Yusuf Nazım
T24 - 17 Aralık 2015
T24 - 17 Aralık 2015
Ben Diyarbakır’ım.
Dokuz bin yıllık geçmişim, beş bin yıllık surlarım var.
Sırlarım tarihimde saklı, birbirinden güzel birçok adım var!
Ben ki Diyarbekir'im, yollarımda benden önce yürüyen 27
kavimin ayak izi var. Onlar ki benim kapılarımdan geçmişler, hürmet etmişim
onlara, yüzüme el sürmüşler; ben ki Rumlara, Ermenilere, Keldanilere yurt
olmuşum; Kürtlere, Türklere, Yezidilere yar olmuşum.
Eski taş ustaları, duvar ustalarının gözünde bir güzel diyar
olmuşum.
Bu yüzden darda olanlar hep bana koşmuşlar, onlara kol kanat germişim, seslerini surlarıma fısıldamış, sırdaş olmuşum.
Bu yüzden darda olanlar hep bana koşmuşlar, onlara kol kanat germişim, seslerini surlarıma fısıldamış, sırdaş olmuşum.
Son kuşların son yuvası Hevsel’im ben
Son kuşların son yuvası Hevsel’im ben. Duvarlarımda bin
yıldır bana reva görülen acıların izi var. Yine de başım dik bakıyorum
Dicle’den Karacadağ’a; yaşanmamış bir ömrün geride kalanı, yitik bir düşün
kaybolmuş parçasıyım ben.
Ben ki, tarihi yeniden yazmak için bir umudum. Ben ki
hayalleri tükenmiş, sur dibinde yatan; ot çekip esrar koklayan, taş atıp mahpus
yatan; dışarda hakarete, içerde tacize uğrayan, yüreği yanıp dağa çıkan, teni esmer,
mavi gözlü bir çocuğum ben!
Sokaklarımda yalanla, dolanla, hileyle büyümüş bir nefretin
izi var; adımı anmamışlar, kimliğimi koymamışlar, sesimi bile yok saymışlar
benim. Öyle çok şeyler söylenmiş ki benim için, öyle çok dert birikmiş ki
yüreğimde… Hâlbuki sorsalar, bir dinleseler, benim de anlatacak çok sözüm
var.
Nedense hep demirden zırhlarına binerek gelmiş tanrılar, hep keskin kılıçlarıyla yürümüş üzerime. Korku bulaşmış toprağıma, karış karış faili meçhullerle anılmış adım. Kaldırımlarımda, beyni paramparça dağıtılmış, yüz üstü kanlar içinde yatan gençlerim var.
Slikozist’ten ciğerleri pare pare
olan gençler
Ben Diyarbakır’ım. Yangınlar yangını bir mahşerden kaçmış,
kalelerime sığınmış ürkek bakışlı kadınlarım var! İstanbul’un viranelerinde
tiner çeken çocuklar benim çocuklarım. Slikozist’ten ciğerleri pare pare olan gençler;
üç günde bir, tersanelere sağ girip ölü çıkan evlatlar benim evlatlarım; beş
yıldızlı otellerin, AVM’lerin, rezidansların inşaatlarında cayır cayır yanan,
fındık toplarken kovulan, ırak kentlerin sokaklarında kara gözlü, esmer tenli
oldukları için omuz vurulan, işte o çocuklar benim hep çocuklarım…
Suriçi’nde ayaklarımdan yaralanmış Dört Ayaklı Minare’yim
ben.
Biraz ötede, Surp Giragos Ermeni Kilisesi, daha ötede Ulu Camii,
Paşa Hamamı, Kurşunlu Camii…
Şimdilerde, Yenikapı’da ensesinden vurulmuş, ayaklarımın dibine sere serpe uzanmış Tahir Elçi’yim ben.
Şimdilerde, Yenikapı’da ensesinden vurulmuş, ayaklarımın dibine sere serpe uzanmış Tahir Elçi’yim ben.
Kaynartepe’de, sokak ortasında alkanlara boyanmış, yağız iki
delikanlı gencim!
Ben Lice’yim, Silvan’ım, Dicle’yim!
Ben Lice’yim, Silvan’ım, Dicle’yim!
Meryem Ana’da çan sesi, Safa Camii’nde ilahi, Ulu Camii’nde
ezan sesiyim.
Surdibi’nden çığlıklarım yükseliyor uluorta. Çayönü’nün köylüleri, Meryemana, Surp Grogyan, Selahaddin Eyyübi duy beni!
Surdibi’nden çığlıklarım yükseliyor uluorta. Çayönü’nün köylüleri, Meryemana, Surp Grogyan, Selahaddin Eyyübi duy beni!
Ben ki hep kardeşlik ağrısını büyüttüm bir yanımda. Ben ki çocuklarım
öldü, hep barış dedim; ben ki gençlerim öldü, yine barış dedim. Beni
öldürdüler, bana bir mezarı bile çok gördüler, ben yine de barış dedim.
Bunca acıya, bunca zalimliğe, bunca hüzne rağmen ben yine de Diyarbakır’ım.
Henüz zapt edilmemiş kalelerim, keşfedilmemiş sırlarım var.
