14 Mayıs 2015 Perşembe

Mizahın şövalyeleri

Yusuf Nazım
İnsancıl Kültür Sanat Dergisi
Mayıs 2015, S.298

Şaka gibiydi gelen haber. Sanatın, kültürün, aydınlanmanın şehri Paris’te mizaha kıymıştılar! Silahlarını çekip gülme duygumuzu can evinde vurmuştular. Çizgilerin gücü susmuş; esprinin, gülmecenin, alay etmenin sesi kısılmıştı. Bir sabah, apansız neşesini kaybetmişti Paris…

Charlie Hebdo. Voltaire Bulvarı’na yakın bir kestane ağacı. Paris’in kestaneleri gibi, sivri dilli, acı.

Hayat, sen nasıl bir komediydin? Élysée Sarayı, üç yüz yıla yakın ayakta, daima göz kamaştırıcı, daima ışıl ışıl. Büyük hayalleri olmuştu hep büyük Fransa’nın. Oysaki tarihin de anıları vardı. Daha dündü, ünlü Sarkozy, Élysée Sarayı’nın bahçesinde Kaddafi’yi bir bedevi çadırında ağırlar, kardeşim diye bağrına basardı. Aynı Sarkozy idi; seçimlerde demokrasi ve özgürlük nutukları atar, Kaddafi’nin dolarlarıyla seçim reklamlarını fonlardı.

Fransa! Bir büyük ülkenin adıydı. Büyük ülkelerin büyük demokrasileri olurdu. Çok geçmeden Libya’nın çöllerinde ölüm avına çıktılar Fransız uçakları; Kaddafi’nin kellesini koparmak için rakipleriyle yarıştılar. Sonradan anlaşıldı; petrolün %25 inin diyetiydi Kaddafi. Şimdi, kara bir mizah gibi sırıtıyor gerçek, yakın tarihin sinesinden çıkarak. Afrika’ya demokrasi götürme heveslisi Fransa, şimdi beslediği canavarın önünde eğilmiş ağlıyor. Ya medeniyetin öncüsü, Batı demokrasisi? Ne büyük bir şakaydın sen, dünyanın şirazesini bozan. Yıllarca, özgürlük götürdün Ortadoğu'ya. Barış için hep kol kola girdi koalisyon kuvvetleri, çoğu kez onlara öncülük etti Birleşmiş Milletler. Afganistan’dan, Irak’a, Irak’tan Libya’ya; Suriye’ye, Sudan’a, Nijerya’ya… Durmaksızın demokrasi taşıdı silah fabrikaları. Geride hep bir cehennem ateşi bıraktılar.

Charlie Hebdo. Asiliğin çılgın sesi, çizgilerin özgür dünyası, meydan okumanın gülmecesi. Cesur aklın başkaldırıyla büyüyen bilmecesi.

Sürgünler şehridir Paris. Notre Dome’ı kurtaran Victor Hugo’nun, Sen Nehri üzerindeki köprülerin ve anıların, Şanzelize’nin, devrime açılan kapı, Eyfel’in şehridir. Kızıl kahverengi kestanelerin şehridir Paris. Paris’in gülen yüzüne kıydılar!

İlk değildi bu. Paris’in gülen yüzüne daha önce de kıydılar. Ona, 1993 yazının ortasında Sivas’ın merkezinde kıydılar. Tanrılar, henüz Orta Doğu'yu cehenneme çevirmeden önce, Madımak’ta yakılmıştı o yangının ateşi. Orta çağın zalimliğinden güç alan nefret, cellatların dilinde ölüm ayetleri, kılıcın ucunda taşınan adalet! Çirkin siluetini kim bilir daha önce kaç kez göstermişti. Kim bilir Madımak’tan önce ‘kâfirler(!)’ diri diri kaç kez yakılmıştı.

Aziz Nesin… Mizahın ustası, yaşasaydın kim bilir nasıl da gülerdin. Sen ki, cellatların elinden, cayır cayır yanmaktan son anda kurtulmuştun. İslamcı partinin yöneticilerince, “Koşun, şeytan kaçıyor!” diye buyrulmuş, ahalinin gazası mübarek kılınmıştı. Sonrası malumumuzdu; katillerin avukatı olmak için sıraya girmiş bir güruh; sonradan bir kısmı AKP den vekil olmuştu; bakiyesi politikacı, ya bürokrat ya bakan. Katiller mi? Hep huzur içinde yaşamış, hep eceliyle ölmüştü.

Çoğu kez devlet eliyle beslenmişti taşeronlar. Her gün yeni ölümler düşmüştü adreslere; hep bir muammadan ibaretti cinayetler, hep meçhul kalmıştı failleri; Turan Dursun, Muammer Aksoy, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Musa Anter ve daha niceleri… Henüz, ne El Kaide yeterince büyümüştü, ne İslam Devleti, ne de Özgür Ordular kurulmuştu… Adalet, sadece mülkün temeliydi, belli ki ölen canların değil...

Charlie Hebdo’ya kıydılar. İçimizdeki mizahı öldürdüler! Şimdi Paris soğuktur. Şimdi kestane mevsimidir oralarda, Paris'in sokakları üşümüştür. Sokaklar Paris olmuş birbirine daha çok sokulmuştur.

