9 Ekim 2021 Cumartesi

Üç kedisi, bir tilkisi, bir de kirpisi var

Yusuf Nazım
T24 | 9 Ekim 2021

Kirpi.

Duyunca ürküyor insan.

Sizce de öyle değil mi?

Malûm, adı özel savaş alanlarında sıkça duyulan; heybetli, sert görünüşüyle görene korku salan, üzeri kamuflajlı, mayınlara karşı altı zırhla kaplanmış bir korku abidesi.

Ve yine malum, yıllardan beri ne kadar çok savaş, o kadar çok kirpi ve buna paralel olarak dolan, onca para kasalarıyla özel bir şirket tarafından üretilen bir savaş makinesi.


Ben ürkmedim doğrusu.

Hatta okuyunca sevdim, gülümsedim.

Sığındığım Ege’nin ıssızlığında, evimin verandasında çalışırken geceleri ayaklarıma dolanan tosuncuklar geldi aklıma.

El ayak çekildiğinde ortalıktan, bahçe kapısında aile boyu görünür, fıt fıt bahçede dolaşır, çalıştığım masamın altında seyri sefer eylerlerdi.

Son birkaç yıldır nedense gözükmez oldular.

Doymak bilmez iştahıyla insanın, kendi toprağını istila etme çabasının, onların yaşam alanlarını daraltmasından olsa gerek.


* * *


Bir çiftçi.

Kaz Dağları’nın eteklerinde bir zeytin çiftçisi o.

Bir gece 03.00 sularında hırsız giriyor evine.

Hepi topu yirmi metre kareden ibaret kulübesinden yiyecekleri aşırırken suçüstü yakalıyor onu!

Kime mi teslim ediyor hırsızı?

Jandarmaya değil elbette!

Açıyor yüreğini; sınırsız sevgisine, bitimsiz hoşgörüsüne teslim ediyor…

Kedilerin mamasına dadanan kirpiyi affetmek zor gelmiyor ona.

Öyle ya, bir kirpi o!

Şehirden gelip dağdakini kovmak olur mu hiç?

Olmaz elbette.

Onun da hakkı olmalı bu bağdan, bahçeden, zeytinliklerden...

Tıpkı oraya ilk yerleştiğinde, ona kapılanmış iki köpeği gibi.

Öyle düşünüyor.

O günden sonra bir de kirpisi oluyor; kedilerin mamasına onu da ortak ediyor.

Ev böylesine şenlikli olunca, gel zaman, git zaman bir de tilki katılıyor aileye.

Gün batımının akşam postası olarak çıkıp geliyor; sivri burnu, sarı yumuşak tüyleriyle, sevimli bir dost olarak sokuluyor aralarına.


Ev dedik ya;

Yirmi metre karelik bir yer burası. Ustanın becerisine kendi el emeği, göz nurunu katmış; çıraklığını da üstlenmiş, tümüyle ahşap bir yapı

Keser oduna vurmuş, odun odunu dövmüş, el emeği, alın terine karışmış.

Sonuçta küçük ama sevimli bir yaşam alanı; ahşaptan bir kulübe çıkmış ortaya.

Her sabah erkenden kalkıyor, ‘çocuklarım’ dediği kedilerinin, köpeklerinin mamalarını veriyor, kirpinin hakkını ayırıyor, tilkininkini de ihmal etmiyor.

Sonra ver elini zeytinlikler.

Elinde baltası, belinde nacağı; ağaç budamaya, odun yapmaya...

Zeytin deyip de geçmeyeceksin ama…

Onlar da Kaz Dağlarının yerlileri; bakılmak, sevilmek, okşanmak istiyorlar.

El sürersen toprağına, yüzünü güldürecek.

Sen suyunu eksik etmezsen o da sana meyvesinden verecek; sen seversen o da seni sevindirecek.

Öyle de yapıyor; kedilerine, köpeklerine, kirpisine ve tilkisine baktığı gibi bakıyor çiçeğine, iğdesine, zeytinine…


* * *


O bir Anayasa Hukuku doçenti!

Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin son Anayasa Hukuku öğretim üyesi.

Geçenlerde yaşamak için üniversitesinden istifa etti!

Böyle diyor kendisi; ‘yaşamak için istifa ettim!’

Çünkü;

Kendisiyle ilgili homofobik haberler yapıldı.

Hedef gösterildi, hakkında iftiralar atıldı.

Usulsüz kurulmuş kurullar eliyle cezalar verildi.

Akademik jürilerde görev yapması engellendi.

Verdiği Anayasa Hukuku dersi elinden alındı.

Tez danışmanlıkları iptal edildi.

Mobinge uğradı, hakkında soruşturmalar açıldı, maaşından kesintiler yapıldı!

Peki, ne diye?

Öğrencisi tarafından öldürülen Araştırma Görevlisi Ceren Damar’ı, yazı yazarak savundu diye!

Ne diye?

Non-binary, eşcinsel bir Anayasa Hocası diye!

Ne diye?

