Yusuf NAZIM
Evrensel Ek/5 Mart
2016
9. yüzyıldan başlayan bir hikâye
bu. Küçük Çekmece Gölü havzasından yukarılara doğru uzanan Ekrem Ömer Paşa’ya
ait bir çiftlik. Bu çiftliğin ortaklarından Eşkinozgiller ailesi… Ve adını
aileden alan yöre; Eşkinoz.
İşte bu köyle başlıyor hikâyemiz.
Cumhuriyet öncesi ve hemen sonrasında Balkanlardan Eşkinoz’a gelen göçmenler.
Bir yandan Romanlar yerleşir, Köy içi denir adına. Balkanlardan gelenler ise
Merkez Mahallesi adıyla mekân tutar. Serin serin rüzgârlar eser yamaçlarında
Eşkinoz’un. Bu yüzden olsa gerek 1967’de Esenyurt adını alır yerleşim. 1989’da
belde belediyesi olarak daha çok Kars ilinden bir göç dalgası başlar… Yeni bir
kentin hikâyesidir başlayan. Ne Eşkinoz’un adı kalır artık, ne de
Eşkinozgillerden bir eser…
Esenyurt adlı bir beldededir artık
yolumuz. Heybesinde eski zaman düşleriyle Karslı bir başkan umut olur beldeye.
Yeni bir sancıdır başlar kentte; çamurlu yollarında bata-çıka yürünen bir
köyün, çağdaş bir bir kente dönüşmesinin öyküsüdür bu. Yollar yapılır, kanallar
açılır, imar planları hazırlanır. Gündüz vakti gecekondular biter, varoşlar
çoğalır kıyılarında beldenin. Dengini, döşeğini alan yollardadır artık.
Kars’tan, Ardahan’dan, başka uzak diyarlardan düşerler yola, Esenyurt kucak
açar gelenlere. Bir yandan yeni yeni mahalleler kurulur, baştan aşağıya bir
imardır başlar, bir yandan haramiler tutar köşe başlarını; kir akar, pas akar,
oluk oluk rant akar.
Bir yanda, yeni bir kenti var
etmenin heyecanı, diğer yanda iktidar ve güç tutkusu. Çocuk parkları AVM’lere,
sağlık hizmet projeleri lüks konutlara, rekreasyon alanları eğlence
merkezlerine dönüşür yavaş yavaş. Artık, haramilerin sofrasındadır bu şehir.
Modern bir şehrin hikâyesi dolaşır
dillerde. Adı Esenkent’tir, bacası olmayan şehir! Yolları bakımlı, bahçeleri
yeşil. Birden Ruhi Su’nun türküsü düşer akıllara:
Oltu'dan
girdik de Sarıkamış'a
Akıl ermez
orda yatan üleşe
Askeri
kırdıran Enveri Paşa
Kitlendi
kapılar, mekân ağladı
Askeri kırdıran Enver Paşa, adını
bir caddeye vermiştir Esenkent’in ortasında. Hemen yanı başında, şehrin kalbine
saplanmış gibidir, betondan bir rant abidesi yükselir; adını Elit Kent
koymuşlardır bu kentin seçkinleri.
Esenkent’te Süleyman Demirel
Caddesi’nin Talat Paşa ile yolu kesişir, geçerken göz kırpalar birbirlerine.
Yaşasaydı, utancından başını öne eğerdi Rıfat Ilgaz! Adını bir Kültür
Merkezi’ne vermişler. Lakin sağlıklarını parayla satın almakla meşguller
hastalar içinde. Ne folklor çalışması, ne heykel sergileri, ne müzik atölyeleri…
Yalnızca tabelası kalmıştı baki. Artık özel bir hastaneye dönüşmüştür o,
mütemadiyen para keser kapılarında. Arkasında, hüzünle çatmıştır yüzünü amfi
tiyatro. Çalılar kaplar her sene gövdesini. Ücra bir köşesinde saklanmış
gibidir bir vakıf; Esenkent Eğitim Kültür ve Sanat Vakfı, kültür ve sanattan
başka her şeyle meşgul…
* * *
Zaman böylece akıp geçer. Sene
2004’tür artık. Siyasetin çehresi de değişmiştir, tarzı da. Üstelik hem ülkede,
hem de İstanbul’da. Esenyurt da nasibini alır, geri kalmaz bundan. Yeni bir
başkanla birlikte yeni bir döneme girer bu şehir. Bambaşka bir dönemdir bundan
böyle yaşanacak olan.
Halkına hizmet aşkıyla doludur her
gelen. Yeni bir imar hamlesi daha başlar. Yeni yeni semtler, mahalleler eklenir
şehre, yepyeni yollar, yeni kompleksler peydahlanır. Parklara, bahçelere, spor
merkezlerine isim olur yalancının, talancının, soyguncunun adı.
Karış karış rant fışkırır,
görülmedik bir talana uğrar toprakları Eşkinoz’un. Göğü yırtarcasına yükselir
gökdelenler, ağrısı olur, sivri sivri batar yüreklere. Tepeden tırnağa betona
dönüşür kent…
Oysaki viranelerinde tiner çeken
çocukları vardır Esenyurt’un. Esrarı, eroini pazarlanır okul kapılarında.
Kotçular Sanayi Sitesi’nde ciğerleri slikozistle dağlanmaya devam eder
işçilerin. Her gün biraz daha heder olur ömürleri Lee Cooper, Dolce Gabana,
Mavi Jeans bedenlere.
