20 Ağustos 2021 Cuma

Yusuf Nazım
T24 | 20 Ağustos 2021


529 yıl önce, Amerika kıtası.

Kendine yeni sömürgeler arayan "ortaçağ uygarlarının", Kristof Kolomb'un seferiyle birlikte keşfettikleri yeni ve zenginliklerle dolu bir kıta.

Beyaz adamın "uygar olmayan yerliler" üzerinden daha çok altına, köleye ve zenginliğe sahip olma hırsıyla bu yenidünyada araladığı cehennemin kapısı.

Kıta yerlilerini, yüz yıllar sürecek bir ateşin içinde yanıp kavrulmalarına sebep olacak bir cehennem.

Öyle bir cehennem ki, yerlilerin hayvan sürüleri gibi toplanarak kapatıldığı Kızılderili rezervasyonları, onların tabi tutulduğu çiçek hastalığı soykırımı; Hükümetler ve kilise işbirliğiyle Kızılderili çocukların ıslahı amacıyla kurulan ve asimilasyon merkezleri gibi işlev gören yatılı okullar ağı; ailesinden kopartılan, kardeşlerinden ayrılan, ana dillerinde konuşmaları yasaklanan ve başka bir kültürle yetiştirilerek kendi inanç ve kültürlerine yabancılaştırılan çocuklar.

Öyle bir cehennem ki, yüz yıllar sürecek bir soykırım, asimilasyon, etnik temizlik ve tehcir; sayısız toplu katliam, bitmek bilmeyen sürek avları, zorla kısırlaştırma, kölelik, tecavüz, yağma…


*  *  *


Beyaz adamın yüzlerce yıl süren sömürgecilik serüveni 19. ve 20.yüzyılda, paraya ve sermayeye temerküz etmiş olarak devam etti.

Bu yüzyıllarda da, son derece gelişmiş, modernleşmiş, medenileşmiş devletler eliyle cehennemin kapıları Asya’da, Avrupa’da, Afrika’da sayısız kez aralandı.

Derken 21.yüzyıl bütün haşmetiyle gelip çattı.

Beyaz adamın ideologları tarafından “tarihin sonu” denilen, tek kutuplu, tek sistemli, liberal küresel bir çağa girildiği müjdelendi.

Oysaki ne tarihin sonu gelmişti, ne de iyiden iyiye medenileşmiş beyaz insanın "uygar olmayan yerliler" üzerine düzenlediği seferlerin.


*  *  *


Mart 2003 gelip çattığında cehennemin kapıları bu sefer Irak’ta aralanacaktı.

Ateşi tutuşturan ise, çoğu kez olduğu gibi yine ABD ve İngiltere olacaktı.

Kararlıydılar!

Büyük bir aşkla demokrasi ve özgürlük götürmek istiyorlardı Irak topraklarına!

Gerekçe ise hazırdı; Irak yönetimi El Kaide ile işbirliği yapıyor, nükleer, biyolojik silahlar geliştiriyordu. Bunlardan kurtulacak, kadim coğrafya özgürleşecekti…

Gördük ki, meğer ne çok ülke varmış, Irak’a demokrasi götürmek heveslisi. Bir bir sıraya girdiler dünyanın tüm uygar devletleri; ABD’si, Kanada’sı, İngiltere’si, Almanya’sı, Fransa’sı, Hollanda’sı, Türkiye’si ve daha niceleri… 

En güçlü, en akıllı, en şaşmaz bombaları yalandı!

Bu yüzden en önce yalanlar geçti cehennemin aralanan kapısından.

Irak’ın ölümcül kimyasal silahları tanıtıldı tüm dünyaya. En büyük, en bağımsız, en özgür haber ajansları tarafından... Haritalar yayınlandı renk renk, boy boy haritalar…

Yalanlar insan öldürür müydü ki?

Öldürürdü elbet!

Bu yüzden en çok yalanlarla vurdular Irak halkını; Arapları, Ermenileri, Süryanileri ve diğerlerini…

Cehennemin ilk on yılında yüz binlerce insan öldü, yaralandı, sakatlandı. 1,5 milyon kişinin ocağı söndü, yersiz yurtsuz kaldı. ABD 2,2 trilyon dolar harcadı yaktığı bu cehennem ateşini diri tutmak için.