Akademik dilde, söylemde, ifadede terör propagandası yapıyor diye!

Ne diye?

Yaptığı bilimsel çalışmaları/çalıştayları ahlaka, edebe aykırı diye!

Tüm bunlara karşı tam dört yıl dişiyle, tırnağıyla, düşüyle; bıkmadan, usanmadan, yılmadan mücadele etti.

Sonunda dayanamadı.

Emekliliğine iki yıl kala yaşamak için istifa etti!


Adı; Öykü Didem Aydın.

Kendisini biraz daha tanıyalım mı?

Hangi toprağın yetiştirdiği insan?

Nasıl bir öyküsü var?

Öncelikle söyleyeyim; insan/hayvan sevgisiyle büyümüş, fındığın kavgasında bilinçlenmiş; çiçeği tohumundan sevmiş Karadeniz’de geçen bir çocukluğu var.

On altı yaşında demir ağlarla dünya turu; tek başına ülke ülke Avrupa yolculuğu;

Bir de profesyonel turist rehberliğini koyarsak yanına, üstelik bröveli cinsinden;

Bir ayağı daima gezilerde; kampçılık yapmak, yaban hayatın içine karışmak; dağları, gölleri, ırmakları dolaşmak ruhunun bir parçası;

Karadeniz’in hırçınlığına, Mimas Dağı’nın sihrine, bir de Küre Dağları’nın göknarlarına vurulmuşluğu var;

2005'te Yeni Ceza Kanununu tanıtmak, uygulayıcılara anlatmak için tüm Türkiye’yi şehir şehir dolaşmak;

Uçağa binmekten genellikle uzak durmak, gerektikçe otomobil, çoğunlukla bisiklet kullanmak gibi de bir huyu var.


İşte böyle bir insan Öykü.

Ankara Hukuk Fakültesi mezunu;

Ankara ve İtalya-Milano Üniversiteleri'nden master’ı;

Federal Almanya-Freiburg Üniversitesi'nde ceza hukuku alanında doktorası;

Max-Planck Yabancı ve Uluslararası Ceza Hukuku Enstitüsü'nde post doktorası;

Anayasa Hukuku alanında doçentliği;

Humboldt, Köln, Ancona, Trier, Leiden, Oslo gibi çok sayıda üniversitede misafir profesörlüğü ile fellowluğu;

Kanada McGill Üniversite'sinden yine, uzaktan araştırmacı fellowluğu var.

Dahası mı?

Elbette dahası da var;

Avrupa Komisyonu Venedik Komisyonu Eski üyeliği;

Hacettepe Üniversitesi Sağlık Hukuku Merkezi kurucusu;

Anayasa Hukuku, Anayasa Yargısı, Edebiyat ve Hukuk, Hukuk Dili ve Metodolojisi, Comparative Law, Comparative US-American/Latin American Constitutionalism, Sağlık Hukuku/ bir dönem Ceza Hukuku/ Ceza Usul Hukuku alanlarında öğretim üyeliği;

Çok sayıda ulusal/uluslararası yayını, yayınlanmış iki romanı, çok sayıda şiir çevirisi var.

Devam ediyor;

Özellikle ceza hukuku ve insan hakları alanında Avukatlığı;

Çok sayıda "siyasi" davada müdafiliği;

Ankara Barosu LGBTIQ+ Hakları Merkezi Kurucu ve (Eski) Başkanlığı;

Transgender Europe bireysel üyeliği;

Pembe Hayat LGBTİ+ Derneği Yönetim Kurulu üyeliği;

Bir de Kitap Çevirmenleri Birliği kurucu üyeliği var…


* * *


O şimdi Kaz Dağları’nın eteklerinde bir göçmen.

Bilimin, akademinin, edebiyatın ve sözcüklerin işçisi;

Sevmenin, hoş görmenin, değer vermenin emekçisi;

Toprağı elleriyle karan, düşleriyle ağaçları yoğuran bir zeytin çiftçisi!

Dört dilde okur, konuşur, yazar; dünyanın bütün dillerinde düşünür, duygulanır;

Hücrelerine kadar sevgi, iliklerine kadar hayat dolu, sapına kadar insan!

Öylesine çok şeyi var ki; öylesine zengin ki;

Yolunu gözleyen çok sayıda öğrencisi, kucaklara sığmayacak kadar sevgisi;

İki köpeği, üç kedisi, bir tilkisi, bir de kirpisi var!

Onu kürsüsüz, onu öğrencisiz, onu düşsüz ve sözcüksüz bırakmak isteyenler;

Sahi sizin neyiniz var?

 

Not

Bu hikâyede geçen karakterler gerçektir.

Akademisyen çiftçi: Öykü Didem Aydın

Köpekler: Aries ve Ulubey

Kediler: Aron Deneb ve İpek Deneb çifti ile Lilly Alstair

Kirpi: Chimera

Tilki: Matar

https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/uc-kedisi-bir-tilkisi-bir-de-kirpisi-var,32747


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yusuf.nazim1@gmail.com