Yusuf Nazım
İmece Zamanı | Nisan 2022
Karın ve zemherinin topraklarında edebiyatın karıncaları iş başında! Teşekkürler Metin Kaya.
Orada bir köy vardı, uzakta.
Adı Sulakçayır’dı, Yünbüken ya da Maçvet; Saskara ya da Piklop da olabilirdi; Hoçvan, Ölçek ya da Yaylacık da; Ahaşen olsa da fark etmezdi…
Orada bir köy vardı eskiden, uzakta...
Hep aynı coğrafyada yeşeren hayatın adıydılar; hep aynı suların can verdiği, aynı toprağın bağrında büyüttüğü; hep aynı umutların yeşerdiği hayatın adı…
Bir zamanlar hayalleri olan; çayırlarında öbek öbek sürülerin toplandığı, harmanlarında kazların, tavukların otladığı…
Orada bir köy vardı eskiden.
Uçsuz bucaksız bozkırları olan; şırıl şırıl akan dereleri, soğuk pınarları, yeşilin her rengine boyanmış bayırları…
İşte, o köy bizim köyümüzdü!
Renk renk çiçeklerle bezenmiş, beline kadar çayırları vardı çocukların, genç kızların...
Damların saçak altlarında, ikindiüstü sohbetlerinde şen şakrak hikâyeler anlatan, kırmızı yanaklı insanları vardı…
Atını yorga süren, düğünlerde papağa binen; öfkesi haksıza, yalana, dolana sert; paylaşmada cömert, dayanışmada mert; yağız, deli kanlı gençleri vardı. İşte o yağız deli kanlı gençlerin cüretkâr hayalleri vardı.
Ve tarlada ekin eken, derede çamaşır yuyan, kuşlukta aheste aheste su taşıyan; sırtında dünya yüküyle yaşayan çilekeş kadınları vardı. Dertleri çok ama neşesi eksiksiz, bitmeyen çeşme başı sohbetleriyle genç kızları vardı...
* * *
Şimdi o köy yok!
Şimdi uzaklarda başka bir köy var!
Öyle uzaklarda ki, o köy benim köyüm değil artık!
Bir görsen, nasıl da değişmiş mevsimleri. Suları azalmış, yok olmuş koyun sürüleri. Yolları dersen hala taşlı, toz toprak içinde. Dağları dertli, yaylaları viran; süreni yok, keder içinde kalmış tarlaları.
Bakmayın elektriğin gelmesine, traktörün sürmesine, evinde çeşmenin akmasına. Sen ki halâ toprağımsın, toprağım gibi kokuyorsun. Lâkin hala yoksunsun; eksen para etmeyecek tahılın, ekmesen açsın! Çocukların sofrada boynu bükük, ele-güne muhtaçsın!
Bilirim, bir süredir haramiler kol geziyor oralarda. Paraları çok, kanunları destursuz, vekilleri iş başında.
Bulunca fırsatını, el koymaya hazırlar; bağına, bahçene, toprağına; son damlasına dek suyuna.
Öyle kurumuş ki sofran, öyle küçülmüş ki lokman, öyle azalmış ki mecalin.
Hele biraz daha bekle, hele biraz daha yum gözünü; derelerine HES’ler yapacaklar senin, dağlarına duble yollar, ovalarına fabrikalar…
Toprağından kovacaklar seni! Ekmeğini üç kuruşa alacaklar; seni ırgat, seni maraba, seni köle yapacaklar…
Büyük kentler yolunu gözleyecek senin. İşsizlik bekleyecek oralarda seni; açlık, yokluk, yoksunluk bekleyecek.
Çaresiz, varoşlara göçeceksin. Kahvehaneler mekânın olacak, sokaklar yurdun; madenlere sokacaklar seni, naylon çadırlarda diri diri yakacaklar! Sağ kalırsan eğer, mahkemede sürünmek de cabası...
Suyunu parayla satacaklar sana, bilesin; peynirini gramla. Unutacaksın et yemeyi, süt içmeyi. Ciğerlerin görmeyecek bundan böyle temiz havayı, şöyle derin derin çekip içine, ohh deyip solumayı…
Yaşamak bile lüks gelecek sana; gün yüzü görmeyecek, esrara, tinere alışacak çocukların.
* * *
İşte o köy!
Uzaklardaki!
Ekmeği temiz, toprağı hala cömert, hala vefalı.
Yeter ki dokun, yeter ki sev, yeter ki terk etme diyarını! Bir versen bin vermeye hazır. Yeter ki sahip çık yurduna! Yeter ki yârin yanağından gayri, her şeyde, hep beraber! Yeter ki kaptırma lokmanı eşkıyaya.
Şöyle bir bakıyorum…
Orada bir köy var mı uzakta?
O köy kimin köyü şimdi sahi?
Nicedir tütmez olmuş bacaları; damları ıssız, duvarları dermansız, dokunsan yıkılacak sanki!
Nicedir içmedim pınarından, tatmadım suyundan.
Kaç zamandır varamadım kapısına, oturmadım divanına.
Bak, nasıl da mahzun görünüyor uzaktan, nasıl da boynu bükük, nasıl da yoksun.
Ama olsun!
Toprağı hala buram buram, çayırları memleketim kokuyor, dağları hasretim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com