampüse girerken, 10 Şubat 2017 |
Sene 2017, Ankara, Siyasal
Bilgiler Fakültesi.
Tam 57 yıl önce, atların nal seslerinin duyulduğu fakültenin
koridorlarında bu sefer plastik mermilerin, biber gazlarının, polis coplarının sesleri
duyulur.
Mülkiye’den 72 öğretim üyesi KHK ile ihraç edilmiştir.
Mülkiye’den 72 öğretim üyesi KHK ile ihraç edilmiştir.
Kampüsün önüne gelen hocalar ve öğrenciler içeri alınmadığı
gibi, fakültenin kapısından polis kalkanlarının önüne katılarak sürülürler.
İçerdeki hocaların yapabildikleri tek şey, cübbelerini kampüs girişine sermek
olur.
Polis kampüs önünde serilmiş hocaların cüppelerini öfkeyle,
hınçla çiğneyerek içeri girer. Biber gazı ve su ile saldırır, katlara ve
sınıflara müdahale eder. Bazı akademisyenler coplanır, yumruklanır. Bir kez
daha resmi bir nefretin kokusu bulaşır mülkiyeye. Bir kez daha atların nal
sesleri yankılanır fakülte koridorlarında. Bu sefer gelenler TOMA’lardır, akreplerdir;
coplu, kalkanlı, biber gazlı polislerdir…
10 Şubat 2017, Ankara Üniversitesi önü |
Ve üniversite bir kez daha yara alır bu topraklarda. Aklı ve
yüreği halktan, bilimden, aydınlanmadan yana bütün akademi çalışanları da
yaralanır. Bu yaralanmadan 87 yaşındaki bilim insanı Prof.Dr.Cevat Geray’da nasibini alır. 80’lerin efsane dekanının,
emekli öğretim üyesi sıfatıyla altmış yıllık akademik birikimini paylaştığı
fakültedeki derslerine rektörlük kararıyla son verilir.
* * *
Prof.Dr.Cevat Geray.
Akademinin saygın insanı, mülkiyenin çınarı. 88 yaşındaydı.
Türkiye’nin en önemli kent bilimcilerinden, ömrünü bilime, aydınlığa
adamış, öğrenci dostu bu güzel insanı geçenlerde kaybettik. Cebeci Mezarlığı’nda
sessiz, duygulu bir kalabalık uğurladı onu. Son yolculuğunda öğrencileri,
dostları, sevenleri yanındaydı. Yüzlerinde, hep aynı yürek burukluğu, ruhlarında
eksik kalmış bir düşün halkaları vardı…
Atların nal sesleri, bu sefer ülkenin her taraftan duyuluyordu.
Yaşam, bir ömre daha noktasını koymuştu…
Lakin bilenler, biliyordu; tarih, hayat tarafından ne kadar örselenseler
de, haklı olmanın gururuyla yaşayan neşeli insanların yurduydu.
Not: Bu yazının yazılmasından
katkıları olan Celal Özkan, Serap Kurt, Yunus Isın, Tahir Şilkan, Özcan Yaman,
Mehmet Özer, Taner Avşar, H.Tarık Şengül’e teşekkürlerimle…
http://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/atlarin-nal-sesleri,20171