18 Aralık 2023 Pazartesi

Bizim Çağ Soruyor

12 Aralık 2023

-Kızak kitabımın hikâyesi-

Hep hayatın içindeydik. Hep yolculuklardaydık ve içinden hep hayat geçiyordu bu yolculukların. Duruyor, şaşırıyor, tanık oluyorduk.

On beş yaşımda, şiirle başlayan yazınsal yolculuğum üniversiteli yıllarda da devam ediyordu. Şaşkınlığım ve tanıklığım, en çok sözcüklerin büyülü dünyasında dile geliyor, ya bir şiire, ya da bir öyküye dönüşüyordu.

Ankara’da, Hacettepe Üniversitesi’nde mühendislik okuyup mezun olmuş, heyecanla İstanbul’a gelmiştim. Telekomünikasyon sektöründe Türkiye’nin yabancı ortaklı büyük bir firmasında çalışıyordum. Toplum olarak 12 Eylül travmasıyla baş etme yıllarıydı. Yenilmiş, dağılmış, ancak umutlarımızı yitirmemiştik. Yüreğimiz yalnızca kendi toprağımızın değil bütün yeryüzü parçalarının acılarıyla kardeşti. Gün oluyor binlerce bilgisayarı besleyen kompüter merkezindeki devasa ana bilgisayar kabinlerinin arkasında, bir arkadaşıma, Filistin’in acılı topraklarında kolu kırılan bir çocuğa dair yazdığım şiir okurken buluyordum kendimi. Gün oluyor, 12 Eylül darbesinden sonra yapılan ilk grevin seslerine kulak veriyordu kalbim. Başka bir gün oluyor ülkemin yanık topraklarından fısıltılar çalınıyor kulağıma, sözcükler hikâyelere dönüşüyordu parmaklarımda.

İşte 1990’lı yıllar bu yıllardı. Bilişim sektöründe, teknolojinin tam ortasında, kompütürlere saniyeler ölçüsünde milyonlarca hesap yaptırmaya çalışırken ruhumda şiire ve edebiyata dair başka bir nehir akmaktaydı. Özgür Gündem, Özgür Ülke, Yeni Politika, Evrensel Kültür, Gerçek gibi gazete ve dergilerde denemelerim yayınlanıyordu. Özellikle Özgür Gündem’de yazmak ateşten bir gömleği giymek gibiydi. Malum, yazarlarının patır patır faili meçhullere kurban olduğu yıllar o yıllardı.

Sessizdi oranın çığlıkları

Yaşadığımız topraklara, kulağınızı değil de kalbinizi dayadığınızda birbirinden yakıcı hikâyeler akıyordu sinenize.

“Yaşlı kadın” diyordu karşımdaki, “koşarak çıkmış dere yatağından. Yanmakta olan evini görünce çılgına dönmüş. Evin etrafını kuşatan askerler arasından kendini, can havliyle evine atmaya çalışmış, askerler engel olmuş ona.” Alnını kırıştırarak devam ediyor anlatmaya; “Her taraftan dumanlar yükseliyor. Kadının evi gözlerinin önünde cayır cayır yanmakta. Çırpınmış, kendini paralamış, kurtulmaya çalışmış en sonunda asker kalabalığın ortasında yere yığılıp kalmış. Kısa süren bekleyişten sonra, bir anda yerdeki bir kaya parçasını iki eliyle kaptığı gibi ayağa fırlamış. Askerler silahlarını namlusunu korkuyla ona çevirmişler. Yaşlı kadın kendi etrafında dönmüş, dönmüş, dönmüş… Bir anda kaya parçasını kendi kafasına indirivermiş…”

Boşaltılarak yakılan bir köyde yaşanan bu olayı anlatan, memleketi Dersim’e giden bir doktor arkadaşımdı. Olayı sesi titreyerek anlatmış, sonra bir ölüm sessizliği girmişti aramıza…

İşte o an, aramıza giren o kısa sessizlik, bir çığlık olup saplanmıştı yüreğime.

O yıllar durmaksızın şiire ve öyküye dolaşıyordu parmaklarım. Yine öyle oldu. Olayı öyküleştirip Sessizdi Oranın Çığlıkları başlığıyla Evrensel Kültür dergisine gönderdim. Yayınlandı.

O an karar vermiştim. İleride, öykülerimi kitaplaştırdığımda kitabın adı Sessizdi Oranın Çığlıkları olacaktı…

2013 yılına geldiğinde ilk öykü dosyam hazırdı. Bir yazar arkadaşıma okuması için gönderdim. Görüşlerini aldım. Öyküleri beğendi ama maalesef, o benim çok sevdiğim kitap adını beğenmedi. Başka bir isim düşünmelisin diye öneride bulundu.

Yağmur saçlı gece

Öykülere göz gezdirdim. 1992’de İstanbul Hasanpaşa’daki bir kadın cinayetini konu eden öyküyü gözüme kestirdim. Evinde, dokuz yaşındaki çocuğunun gözleri önünde infaz edilen bir kadının hikâyesiydi anlatılan. Kadın, öldürüldüğü gece, incecikten sicim gibi yağan bir yağmurun altında çocuğuyla güle oynaya, mutlu, neşeli bir şekilde gelmişti eve. Öykünün adını Yağmur Saçlı Gece koymuştum. İşte, demiştim, kitabın adı bu olmalı. Dosyanın kapağına kitabın bu yeni adını yazdım.

Evrensel Yayın’la anlaşmıştık, Kitabı basacaklardı. Editörlüğünü ise öykücülüğümüz yaşayan çınarlarından Adnan Özyalçıner yapacaktı. Başka bazı yazar arkadaşlarımın, Adnan Ağabeyin bu iş için biraz yaşlı olacağı yönünde tereddütleri vardı. Ama yapacak bir şey yoktu. Yayınevi böyle karar vermişti.

Nihayet dosya editör incelemesinden geçerek bana geldi. Sevgili Adnan Özyalçıner, öyküleri didik dedik etmiş, çizmiş, karalamış, çok sayıda hataya işaret etmişti. Öylesine çok yazımsal ve anlamsal hatalar vardı ki şaşırdım, inanamadım, itiraz ettim. Altı çizilen her sözcüğü, cümleyi tek tek inceledim, araştırdım. Bazılarında yanılmış olabileceğini bulmaya çalıştım. Ama nafileydi. Yok, bu yanlış olamaz, şu kesinlikle doğru değil, bak bundan eminim dediğim her konuda, yanıldığım ortaya çıktı. Öylesine ince ve titiz bir editörlük yapmıştı ki, öylesine kusursuz bir okumaydı ki sevgili Adnan Özyalçıner’e bir kez daha hayran oldum.

Ancak Adnan Ağabey bir şey daha yapmıştı. Dosyanın kapak sayfasındaki Yağmur Saçlı Gece adının üzerini kalınca çizmiş, altına Kızak yazmıştı. Bu kitabın adı Kızak olmalı diyordu… Kitabın her satırında emeği olan Adnan Özyalçıner’in sunuş yazısını da yazması benim için ayrıca gurur ve mutluluk kaynağıdır.

Kızak, diğer öykülerin tersine kitabın tek çocuk öyküsüydü. Acıların, ölümlerin, çatışmaların henüz küçüklerin yaşamlarına zerk edilmediği, hayatın ve kelimelerin egemen siyaset çarklarında öğütülüp, ergen elleriyle kirletilmediği bir çocukluk dönemi öyküsü.

Kitap yayınlandı. Kızak ise okurlar tarafından en çok beğenilen öykü oldu.


https://bizimcagedebiyat.com/kizak/

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yusuf.nazim1@gmail.com