İnsancıl Kültür Sanat Dergisi
Mayıs 2015, S.298
Şaka gibiydi gelen haber. Sanatın, kültürün, aydınlanmanın şehri
Paris’te mizaha kıymıştılar! Silahlarını çekip gülme duygumuzu can evinde
vurmuştular. Çizgilerin gücü susmuş; esprinin, gülmecenin, alay etmenin sesi
kısılmıştı. Bir sabah, apansız neşesini kaybetmişti Paris…
Charlie Hebdo. Voltaire Bulvarı’na yakın bir kestane
ağacı. Paris’in kestaneleri gibi, sivri dilli, acı.
Hayat, sen nasıl bir komediydin? Élysée Sarayı, üç yüz yıla yakın ayakta,
daima göz kamaştırıcı, daima ışıl ışıl. Büyük hayalleri olmuştu hep büyük
Fransa’nın. Oysaki tarihin de anıları vardı. Daha dündü, ünlü Sarkozy, Élysée
Sarayı’nın bahçesinde Kaddafi’yi bir bedevi çadırında ağırlar, kardeşim diye
bağrına basardı. Aynı Sarkozy idi; seçimlerde demokrasi ve özgürlük nutukları
atar, Kaddafi’nin dolarlarıyla seçim reklamlarını fonlardı.
Fransa! Bir büyük ülkenin adıydı. Büyük ülkelerin büyük demokrasileri
olurdu. Çok geçmeden Libya’nın çöllerinde ölüm avına çıktılar Fransız uçakları;
Kaddafi’nin kellesini koparmak için rakipleriyle yarıştılar. Sonradan
anlaşıldı; petrolün %25 inin diyetiydi Kaddafi. Şimdi, kara bir mizah gibi
sırıtıyor gerçek, yakın tarihin sinesinden çıkarak. Afrika’ya demokrasi götürme
heveslisi Fransa, şimdi beslediği canavarın önünde eğilmiş ağlıyor. Ya
medeniyetin öncüsü, Batı demokrasisi? Ne büyük bir şakaydın sen, dünyanın
şirazesini bozan. Yıllarca, özgürlük götürdün Ortadoğu'ya. Barış için hep kol
kola girdi koalisyon kuvvetleri, çoğu kez onlara öncülük etti Birleşmiş
Milletler. Afganistan’dan, Irak’a, Irak’tan Libya’ya; Suriye’ye, Sudan’a,
Nijerya’ya… Durmaksızın demokrasi taşıdı silah fabrikaları. Geride hep bir
cehennem ateşi bıraktılar.
Charlie Hebdo. Asiliğin çılgın sesi, çizgilerin özgür
dünyası, meydan okumanın gülmecesi. Cesur aklın başkaldırıyla büyüyen
bilmecesi.
Sürgünler şehridir Paris. Notre Dome’ı kurtaran Victor Hugo’nun, Sen Nehri
üzerindeki köprülerin ve anıların, Şanzelize’nin, devrime açılan kapı, Eyfel’in
şehridir. Kızıl kahverengi kestanelerin şehridir Paris. Paris’in gülen yüzüne
kıydılar!
İlk değildi bu. Paris’in gülen yüzüne daha önce de kıydılar. Ona, 1993
yazının ortasında Sivas’ın merkezinde kıydılar. Tanrılar, henüz Orta Doğu'yu
cehenneme çevirmeden önce, Madımak’ta yakılmıştı o yangının ateşi. Orta çağın
zalimliğinden güç alan nefret, cellatların dilinde ölüm ayetleri, kılıcın
ucunda taşınan adalet! Çirkin siluetini kim bilir daha önce kaç kez göstermişti.
Kim bilir Madımak’tan önce ‘kâfirler(!)’ diri diri kaç kez yakılmıştı.
Aziz Nesin… Mizahın ustası, yaşasaydın kim bilir nasıl da gülerdin. Sen ki,
cellatların elinden, cayır cayır yanmaktan son anda kurtulmuştun. İslamcı
partinin yöneticilerince, “Koşun, şeytan kaçıyor!” diye buyrulmuş,
ahalinin gazası mübarek kılınmıştı. Sonrası malumumuzdu; katillerin avukatı
olmak için sıraya girmiş bir güruh; sonradan bir kısmı AKP den vekil olmuştu;
bakiyesi politikacı, ya bürokrat ya bakan. Katiller mi? Hep huzur içinde
yaşamış, hep eceliyle ölmüştü.
Çoğu kez devlet eliyle beslenmişti taşeronlar. Her gün yeni ölümler
düşmüştü adreslere; hep bir muammadan ibaretti cinayetler, hep meçhul kalmıştı
failleri; Turan Dursun, Muammer Aksoy, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Musa Anter ve
daha niceleri… Henüz, ne El Kaide yeterince büyümüştü, ne İslam Devleti, ne de
Özgür Ordular kurulmuştu… Adalet, sadece mülkün temeliydi, belli ki ölen
canların değil...
Charlie Hebdo’ya kıydılar. İçimizdeki mizahı
öldürdüler! Şimdi Paris soğuktur. Şimdi kestane mevsimidir oralarda, Paris'in
sokakları üşümüştür. Sokaklar Paris olmuş birbirine daha çok sokulmuştur.
Paris’in kalbinde bir kestane ağacına kıydılar. Paris’in bütün kestaneleri
üşüdü. Şimdi Paris’i düşündükçe kalbimiz daha çok buruk. Hele Lyonlu işçilerin
çığlıkları, hele Goya’nın tablosundan akseden o duvar, hele o duvarın dibinde
kurşuna dizilenler, 'hele bulvarlarda yaprak dökümü.' Ocak, bundan sonra
belki kolay gülmeyecek. Ocak gelince bundan böyle aklıma hep bir ürkü düşecek.