Dicle’nin sularına akseden, yeşil sürmeli gözlü bahçelerim
var benim.
Kırklar Dağı’mı yaralamışlar, adım tarihimde saklı, On Gözlü Köprü’yüm ben.
Kırklar Dağı’mı yaralamışlar, adım tarihimde saklı, On Gözlü Köprü’yüm ben.
Yıllardır bir yanımda birikmiş ağrılarım var benim.
Köyleri yakılmış, gençleri telef edilmiş, toprağından sürgün
yemiş, harap yüzlerini surlarıma gömmüş gecekondularım var benim.
Köyde ırgat, şehirde gündelikçi, uzak diyarlarda mevsimlik işçi; elleri toprak ana, saçları süpürge, yüreği çile dolu kadınlarım var.
Hepsi de aş derdinde, ekmek derdinde, özgürlük derdinde; hepsi ana, hepsi kadın, hepsi yar, sevgili; bu toprağın vaz geçilmezleri hepsi.
Köyde ırgat, şehirde gündelikçi, uzak diyarlarda mevsimlik işçi; elleri toprak ana, saçları süpürge, yüreği çile dolu kadınlarım var.
Hepsi de aş derdinde, ekmek derdinde, özgürlük derdinde; hepsi ana, hepsi kadın, hepsi yar, sevgili; bu toprağın vaz geçilmezleri hepsi.
Ve hepsinin çocukları var; sevince senin gibi seven, benim
gibi okşayan. Melik Ahmet’te, Suriçi’nde, Hançepek’de üçer üçer, beşer beşer
büyüyen. Kimi kundakta bebe, daha çocuk, kimi bıçkın delikanlı, kimi kışlada
asker, kimi dağda gerilla.
Yorgun suretlerini yüzlerinde ağır bir dünya yükü gibi
taşıyan, manşetlere, ancak ölüm haberleriyle yakışan, bakışları hayal satan
esmer tenli çocuklarım var.
Afyon Kocatepe’de, Kayserili Mehmet’le koyun koyuna yatan, Çanakkale’de düşmana birlikte kurşun sıkan Diyarbakırlı Hasan oğlu Maho’yum ben.
Afyon Kocatepe’de, Kayserili Mehmet’le koyun koyuna yatan, Çanakkale’de düşmana birlikte kurşun sıkan Diyarbakırlı Hasan oğlu Maho’yum ben.
Şimdi ben, yüreğinden yaralı bir kentin adıyım.
Şimdi bana reva görülen bu cehennem niyedir? Kim saldı
üzerime bu ceberrut zehiri? Hangi dağdan koptu üzerime gelen bu ateş? Hangi
Tanrı’nın emriyledir bu zulüm?
Sırlarını surlarına fısıldayan şehirim ben.(*)
Dağkapı’yım, Yenikapı’yım,Urfakapı’yım, MardinKapı’yım ben.
Binlerce yıldır duvarlarıma el süren, kapılarımdan gelip geçen cümle kavimlerin
hepsiyim ben.
Şimdi görüyorum, dört yanım kuşatılmış bu zamanda; her yanım
tuzak, her yanım kan revan, niye böyle yalnızım, niye hep yanılmışım?
Kardeşlerim nerede, nerede çığlığıma kulak verecek o ses, nerede bana el edecek insanlık?
Kardeşlerim nerede, nerede çığlığıma kulak verecek o ses, nerede bana el edecek insanlık?
Söyleyin, Gezi Parkı’nın güvercinleri nerede? Haber salın,
bir selam da onlar getirsin Hevsel Bahçeleri’ne. Uçsunlar, Keçi Burcu’nun en
yükseğine konsunlar, Yedi Kardeşler’e barış selamlarını sunsunlar.
Ben ki Dikranagerd’im. Ben ki güllerin kentiydim bir
zamanlar, ben ki gülistan diyarıydım. Gül mevsimi gelince envai çeşit güllerimle
açardım. Neden açmıyor güllerim şimdi? Neden gülmüyor yüzüm?
Sesimi işitmez oldu artık surlarım, çan sesleri duyulmuyor,
minareler yaralı.
Yine korkuyu soluyor daracık yollarım, yine ölüm kokuyor duvarlarım,
yine kan ağlıyor sokaklarım.
Duvarlar içinde bir bekir’im ben, Diyarbekir’im ben; acılarla
yüklenmişim, ben ki Amed’im, Amida’yım.
Dengbejlerim susmuş, erbanelerim sönük, şimdi bir kez daha
bağrım yanık, bir kez daha ağrım büyük.
Şimdilerde ferim yok, sesim kısık, yaralıyım.
Şimdi ben, yüreğinden yaralı bir kentin adıyım.
@yusufnazim
(*) Sırrını surlara fısıldayan şehir: Diyarbakır/Şeyhmuz Diken, Kitap
http://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/diyarbakir-yuregi-yarali-bir-kent,13466
@yusufnazim
(*) Sırrını surlara fısıldayan şehir: Diyarbakır/Şeyhmuz Diken, Kitap
http://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/diyarbakir-yuregi-yarali-bir-kent,13466
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com