Ajanslarsa yeterince iştahlıydı. Naklen yayınladılar dünyaya medeniyetin ölüm makinalarının marifetlerini; patlayan bombaları, bir dokunuşta havaya uçan binaları, parçalanan cesetleri, lime lime savrulan etleri...


*  *  *


Nisan 2014’te hemen yanı başımızdaydı, bu sefer Suriye’de aralandı cehennemin kapıları.

İnsanlık, “batılı uygarların” kendi yarattıkları cehennemin küllerinden doğan yüzlerce radikal İslamcı, şeriatçı/cihadist örgütle karşı karşıya kaldı.

Üstelik her biri ılımlı İslam’ın tarlasından gübrelenmişlerdi.

El Kaide, Irak Şam İslam Devleti, El Nusra, Tevhit ve Cihat Cemaati, Ensaru'l İslam, Ahrar el Şam, Özgür Suriye Ordusu, Heyet Tahrir el-Şam bunlardan sadece bazılarıydı. Hepsi de şeriata dayalı, farklı renklerde, farklı tonlarda bir İslam Devletini hedefliyorlardı.

IŞİD, Bağdat’tan Şam’a kadar bir hat üzerinde, yeryüzünün gördüğü en vahşi katliamlara imza atarak, önüne gelen, kendisi gibi olmayan her şeyi, herkesi yakıp yıkarak ilerledi.

Kürtler, Ezidiler, Türkmenler, Aleviler, Şiiler, Hristiyanlar, Süryaniler; yetmedi eşcinseller, sanatçılar, yazarlar, edebiyatçılar, dansözler açılan bu cehennem çukurunun alevleri içinde kaldılar. Kimi başı kesilerek, kimi ateşte yakılarak, kimi kurşuna dizilerek öldürüldü. Ezidi kadınlar köle pazarlarında satıldı, şeriat kuralları gereği çocuk tecavüzleri sıradanlaştı, cihada katılan her erkeğe dilediği kadar kadın hak görüldü.

Müzik aletleri yakıldı, heykeller tahrip edildi; antik eserler, camiler, kiliseler, sinagoglar bombalandı.

Bir kez açılmıştı cehennemin kapıları ya, içine aldığı her şeyi yaktı, yıktı, kavurdu, yok etti.

Yarım milyon kadar insan öldü, 2 milyonu yaralandı, 6,5 milyon kişi ise göç etti.

En sonunda onun alevleri Ortadoğu’dan Güneydoğu Asya’ya; oradan Kuzey Afrika’ya ulaştı. Sudan, Mali, Çad, Somali, Nijerya, Libya derken sınırlarımıza kadar geldi dayandı…


*  *  *


Tanrılar, cehennemin kapısını bir kez daha araladıklarında, yer Afganistan’dı.

Aralanan o kapıdan ilk olarak 50 Tomahawk füzesi, 25 saldırı, 15 bombardıman uçağı geçti. ABD ile İngiliz gemi ve denizaltılarından fırlatılmışlardı. Onları USS Carl Vinson ve USS Enterprise uçak gemilerinden havalanan B-1 Lancer, B-2 Spirit, B-52 Stratofortress bombardıman uçakları takip etti.

Kendilerine “uluslararası toplum” adını veren batının “uygar” beyazları, tıpkı 500 yıl öncesinin Amerikan yerlilerine yaptıkları gibi, bu yoksun coğrafyaya medeniyet götürmekte ısrarlıydılar.

Savaş arabalarının dizginleri, tıpkı Irak cehenneminde olduğu gibi George W.Bush ve Tony Blair’in ellerindeydi. Kendi halklarının şiddetli itirazlarına aldırmadılar bile. Ve öyle görülüyordu ki kendilerinden binlerce km ötede yaktıkları bu ateşe sınırsızca benzin taşımaya hiç tereddüt etmeyeceklerdi.

Öyle de yaptılar!

Güzel sözlerle süslenmiş, afili deyimlerle bezenmiş dünyanın en büyük savaş aygıtı NATO kervana katılmakta gecikmedi. Aralanan kapıdan Cruise füzeleri, Apache savaş helikopteri, F/A-18 Hornet bombardıman uçakları, yedi tonluk papatya kesicisi bombalar, CH-53E Super Stallion helikopterleri, insansız savaş uçakları ve daha nice gelişmiş ölüm makineleri geçti. Beyaz uygarlık bir kez daha acımasızca yaktı, yıktı, kavurdu, öldürdü ve yok etti…

Yirmi yılda, 2 milyon Afganlı öldü. Sadece ABD, işgal süresince 1 Trilyon dolar harcadı.

