6 Eylül 2017 Çarşamba

Eşkinoz’dan Esenyurt’a bir hikâye

Yusuf NAZIM

Evrensel Ek/5 Mart 2016

9. yüzyıldan başlayan bir hikâye bu. Küçük Çekmece Gölü havzasından yukarılara doğru uzanan Ekrem Ömer Paşa’ya ait bir çiftlik. Bu çiftliğin ortaklarından Eşkinozgiller ailesi… Ve adını aileden alan yöre; Eşkinoz.
İşte bu köyle başlıyor hikâyemiz. Cumhuriyet öncesi ve hemen sonrasında Balkanlardan Eşkinoz’a gelen göçmenler. Bir yandan Romanlar yerleşir, Köy içi denir adına. Balkanlardan gelenler ise Merkez Mahallesi adıyla mekân tutar. Serin serin rüzgârlar eser yamaçlarında Eşkinoz’un. Bu yüzden olsa gerek 1967’de Esenyurt adını alır yerleşim. 1989’da belde belediyesi olarak daha çok Kars ilinden bir göç dalgası başlar… Yeni bir kentin hikâyesidir başlayan. Ne Eşkinoz’un adı kalır artık, ne de Eşkinozgillerden bir eser…

Esenyurt adlı bir beldededir artık yolumuz. Heybesinde eski zaman düşleriyle Karslı bir başkan umut olur beldeye. Yeni bir sancıdır başlar kentte; çamurlu yollarında bata-çıka yürünen bir köyün, çağdaş bir bir kente dönüşmesinin öyküsüdür bu. Yollar yapılır, kanallar açılır, imar planları hazırlanır. Gündüz vakti gecekondular biter, varoşlar çoğalır kıyılarında beldenin. Dengini, döşeğini alan yollardadır artık. Kars’tan, Ardahan’dan, başka uzak diyarlardan düşerler yola, Esenyurt kucak açar gelenlere. Bir yandan yeni yeni mahalleler kurulur, baştan aşağıya bir imardır başlar, bir yandan haramiler tutar köşe başlarını; kir akar, pas akar, oluk oluk rant akar.

Bir yanda, yeni bir kenti var etmenin heyecanı, diğer yanda iktidar ve güç tutkusu. Çocuk parkları AVM’lere, sağlık hizmet projeleri lüks konutlara, rekreasyon alanları eğlence merkezlerine dönüşür yavaş yavaş. Artık, haramilerin sofrasındadır bu şehir.
Modern bir şehrin hikâyesi dolaşır dillerde. Adı Esenkent’tir, bacası olmayan şehir! Yolları bakımlı, bahçeleri yeşil. Birden Ruhi Su’nun türküsü düşer akıllara:

Oltu'dan girdik de Sarıkamış'a
Akıl ermez orda yatan üleşe
Askeri kırdıran Enveri Paşa
Kitlendi kapılar, mekân ağladı

Askeri kırdıran Enver Paşa, adını bir caddeye vermiştir Esenkent’in ortasında. Hemen yanı başında, şehrin kalbine saplanmış gibidir, betondan bir rant abidesi yükselir; adını Elit Kent koymuşlardır bu kentin seçkinleri.
Esenkent’te Süleyman Demirel Caddesi’nin Talat Paşa ile yolu kesişir, geçerken göz kırpalar birbirlerine. Yaşasaydı, utancından başını öne eğerdi Rıfat Ilgaz! Adını bir Kültür Merkezi’ne vermişler. Lakin sağlıklarını parayla satın almakla meşguller hastalar içinde. Ne folklor çalışması, ne heykel sergileri, ne müzik atölyeleri… Yalnızca tabelası kalmıştı baki. Artık özel bir hastaneye dönüşmüştür o, mütemadiyen para keser kapılarında. Arkasında, hüzünle çatmıştır yüzünü amfi tiyatro. Çalılar kaplar her sene gövdesini. Ücra bir köşesinde saklanmış gibidir bir vakıf; Esenkent Eğitim Kültür ve Sanat Vakfı, kültür ve sanattan başka her şeyle meşgul…

* * *

Zaman böylece akıp geçer. Sene 2004’tür artık. Siyasetin çehresi de değişmiştir, tarzı da. Üstelik hem ülkede, hem de İstanbul’da. Esenyurt da nasibini alır, geri kalmaz bundan. Yeni bir başkanla birlikte yeni bir döneme girer bu şehir. Bambaşka bir dönemdir bundan böyle yaşanacak olan.

Halkına hizmet aşkıyla doludur her gelen. Yeni bir imar hamlesi daha başlar. Yeni yeni semtler, mahalleler eklenir şehre, yepyeni yollar, yeni kompleksler peydahlanır. Parklara, bahçelere, spor merkezlerine isim olur yalancının, talancının, soyguncunun adı.

Karış karış rant fışkırır, görülmedik bir talana uğrar toprakları Eşkinoz’un. Göğü yırtarcasına yükselir gökdelenler, ağrısı olur, sivri sivri batar yüreklere. Tepeden tırnağa betona dönüşür kent…

Oysaki viranelerinde tiner çeken çocukları vardır Esenyurt’un. Esrarı, eroini pazarlanır okul kapılarında. Kotçular Sanayi Sitesi’nde ciğerleri slikozistle dağlanmaya devam eder işçilerin. Her gün biraz daha heder olur ömürleri Lee Cooper, Dolce Gabana, Mavi Jeans bedenlere.

