Yusuf Nazım
T24 /5 Ağustos 2015
Ey çocuk!
Seni sıcak ocağından, evinden, yurdundan koparan kim?
Kim sürdü seni ıssız çöllerin tozlu tepelerine, şehirleri
ayıran dikenli tellerin üzerine?
Kim bıraktı seni uçsuz bucaksız denizlerin kirli koynuna?
Söyle, annen, baban, kardeşlerin nerede, sen nasıl bir
yerdesin?
Şimdi sen, sana bayramlarda şekerler yerine bombalar,
silahlar gönderen komşu bir ülkenin sahilindesin.
Sana kamyonlar dolusu ölümler bağışlayan bir devletin,
turist olmadığın halde, turistik bir beldesindesin.
Yüzmeyi bilmediğin halde çocuk, sanki yüzerek gelmiş gibi,
yorulmuş, yüzüstü uzanmış, sanki uyuyor gibi bir haldesin.
Bakma döktükleri gözyaşlarına! Onların gözünde, sahile
vurmuş balıklar kadar değerin yok senin!
* * *
Bir Ölü Deniz vardı kıyılarımızda, Bodrum’un biraz ötesimde,
Fethiye’de. Boy boy posterleri süslerdi seyahat acentelerinizde. Reklamı olsun,
bol bol turist çeksin diye. Şimdi bütün koylar ölü deniz! Şimdi, ölüler denizi
bütün Akdeniz, Ege! Öyle bir deniz ki, martılar balıkları, jandarmalar ölü
çocukları topluyor koylarında.
Haberin var mı Asya, Avrupa! Suriye’ye götürmek için
çırpındığınız özgürlük çoktan ölmüş! Çocuk bedenleriyle vuruyor Bodrum
kıyılarına ey Amerika!
Henüz çatlamadıysa eğer ar damarınız, bakın da görün denizin
en dibine vuran demokrasinize! Belki bakıp de utanırsınız, kıyılarınıza
sürüklenen ölülerin şişmiş cesetlerine. Belki utanırsınız, görüp de beş para
etmez demokrasinizin nimetlerine.
Sormayı unuttum; sahi, sizin demokrasinizde bir adı var
mıydı, balıklar gibi sahile vurmuş çocuk ölülerinin?
Bakın, özgürlük götürmek istediğiniz insanlar şimdilerde
size koşuyorlar akın akın. İçine düştüğünüz şaşkınlık niye? Niye toplantı
üstüne toplantı düzenliyor Avrupa Birliğiniz? Nedendir, dikenli tellere, beton
duvarlara havale ettiğiniz bu telaş? Her gün, can havliyle demokrasinize koşan
insanları, şimdi sürüler halinde gettolara tıkmakla meşgul hükümetleriniz. Niye
öyle birden bire panikledi yere göre sığmayan uygarlığınız? Nerede kaldı
Birleşmiş Milletler, Helsinki Sözleşmesi, UNICEF’le bezenmiş çağdaşlığınız?
Görüyorum ki, mütemadiyen dolar cinsinden devam ediyor silah
pazarlıkları.
Halâ fazla mesaiyle çalışıyor ölüm üreten fabrikalarınız.
Silah satışlarınız, rekor üstüne rekorlar kırmakta, daha çok
katlanarak büyüyor ihracatınız.
Bakın, nasıl da ellerini ovuşturarak izliyorlar uzaktan
savaş haberlerini silah tüccarları.
Kasaları hala dolmadı mı petrol şirketlerinizin?
Kaç Kürt’ün daha kellesi kesilmeli sizce? Kaç Arap parçalara
ayrılmalı bombalarınızla? Kaç Kıpti daha kafesler içinde diri diri yakılmalı? Kaç
Êzidi kadının daha eti köle pazarlarında haraç mezat satılmalı?
Bir petrol kuyusu kaç ölüm eder sizce
Fransa?
Sonradan öğrendik; meğer bir diyeti varmış Libya’ya
götürdüğünüz özgürlüğünüzün sizin.
