Evrensel Kültür
Mayıs 2015, S.281
Ajanslara düşen bir fotoğraf... Karlı, soğuk bir kış gününe kapısını
aralamış kendi halinde bir Anadolu kasabası. Bu kasabanın işlek caddesine
açılan sıradan bir sokağın görüntüsü. Akşamdan bastıran karın kapladığı yollar
kısmen açılmış. Etrafta öbek öbek kar birikintileri, günlük ihtiyaçları için
kendilerini dışarı salmış, okula, işe, alışverişe gitme telaşında insanlar…
Fotoğrafa bir şehrin rastgele seçilmiş gününden olağan bir sokak manzarası
aksediyor.
Her ne kadar, her şey yerli yerindeymiş gibi görünse de, yine de eğreti
duran bir şeyler var orada. Her zamanki doğal akışının sanki biraz dışına
taşmış yaşam. Bir şeyler ters gitmiş, bir şeyler bozulmuş olmalı. Belli ki,
düzeni tesis etmek üzere var olan devasa bir aygıtın gücü ve olanakları hiç
vakit kaybetmeksizin seferber olmuş ve yeniden normale dönmüş hayat.
Yere sabitlenmiş metal direk ile tıpkı bir bostan korkuluğunu andıran
adamın dimdik duruşlarında, sahte, aldatıcı bir görüntünün izlerini görmek
mümkün. İpin öbür ucunda kendine rol biçilmiş adam, eylemsizliği, hiç bir
güç, hiç bir ses, hiç bir komut tarafından bozulmayacakmışcasına kaldırıma
mıhlanmış, öylece duruyor. Bu duruş, düzene ve otoriteye karşı bir diklenme
değil. Aksine, güç karşısında bir boyun eğiş, muktedir olandan yeni buyrukları bekleyen
bir arz-ı endam hallerini göstermekte.
Çöp ve insan. Renk ile ahenk. Uyum ve düzen… Bir köşede, kaldırımda üzerine
çöp kutusu iliştirilmiş direk, yüklendiği yeni göreviyle fotoğraf karesindeki
yerini tartışmasız hak ediyor; asli işlevini bir kenara bırakmış, yardımcı bir
rol üstlenmek üzere çoktan hazır ola geçmiş durumda. Dondurucu soğuk onun
demirden, çelikten ve kimyasallardan mürekkep bedenine işlemiyor bile.
Öte tarafta bir işçi… Taş gibi sessiz, beton kadar katı, demir kadar
hareketsiz! O bir taşeron işçisi! Görevi yolları, meydanları, sokakları
taşıdıkları kirden ve pislikten arındırmaktan ibaret. İşine, büyük bir bağlılık
içinde görünüyor. Adam, diğer taraftaki çöp kutusunun asılı olduğu direkten
sanki daha itaatkâr, daha uysal, daha itirazsız. Esen rüzgâra, yağan kara,
gelen geçen araçlara ve onlardan saçılan çamura, serpintiye bana mısın bile
demiyor.
Her ikisi de kaderlerine boyun eğmiş görünüyorlar. Havada, ağızları bıçak
açmayan bir sessizliğin fotoğrafa yapışmış keskin sureti. Orada, öylece durmuş,
bekliyorlar. Sanki sihirli bir el çıkacak, sonsuza dek eylemsizliğe mahkûm
edilmiş bu deli oyununu bozacakmış gibi…
Uzaktan bakıldığında nasıl da farklı gözüküyorlar. Oysaki eşitler.
Kurgulayan gücün onlara atfettiği iki basit “şey” den ibaretler. Aynı ipin iki
ucunda, rolleri eşitlenmiş, hareketsiz ve dimdikler! Ayazın, rüzgârın ve karın
ortasında hiç kıpırdamadan öylece bekliyorlar; akıl yürütmeden, soru sormadan,
itiraz etmeden. Maddenin korunumu yasası gereği mütemadiyen bir eylemsizlik
içindeler. Saati 3 lira 95 kuruştan devam eden bu fiziki eylemsizlik
hali, taşeron işçiye başka zamanlarda, başka mekânlarda, daha farklı bir
düzenin tesisi için verilen rollere göre belki biraz hafif bile gelmiş
olabilir. Ve hatta harcadığı sıfıra yakın enerji düşünüldüğünde, küçük bir ödül
yerine bile geçebilir.
Yanlarından gelip geçenler var. Yolun ortasında çivi gibi durmakta olan
adamla zaman zaman göz göze geliyor olmalılar. Düzenin, bu şekilde, tuhaf bir
biçimde tesis edilmiş olmasına biraz şaşkınlar.
Direğin yanında bir de kürek var. Başka ve beton bir direğe yaslanmış
olarak duruyor. Muhtemeldir ki, onu bir üretim aracına dönüştürecek sahibini
beklemekte. Yolun ortasında emniyet şeridi görevi yapan adam, birazdan, düzen
kuruculukta kendine ufak bir kemik parçası kadar pay ve ondan birazcık daha
büyük bir görev verilmiş amirinin yeni buyruğuyla esas duruşunu bozacak.
Bozacak ve üzerinde sabit olduğu çarkın gövdesinden ayrılarak başka bir dişlide
kendini bekleyen o muteber yerini alacak. Hiç beklemeden üşümüş elleriyle
küreği kapacak, hayatın sokaklara bulaştırdığı karı, çamuru, suyu temizlemeye
koyulacak... Ta ki, yeni bir buyuranın, yeni bir komutuyla, yeni bir çarkın
yeni bir dişlisi oluncaya dek...
Orada, bütün dünyadan; seslerden, renklerden, zevklerden ve eylemlerden
soyutlanmış gibi duran işçi… Adam, muhtemel bir ayazın kestiği kulak memeleri
ve lastik botlarının içerisinde soğuktan uyuşmuş parmaklarıyla, kocaman bir
dişlinin parçası olarak düzeni kusursuz tesis etmekten ne kadar memnundur bilinmez.
Taşeron işçiyi korkunun ve güçsüzlüğün abidesi olarak bayağı bir çöp kutusuna sabitleyerek adeta taşlaşmışçasına hareketsiz kılan plastik şerit, onu eski ve çürümüş bir dünyaya bağlayan ağır bir zincire dönüşmüş gibi. Adam bu ağırlığın altında silik, sinmiş, ezilmiş durumda; görmüyor, duymuyor, hareket etmiyor, ses çıkarmıyor. Belli ki, korkuyla beslenmiş itaat etme duygusunu bir köle gibi boynunda taşımakta.
Oysa ki farkında değil; biraz hareket etse düzen bozulacak, kıpırdasa değişecek bir şeyler, bir adım atsa bir yerinden kırılacak zincir...
Taşeron işçiyi korkunun ve güçsüzlüğün abidesi olarak bayağı bir çöp kutusuna sabitleyerek adeta taşlaşmışçasına hareketsiz kılan plastik şerit, onu eski ve çürümüş bir dünyaya bağlayan ağır bir zincire dönüşmüş gibi. Adam bu ağırlığın altında silik, sinmiş, ezilmiş durumda; görmüyor, duymuyor, hareket etmiyor, ses çıkarmıyor. Belli ki, korkuyla beslenmiş itaat etme duygusunu bir köle gibi boynunda taşımakta.
Oysa ki farkında değil; biraz hareket etse düzen bozulacak, kıpırdasa değişecek bir şeyler, bir adım atsa bir yerinden kırılacak zincir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com