Çoktan yeşili tükenmiştir Kapadık
Çiftliği’nin, griye boyalıdır yüzü artık bahçelerin. Sular akmaz olmuştur
pınarlarından. Bir AVM yükselmiştir ortasından, özel gişeler açılır,
otoyollarla varılır karşısına.
Çingene Mahallesi gölgesinde
büzülmüş gibidir gökdelenlerin. Sayısı azalmıştır Romanların. Çalgıları biraz
ince saz, şarkıları biraz daha hüzünlü...
Güzel umutları vardı bir zamanlar
bu şehrin; bir birinden güzel isimli caddeleri, sokakları. Nazım Hikmet
Caddesi’ne nasıl da yakışırdı bir şiirin dizeleri; adım başı kitapevi, kültür
merkezi, okuma ve kadın evleri, kitapçılar, sahaflar, kütüphaneler... Oysa
haramiler basmış şimdi her yanını! Her adımda rant, her adımda talan, her
adımda yağma! Rezidanslar şehri bu şehir; sıra sıra gökdelenler, Eskule’ler,
AVM’ler. Paraya tahvil edilmiş cümle yüzü bu kentin. Unutulmuş kalmış adı bir
caddede Terzi Fikri’nin. Fatsa’da yarattığı eserden bir emare yok, kim bilir
nasıl da titriyordur ruhu terzinin.
Biraz ileride yeni bir semt, yeni
bir hikâyenin daha izi var. İncirtepe’de yavaş yavaş ağarıyor gün. Küçük
Çekmece Gölü havzasına, alçala alçala sarkıyor, bütün bir mahalle sessiz.
Hayatı dişiyle tırnağıyla kazımaktan başka çareleri olmayan insanlar. Havada,
zorlu bir güne daha başlayacak olmanın inceden inceye ağırlığı. Evlerin hasta,
tedirgin bakan yüzleri yorgun. Çocuk ağlamaları arasında gıcırtıyla aralanıyor
kapılar. Meşakkatli kadın yüzleridir görünenler. Kollarında çantaları,
ellerinde çıkınlar; başları örtülü örtüsüz, sırtları mantolu mantosuz, umutları
az ya da çok; en çok hayal kurmasını bilen, düşleri tükenmeyen, aşkları yarım,
sevdaları kusursuz kadınlar... Derme çatma evlerinden çıkarak, Balık Yolu’ndan
Köyiçi’ne doğru yürüyorlar… Sessiz bir temizlik ordusu gibi süzülüyorlar. Cam
silip mermer parlatmak gayeleri, kederli yüzlerinde saklı kalmış hikâyeler
taşıyorlar.
Yüzleri yukarı kentlere dönük
kadınların, dayanıyorlar kapılara; şatafatlı, modern kentlerin sorgulu-sualli
kapılarından geçiyorlar. Kimi kart göstererek, kimi kimlik bırakarak, kimi
parmak basarak... Beton çitlerle çevrilidir kentler, soğuk duvarlar, ıssızmış
gibi duran bahçeler; sıra sıra, renk renk, model model araçlar karşılıyor
onları. Dublekslere, triplekslere; bahçe kapısı aydınlık ve ferah evlere,
malikânelere akıyorlar birer birer…
Uzun bir hikâyedir bu. Sıvasız
duvarlarıyla eski yüzlü mahallelerden geçer yolu. Bize uzak kentlerden
gelenleri vardır bu şehrin. Öykülerinde derin acıların izleri; apansız askerler
basmıştır bir gece köylerini! Göçmüşler, yurt eylemişler bu kentin varoşlarını.
Merdiven altı atölyelerde iş tutmuş, kapısı kırık kondular yurdu olmuştur
onların.
Haramidere’yi eşkıyalar basmıştır
çoktan; bir AVM inşaatında cayır cayır çadırlar; içinde depremden kurtulmuş
Vanlı işçiler yanmıştır! Sorsan, ağız birliği etmiş gibidir hepsi, kader
derler! Daha aşağılarda, sigortasız işçilerini alın terini öğütür Kıraç’ın
fabrikaları.
Birazdan Örnek Mahallesi’ne
düşeektir yolumuz. Pazar yerinde, sokaklarda, kahvehanelerde emekli bir
öğretmenin sesi işitilir. Kolunda deste deste bildiriler, çakmak çakmaktır
bakışları. Konuşurken, okşar gibidir sevgisi, yüksek perdeden duyulur sesi. “Yılgınlık yok gençler, kazanacağız!”
* * *
İşte güneşli bir gün. Hava
aydınlık ve ılık. Doğan Araslı Bulvarı’nda, Depo Durağı’nda heyecanlı bir
kalabalık. Gençler buluşmuşlar; kadınlı, erkekli; vasıflı, vasıfsız; öğrenci,
işçi; hararetli bir tartışmadalar. Fabrikalardan çıkmışlar; okullardan,
semtlerden; Evren Sitesi’nden, Fatih Oto Sanayi Sitesi’nden; tornacısı,
makinecisi, overlokçusu… Heybelerinde düşleri, ellerinde pankartlar,
dudaklarında bir söylence; 1 Mayıs’a gidiyorlar! Bayramlarına gidiyorlar!
Esenyurt’un yüz akı, yeni bir hayatın müjdecisi, asıl hikâyesi onlar. Birazdan
otobüsler kalkacak; dillerinde türküleri, bakışlarında heyecan, bitmeyen bir
umudu taşıyorlar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com