Kaddafi’nin kellesi için, Libya petrolünün %35 ine anlaşmış
bile demokratik ve özgür Fransa!
Şimdi, bir süredir kabile savaşları sürüyor Libya’nın
çöllerinde. Çok şükür, Ortaçağdan da geriye, taş devrine doğru süratle yol
almakta insanlık.
Bir petrol kuyusu kaç ölüm eder sizce Fransa?
Ölü bir çocuğun bakışları, ne kadar prim kazandırır
çalışanlarınıza?
Dolarlarınızın ateşini düşürebilir mi, ıssız bir denizde
toplu ölümlere sürüklediğiniz insanlar?
Demokrasiniz, ne kadar da cömertmiş ölülere, ey özgür
Amerika!
Umurunda mısınız, derme çatma teknelerle istif istif ölüme
giden insanların siz?
Bırakın, hiç değil rahat uyusun ölüler. Demeçlerinizi
süslemek için, yok yere harcamayın gözyaşlarınızı basın toplantılarınızda.
Gördüm ki, boy boy sıraya dizilmişti suretleriniz haber
ajanslarında. Sitemler yağdırıyordunuz durmadan, bir zamanlar Suriye’yi
birlikte fethe çıkmak için kol kola girdiğiniz Avrupalı ortaklarınıza.
Bilmem ki, bildirileriniz nasıl kurtaracak şimdi sizi?
Hangi tanrı bağışlayacak günahlarınızı?
Kimi kandıracak kınama demeçleriniz?
Kimi kandıracak kınama demeçleriniz?
Daha dündü, bir anda nasıl da şaha kalkmıştı, Emevi
Camii’nde namaz kılma iştahınız!
Ki o zamanlar, ayakkabı kutularına tomar tomar dolar
tıkıştırmayı keşfetmekti en büyük icadınız!
Anlıyorum, öylesine cömert ki sizin tanrınız, elleriniz muktedir değildi saymaya banknotlarınızı. Bir türlü sıfırlayamıyordu kasalarınızı para sayma makineleriniz.
Anlıyorum, öylesine cömert ki sizin tanrınız, elleriniz muktedir değildi saymaya banknotlarınızı. Bir türlü sıfırlayamıyordu kasalarınızı para sayma makineleriniz.
Her ne kadar, henüz icat edilmediyse de günahlarınızı
sayacak makineler, çoktan kurulmuştur bile insanlığın vicdanında sırat köprüsü.
Her ölen çocuk kadar müebbete mahkumdunuz!
Suçlusun okuryazar insan!
Yılda 25 kitap okuyan Asyalı, 10 kitap okuyan Avrupalı.
Okuduğun kitaplarda yazmıyor mu, bir ülkeyi toplu bir kıyıma sürükleyen
siyasetin adı?
Kuzey Kutbu’nda üşüyen foklar için ayağa kalkanlar, neredesiniz?
Yolunu kaybetmiş balinalar için projeler üreten büyük
insanlık, sen de suçlusun!
Görüyorum ki, sokağa terk edilmiş hayvanlar için pek duyarlısın.
Gece yarıları peş peşe tivitler atıyorsun bıkmadan, yorulmadan. Çok görmem! Kuşkusuz,
en azından bir insan kadar değeri var sokağa terk edilmiş her köpeğin. İsterim
ki, hiç değilse, bir köpek kadar değeri olsun nezdinizde, ölüme terk edilmiş bir
çocuğun.
Bu yazıyı okuyan okur, sen de
suçlusun!
Bu yazıyı okuyan okur, sen de suçlusun!
Biliyorum, soğumuş her bedeni gördüğünde tüylerin ürperiyor,
senin de üşüyor kalbin.
Biliyorum, sorulan her yanıtsız soru karşısında gözlerin
önüne düşüyor, yaşadığın her an’a
duyarlısın.
Lakin yetmiyor! Yetmiyor bütün bunlar. Duyarlı olduğun kadar, daha çok ses çıkarmadığın için suçlusun!