Çoktan yeşili tükenmiştir Kapadık Çiftliği’nin, griye boyalıdır yüzü artık bahçelerin. Sular akmaz olmuştur pınarlarından. Bir AVM yükselmiştir ortasından, özel gişeler açılır, otoyollarla varılır karşısına.

Çingene Mahallesi gölgesinde büzülmüş gibidir gökdelenlerin. Sayısı azalmıştır Romanların. Çalgıları biraz ince saz, şarkıları biraz daha hüzünlü...

Güzel umutları vardı bir zamanlar bu şehrin; bir birinden güzel isimli caddeleri, sokakları. Nazım Hikmet Caddesi’ne nasıl da yakışırdı bir şiirin dizeleri; adım başı kitapevi, kültür merkezi, okuma ve kadın evleri, kitapçılar, sahaflar, kütüphaneler... Oysa haramiler basmış şimdi her yanını! Her adımda rant, her adımda talan, her adımda yağma! Rezidanslar şehri bu şehir; sıra sıra gökdelenler, Eskule’ler, AVM’ler. Paraya tahvil edilmiş cümle yüzü bu kentin. Unutulmuş kalmış adı bir caddede Terzi Fikri’nin. Fatsa’da yarattığı eserden bir emare yok, kim bilir nasıl da titriyordur ruhu terzinin.

Biraz ileride yeni bir semt, yeni bir hikâyenin daha izi var. İncirtepe’de yavaş yavaş ağarıyor gün. Küçük Çekmece Gölü havzasına, alçala alçala sarkıyor, bütün bir mahalle sessiz. Hayatı dişiyle tırnağıyla kazımaktan başka çareleri olmayan insanlar. Havada, zorlu bir güne daha başlayacak olmanın inceden inceye ağırlığı. Evlerin hasta, tedirgin bakan yüzleri yorgun. Çocuk ağlamaları arasında gıcırtıyla aralanıyor kapılar. Meşakkatli kadın yüzleridir görünenler. Kollarında çantaları, ellerinde çıkınlar; başları örtülü örtüsüz, sırtları mantolu mantosuz, umutları az ya da çok; en çok hayal kurmasını bilen, düşleri tükenmeyen, aşkları yarım, sevdaları kusursuz kadınlar... Derme çatma evlerinden çıkarak, Balık Yolu’ndan Köyiçi’ne doğru yürüyorlar… Sessiz bir temizlik ordusu gibi süzülüyorlar. Cam silip mermer parlatmak gayeleri, kederli yüzlerinde saklı kalmış hikâyeler taşıyorlar.


Yüzleri yukarı kentlere dönük kadınların, dayanıyorlar kapılara; şatafatlı, modern kentlerin sorgulu-sualli kapılarından geçiyorlar. Kimi kart göstererek, kimi kimlik bırakarak, kimi parmak basarak... Beton çitlerle çevrilidir kentler, soğuk duvarlar, ıssızmış gibi duran bahçeler; sıra sıra, renk renk, model model araçlar karşılıyor onları. Dublekslere, triplekslere; bahçe kapısı aydınlık ve ferah evlere, malikânelere akıyorlar birer birer…
Uzun bir hikâyedir bu. Sıvasız duvarlarıyla eski yüzlü mahallelerden geçer yolu. Bize uzak kentlerden gelenleri vardır bu şehrin. Öykülerinde derin acıların izleri; apansız askerler basmıştır bir gece köylerini! Göçmüşler, yurt eylemişler bu kentin varoşlarını. Merdiven altı atölyelerde iş tutmuş, kapısı kırık kondular yurdu olmuştur onların.

Haramidere’yi eşkıyalar basmıştır çoktan; bir AVM inşaatında cayır cayır çadırlar; içinde depremden kurtulmuş Vanlı işçiler yanmıştır! Sorsan, ağız birliği etmiş gibidir hepsi, kader derler! Daha aşağılarda, sigortasız işçilerini alın terini öğütür Kıraç’ın fabrikaları.

Birazdan Örnek Mahallesi’ne düşeektir yolumuz. Pazar yerinde, sokaklarda, kahvehanelerde emekli bir öğretmenin sesi işitilir. Kolunda deste deste bildiriler, çakmak çakmaktır bakışları. Konuşurken, okşar gibidir sevgisi, yüksek perdeden duyulur sesi. “Yılgınlık yok gençler, kazanacağız!

* * *

İşte güneşli bir gün. Hava aydınlık ve ılık. Doğan Araslı Bulvarı’nda, Depo Durağı’nda heyecanlı bir kalabalık. Gençler buluşmuşlar; kadınlı, erkekli; vasıflı, vasıfsız; öğrenci, işçi; hararetli bir tartışmadalar. Fabrikalardan çıkmışlar; okullardan, semtlerden; Evren Sitesi’nden, Fatih Oto Sanayi Sitesi’nden; tornacısı, makinecisi, overlokçusu… Heybelerinde düşleri, ellerinde pankartlar, dudaklarında bir söylence; 1 Mayıs’a gidiyorlar! Bayramlarına gidiyorlar! Esenyurt’un yüz akı, yeni bir hayatın müjdecisi, asıl hikâyesi onlar. Birazdan otobüsler kalkacak; dillerinde türküleri, bakışlarında heyecan, bitmeyen bir umudu taşıyorlar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yusuf.nazim1@gmail.com