Paris’in kalbinde bir kestane ağacına kıydılar. Paris’in bütün kestaneleri üşüdü. Şimdi Paris’i düşündükçe kalbimiz daha çok buruk. Hele Lyonlu işçilerin çığlıkları, hele Goya’nın tablosundan akseden o duvar, hele o duvarın dibinde kurşuna dizilenler, 'hele bulvarlarda yaprak dökümü.' Ocak, bundan sonra belki kolay gülmeyecek. Ocak gelince bundan böyle aklıma hep bir ürkü düşecek. Yüreğim, Paris’in kalbinde yapayalnız kalmış bir ağaç gibi üşüyecek.

Karanlığın yüzü bir kez daha böylesine çirkin, bir kez daha böylesine kirli. Bir kez daha kılıçlar sıyrılmış kınından kanlı; ayetli, tekbirli ve dualı. Bu sefer başımızı gövdemizden koparmak için değil, sevincimizi ruhumuzdan ayırmak için. Charlie Hebdo’yu Paris’in ortasında vurdular. Chalie Hebdo’yu daha önce kim bilir kaç kez vurdular; Ona, sene 1945, Beyoğlu’nda Tan Gazetesi’ni yakarak kıydılar; 1994, Kadırga’da Özgür Gündem Gazetesi’ni bombalayarak bir kez daha kıydılar. Susunca bir bir söndü kalbimizin ışıkları, karardı sinemiz. Susunca daha bir çoğaldı karanlık.

Charlie Hebdo! Tabuları ti’ye almanın cesareti. Dudaklarımızdaki alaycı tebessüm. Dünyamıza zerk edilen acının panzehiri.

Paris’in bulvarları ikiyüzlü bir resim. En önde, sahte yüzüyle yürüyen bir Paris, diplomasiyle cilalı bir mizansen. Medeniyetin kol kola girmiş ittifak kuvvetleri; başkanlar, başbakanlar, parlamento ve konsey başkanları; dükler, krallar ve şansölyeler; kardinaller bile var; psikoposlar, hahamlar ve cümle İslam liderleri. Hepsi de demokrasiye aşık, hepsi birer barışsever; günahsız, saf ve temiz. Arkadan, ekmek ve gül isteyen gerçek bir Paris akıyor; sessiz ama gürül gürül, derinden.

Bir yanda, tören alanında, en önde rol kapmaya çalışıyor başbakan, heyecanı dorukta. Bir yanda, Cumhurun başı, Charlie Hebdo için taziyede bulunuyor, pek üzgün. Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür; İslamcı terör örgütünün liderini özel olarak ağırlamıştı geçende? Gülmek için erken, kahkaha için vakit yok. Devlet olarak, özene bezene lanetler okuyoruz katliama bir yandan. Heyhat, uluslararası terör konusunda dünya liderlerine akıl satıyor, dört füze sallayıp, savaşa girmek heveslisi devlet görevlisi bir adam.

Bilmiyorduk, “dünyanın en özgür basını Türkiye’de” imiş meğer, öğrendik.  Altyazısına kızıp kulağını büktüğü TV kanalının ekranından ünlüyor muhterem. Dünyanın en özgür ülkesinden ışık hızıyla yayılıyor talimatlar. Başlıklar korkuyla düşüyor manşetlerden, terörün izleri sürülüyor ilk sayfalarda. “İhbarlar sanki birer sansar, telefondan telefona atlıyorlar”.  Tez elden matbaası basılıyor Cumhuriyet’in; gazetecilere tehdit, haklarında soruşturma, köşe yazarlarıyla başlayan bir hesaplaşma…

                                                   * * *

Charlie Hebdo! Mizahın korkusuz şövalyeleri. Onlar öldüler... Çizgilerin, renklerin ve seslerin kahkahalarla dolu büyülü dünyasına gömüldüler.  Onları, belki bir Fransız silah fabrikasının barutuydu öldüren; belki bir ABD patentiyle ateşlendi üzerlerine ölüm; kim bilir, belki de hileliydi, İngiliz, Alman yahut Rus menşeli… Pek ala bir Arap şeyhinin borsaya endeksli şirketinden petrolle takas edilmiş de olabilirdi silahları; ya da Suudi uçaklarıyla taşınmış, Türk Tırlarıyla nakledilmiş… Kim bilir kaç gizli servisin elinden geçmiş bile olabilirdi kahkahalarımızı susturan o zehir.

Charlie Hebdo! Mizahın korkusuz şövalyeleri. Köhneliğe karşı çizgilerle kurulan barikat. Karanlıkta bükülmeyen ışık, gerçeğin sivri dili, korkusuzca bir delilik gösterisi…

Ocak hüzünle geldi bu yıl. Paris’te bir barikatı kırdılar! Kestanelerimin, Kiraz Zamanı’mın, komünarlarımın şehri üşüdü. İçimizdeki o hırçın çocuk üşüdü.

Dünya mı? Hala ikiyüzlü, hala komediydi; izahı zor bir mizah, demokrasi ile sulandırılmış gülmeceydi.


Sahteliğin, aldatmanın, riyakârlığın dünyasında zifiri karanlığa çakılmış delice bir kıvılcımdı mizah. Ona kıydılar! Kahkahalarımızın sesini susturdular. Ona Paris’in merkezinde acımasızca kıydılar. Özgürlüklerimizin şehri üşüdü. Şimdi yeni bir delilik yapma zamanıdır. İşte şimdi, “Mizah öldü! Yaşasın mizah!” diye haykırmanın, inadına ağız dolusu kahkahalar atmanın zamanıdır. İşte şimdi katıla katıla gülmenin tam zamanıdır!

1 yorum:

  1. Bilgilenmeden bilinçlenilemeyeceğini öğrendim. Kalemine sağlık dostum.

    YanıtlaSil

yusuf.nazim1@gmail.com