Lakin yetmiyor! Yetmiyor bütün bunlar. Duyarlı olduğun kadar, daha çok ses çıkarmadığın için suçlusun!
Bu yazının sahibi, şu satırları yazan ben!
En çok da ben suçluyum! Yazar olduğum halde, daha çok
yazmadığım; daha çok yazsam bile, yazmaktan başka bir çare bulamadığım için
suçluyum!
Yazmanın, her derde deva olmadığını bildiğim halde, yine de
hala oturup yazdığım için suçluyum!
Suçluyum çocuk!
Senin için taa Amerikalardan, Almanyalardan, Fransalardan getirilen
bu zehre karşı duramadığım için.
Suçluyum!
Ülkemin topraklarında boy veren bu zifiri karanlıkta benim
çaresizliğim de var.
TIR’lar dolusu ölüm gönderilirken komşumun üzerine, zalimin boğazına sarılmadığım için suçluyum!
TIR’lar dolusu ölüm gönderilirken komşumun üzerine, zalimin boğazına sarılmadığım için suçluyum!
Yıllarca, benim tanıklığımda sürdü bu kıyım!
Benim fabrikalarımdan çıktı insanları soluksuz bırakan bu zehir.
Ayetler ve dualar eşliğinde, kara cüppesini giyinerek yağarken
insanların üzerine ölüm, elimden bir şey gelmediği için suçluyum!
Onları, kendi yurtlarından sürgün eden o yangında benim de
sorumluluğum var.
Benim yollarımdan geçti, çocukları lime lime eden silahlar.
Benim ülkemin işbirliği ile kuruldu, adına demokrasi denilen
bu tuzak.
Ölüm karşısında çaresiz kalıp öfkemi, yalnızca sesime ve
sözüme verdiğim için suçluyum!
Çünkü yaşlıları, kadınları, çocukları, ıssız bir çölde ölümle baş başa bırakan zulüm, benim
muktedirimin eseri.
Benim vergilerimle üretildi çocukları parça parça eden
bombalar.
Benim ülkemin marifeti, hemen yanı başımdaki bu cehennem, bu
ateş, bu barut ve kan.
Benim sessizliğimde büyüdü bu hileli
karanlık
İşte bu gözlerim var ya, bu benim gözlerim şahit oldu,
koltuğumda rahat otururken, ölü balıklar misali kumsalda çocukları
toplayışlarına insanların.
İşte bu yüzden yaralarını, yaralarıma gömerek çocukların, onlara
soluk olamadığım için suçluyum!
Şimdi soruyorum, niye bir çocuğun körpecik bedenine zerk
edilen bu acıya, göğsümü siper edemedim?
Kim soktu yüreğime, zalime karşı bu tepkisizliği!
Nasıl oldu da, böylesine acımasızca yağmalandı kentler?
Nereden aldı cesaretini yedi yaşında çocukları öldüren katiller?
Nereden aldı cesaretini yedi yaşında çocukları öldüren katiller?
Ben varken; insanken, üstelik soluk alıyorken, düşünüyorken,
nasıl da kaybetti şirazesini böyle dünya?
Niye daha çok sesimi çıkarmadım bunca zalimliğe!
Niye sokaklara düşüp avazım çıktığım kadar bağırmadım!
Niye önüme çıkan ilk canlı mahlûkatın yakasına yapışmadım!
Şimdi, fazla lafa hacet yok!
Suçluyum!
Seni, o kan denizinde yalnız bırakan benim, çocuk!
Ben durdum, bu zalimliğin kıyısında, elimden hiç bir şey gelmeksizin bunca zaman.
Ben durdum, bu zalimliğin kıyısında, elimden hiç bir şey gelmeksizin bunca zaman.
Suçluyum!
Çünkü benim sessizliğimde büyüdü bu hileli karanlık.
En çok da, belki benim çaresizliğim öldürdü çocukları.
İşte bu yüzden suçluyum!
Üstelik hafifletici hiçbir sebep yok!
O çocuğu ben öldürdüm!
@yusufnazim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com