Yüreğim, Paris’in kalbinde yapayalnız kalmış bir ağaç gibi üşüyecek.
Karanlığın yüzü bir kez daha böylesine çirkin, bir kez daha böylesine
kirli. Bir kez daha kılıçlar sıyrılmış kınından kanlı; ayetli, tekbirli ve
dualı. Bu sefer başımızı gövdemizden koparmak için değil, sevincimizi
ruhumuzdan ayırmak için. Charlie Hebdo’yu Paris’in ortasında vurdular. Chalie
Hebdo’yu daha önce kim bilir kaç kez vurdular; Ona, sene 1945, Beyoğlu’nda Tan
Gazetesi’ni yakarak kıydılar; 1994, Kadırga’da Özgür Gündem Gazetesi’ni
bombalayarak bir kez daha kıydılar. Susunca bir bir söndü kalbimizin ışıkları,
karardı sinemiz. Susunca daha bir çoğaldı karanlık.
Charlie Hebdo! Tabuları ti’ye almanın cesareti.
Dudaklarımızdaki alaycı tebessüm. Dünyamıza zerk edilen acının panzehiri.
Paris’in bulvarları ikiyüzlü bir resim. En önde, sahte yüzüyle yürüyen bir
Paris, diplomasiyle cilalı bir mizansen. Medeniyetin kol kola girmiş ittifak
kuvvetleri; başkanlar, başbakanlar, parlamento ve konsey başkanları; dükler,
krallar ve şansölyeler; kardinaller bile var; psikoposlar, hahamlar ve cümle
İslam liderleri. Hepsi de demokrasiye aşık, hepsi birer barışsever; günahsız,
saf ve temiz. Arkadan, ekmek ve gül isteyen gerçek bir Paris akıyor; sessiz ama
gürül gürül, derinden.
Bir yanda, tören alanında, en önde rol kapmaya çalışıyor başbakan, heyecanı
dorukta. Bir yanda, Cumhurun başı, Charlie Hebdo için taziyede bulunuyor, pek
üzgün. Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür; İslamcı terör örgütünün liderini
özel olarak ağırlamıştı geçende? Gülmek için erken, kahkaha için vakit yok.
Devlet olarak, özene bezene lanetler okuyoruz katliama bir yandan. Heyhat,
uluslararası terör konusunda dünya liderlerine akıl satıyor, dört füze
sallayıp, savaşa girmek heveslisi devlet görevlisi bir adam.
Bilmiyorduk, “dünyanın en özgür basını Türkiye’de” imiş meğer, öğrendik.
Altyazısına kızıp kulağını büktüğü TV kanalının ekranından ünlüyor
muhterem. Dünyanın en özgür ülkesinden ışık hızıyla yayılıyor talimatlar.
Başlıklar korkuyla düşüyor manşetlerden, terörün izleri sürülüyor ilk
sayfalarda. “İhbarlar sanki birer sansar, telefondan telefona atlıyorlar”.
Tez elden matbaası basılıyor Cumhuriyet’in; gazetecilere tehdit,
haklarında soruşturma, köşe yazarlarıyla başlayan bir hesaplaşma…
* * *
Charlie Hebdo! Mizahın korkusuz şövalyeleri. Onlar öldüler... Çizgilerin,
renklerin ve seslerin kahkahalarla dolu büyülü dünyasına gömüldüler.
Onları, belki bir Fransız silah fabrikasının barutuydu öldüren; belki bir ABD
patentiyle ateşlendi üzerlerine ölüm; kim bilir, belki de hileliydi, İngiliz,
Alman yahut Rus menşeli… Pek ala bir Arap şeyhinin borsaya endeksli şirketinden
petrolle takas edilmiş de olabilirdi silahları; ya da Suudi uçaklarıyla
taşınmış, Türk Tırlarıyla nakledilmiş… Kim bilir kaç gizli servisin elinden
geçmiş bile olabilirdi kahkahalarımızı susturan o zehir.
Charlie Hebdo! Mizahın korkusuz şövalyeleri. Köhneliğe karşı çizgilerle
kurulan barikat. Karanlıkta bükülmeyen ışık, gerçeğin sivri dili, korkusuzca
bir delilik gösterisi…
Ocak hüzünle geldi bu yıl. Paris’te bir barikatı kırdılar! Kestanelerimin,
Kiraz Zamanı’mın, komünarlarımın şehri üşüdü. İçimizdeki o hırçın çocuk üşüdü.
Dünya mı? Hala ikiyüzlü, hala komediydi; izahı zor bir mizah, demokrasi ile
sulandırılmış gülmeceydi.
Sahteliğin, aldatmanın, riyakârlığın dünyasında zifiri karanlığa çakılmış
delice bir kıvılcımdı mizah. Ona kıydılar! Kahkahalarımızın sesini susturdular.
Ona Paris’in merkezinde acımasızca kıydılar. Özgürlüklerimizin şehri üşüdü.
Şimdi yeni bir delilik yapma zamanıdır. İşte şimdi, “Mizah öldü! Yaşasın
mizah!” diye haykırmanın, inadına ağız dolusu kahkahalar atmanın
zamanıdır. İşte şimdi katıla katıla gülmenin tam zamanıdır!
Bilgilenmeden bilinçlenilemeyeceğini öğrendim. Kalemine sağlık dostum.
YanıtlaSil