Sonuç; uzak bir dünyanın işgalcileri tarafından ülkelerine getirilmek istenen uygarlığı kabul etmeyen bir halk; işlenen cinayetler, yapılan kıyımlar, akla hayale gelmeyen zorbalık ve işkence yöntemleri; tüm bunların sosyal pratiği karşısında daha da güçlenerek gelişen radikal İslam…


*  *  *

 

Şimdi ise kaçıyorlar!

Yirmi yıllın ardından işgalciler, tasını tarağını toplayamadan kaçıyorlar.

Afganistan’a demokrasi ve özgürlük getirme heveslileri, kendilerinden çok uzak coğrafyaya yıllar yılı ölüm kusan medeniyetin sahipleri panik halindeler.

Uçak gemileri, füzeleri, insansız hava araçları, sınıf sınıf helikopterleri, bilmem kaç tonluk bombalarıyla kaçıyorlar!

Kaçarken ne mi bırakıyorlar?

Viran halinde bir ülke, umutları heder olmuş gençler, hayallerinden yaralanmış kadınlar; acı ve kanla beslenmiş, boğazlaşmanın eşiğinde bir toplum ve kapıları ardına kadar açılmış bir cehennem bırakıyorlar…

 

Şimdi, o cehennemin kapısından kızgın alevler püskürmede.

Ülkenin yeni sahipleri, ilk gün infazlarını yaptılar bile. Sokaklardan kadın yüzlerini silerek başladılar işe. Çocukların okula, kadınların işe gitmesinin yasaklanması an meselesi. İnsanları güldürüyor diye tiyatrocu Muhammed Nazar’ı linç ederek öldürdüler. Meydan infazları, kırbaçlamalar ise sırada.

Modern dünyanın korumasındaki İdlib’te kutlamalar başlamış. Camilerde verilen selâlar, yeni İslam devletini müjdeliyor. İzmir’de lokum dağıtıyor şeriat heveslileri.

Gözleri ışıl ışıl, düşleri berrak, yürekleri akça pak kadınlar kapana kısılmış gibi çaresizler. İmdat çığlıkları yükseliyor şehirlerinden. Kolu dövmeli, kulağı küpeli gençler akın ediyor sınırlara; şarkılar susuyor, dans duruyor, mizah soluyor…


*  *  *


20 yıllık işgalin müsebbiplerine gelince.

Onlar heyecan içinde sağa sola koşturmada. Yapacakları yeni ve gizli hamlelerin peşindeler.

Atılan on binlerce ton bombanın, ölüm kusan silahların, asker sivil ayırmayan kimyasalların ve bunlar aracılığıyla akıttıkları onca kanın sorumluları demeçler vermek için sıraya girmişler.

Dünün suçluları, suç ortakları, cehenneme benzin taşıyanlar, TV kanallarında şaşaalı söylevler eşliğinde öğütler vermekteler.

Kimi köşesinden kuruyor sözlerini, kimi kürsüsünde derin analizler yapmak peşinde; kimiyse eski düşmanlarıyla kutsal bir ittifak için el sıkışma hazırlığında.

Oysa biz karanlıktayız!

Göz gözü görmüyor; isli, yapışkan, menfur bir karanlık sarmış her yanımızı.

Cehennem bize uzak değil artık.

Kapısında bekliyoruz.

Ateş göründü, içimize içimize büyüyor alevler, ağır ağır sarıyor her yanımızı.

Unutmayalım, bir gerçek bizi ne kadar çok rahatsız ediyorsa, o kadar çok gerçektir.

Peki, kaçış var mı?

Yok!

O halde zaman, eğri oturup doğru konuşmak zamanıdır.

“Büyük insanlık” olarak sorumluluk bizde; hepimizde!

Ya üstesinden gelmek için çalışıp söndüreceğiz bu yangını.

Ya da alevler giderek büyüyecek, saracak her tarafımız, o cehennemin içinde kalıp yanacağız.

https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/cehennemin-kapisinda,32167


 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yusuf.nazim1@gmail.com