Yusuf Nazım
T24 | 16 Aralık 2020
Annem öldü!
Seksen beş yaşındaydı benim
annem.
Erken miydi, vadesi gelmiş
miydi, yaşayacak ömrü kalmış mıydı geride bilmem.
Ama öldü!
Yaşadığı Korxa köyünden, yaşlılık maaşını almak üzere indiği Diyarbakır’ın
Lice ilçesinde, ansızın ölüverdi.
Her ölüm, ne de olsa biraz
erken ölümdü, şaşırdık!
Sokaklarına barut kokusu sinmiş
OHAL altında bir şehrin iki yıldır trafiğe kapatılmış bir caddesindeydi.
Ölüm onu, maaşını alacağı PTT
ofisinin önünde, yaşlı gövdesini sağ elinde tuttuğu bastonuna bırakarak ağır
aksak yürürken yakaladı.
Başında beyaz yazması, üzerinde
basmadan entarisi vardı.
Öldü!
* *
*
Sizin de bir anneniz oldu mu?
Başında beyaz, dantelleri oyalı
yazması, teninde buram buram evlat kokusu olan…
Siz ki, belki tanınmış
şahsiyet, saygın bürokrat veya bakan; yaşlılık maaşı alan bir anneniz oldu mu?
Benim oldu!
Sizin anneniz, 23 km ötedeki
köyünden tek başına, üstelik haziran sıcağında şehre indi mi?
Benim indi!
Peki, seksen beş yaşındaki
anneniz, trafiğe kapalı bir yolda, bir PTT şubesinin önünde, yaşlılık maaşını
alamadan bir panzerin altında kaldı mı?
Benim kaldı!
Siz ki milletin vekili; söz
gelimi müsteşar, meclis başkanı yahut cumhurbaşkanı…
Sahi sizin de anneniz küçük bir
beldede, yaşlı gövdesini bastonunda taşıyarak ağır aksak yürüdü mü?
İçinde üniformalı erat; belki yüzü
maskeli, eli silahlı; bir panzer altında can çekişerek öldü mü?
Benim öldü!
Şehir suskundu.
Benim annem, bir şehrin
sahipsiz yalnızlığında kaldı.
Zırhlıydı, tepeden tırnağa silahlıydı,
bir panzer üzerine yürüdü, annem öldü, hava koktu, su çürüdü.
Bir adam oradan geçiyordu,
başını ellerinin arasına aldı, çığlık attı, bağırdı!
Annemin seksen beş yaşındaki
incecik kemikleri, kocaman bir demir yığınının altında çatırdadı!
Ötesi yoktu.
Öldü!
* * *
Benim annem seksen beş yaşındaydı.
Asıl adı Korxa olan Abalı Köyü’nden.
Bir gün, sokakları demirden ve
çelikten bir zırha bürünmüş, kayyım atanmış bir kentin, kayyım atanmış ilçesine
indi.
Tek başına bir PTT ofisinin
önündeydi.
Yaşlılık maaşını almak
istiyordu.
Benim annemin ince, narin
gövdesi, adına kirpi denilen zırhlı bir aracın acımasızlığında kaldı.
Tıpkı 2010 yılından beri
bölgede taksirle gelen 37 ölümden biri gibiydi.
Görerek ya da görmeyerek; duyarak
ya da duymayarak; bilerek ama bilmeyerek…
Bir panzerin ürkütücü, ağır,
iri gövdesi bir haşere gibi ezdi geçti onu!
Sahi sizin, ince zarif bedeni
bir “haşere” gibi itlaf edilen bir anneniz oldu mu?
Benim oldu!
Oldu ve zırhlı bir kirpi
tarafında ezilen annemin ölüsü sokakta uzun süre uluorta kaldı.
* *
*
Hasret Yaşarer seksen yaşındaydı.
Teyzemdi. Tesadüfen oradaydı.
Yarısı parçalanmış annemi, elbise ve ayakkabılarından tanıdı;
“Waemi!” (bacım) diye
feryat etti; dövündü, parçalandı, bağırdı…
Yanına üniformalı, silahlı polisler
geldiler, eline siyah bir poşet verdiler.
“Git” dediler, “ablanın parçalarını
topla, getir!”
Teyzem gitti.
Annemin etrafa dağılmış
parçalarını bir bir topladı, plastik bir torbaya koydu, polislere verdi.
Söylesenize, sizin anneniz
parça parça bölündü mü hiç?
Bölündükten sonra parça parça bir
asfalta dağıldı mı?
Parçaları plastik bir torbaya
doldurularak polise teslim edilen bir anneniz oldu mu sizin?
Benim oldu!
Annemin diğer oğlu Mehmet İstanbul’dan geldi.
“Annemin ölüsü yerde kaldı, hiç değil adalet yerlerde kalmasın”
dedi…
* *
*
Annem.
Seksen beş yıl yaşadı, kim
bilir daha kaç evlat sevecek, kaç torun koklayacaktı.
Bir haziran sıcağının
kimsesizliğinde öldü!
Çarşısında, pazarında
bilinmeyen bir dilden insanların konuştuğu, dağlarında her türlü eşkıyalığın
hüküm sürdüğü, evlerini topların, kapılarını korkuların dövdüğü bir şehirdendi.
Mahkemesini sakıncalı gördüler.
Devletin ve milletin güvenliği
için başka bir ile sürdüler.
Yargılama üç yıl sürdü.
Üç koca yıl!
Bu süre zarfında mezarında
otlar bitti annemin. Aylar geçti, mevsimler değişti, başucunda rengârenk kuşlar
acı acı ötüştü durdu. Annemin etleri çürüdü, toprağa karıştı, kemiklerini börtü
böcek bürüdü.
Zavallı annem!
Mahkemesi devam ederken hemen her
gün; yeniden ve yeniden öldü.
Hâkim, “sanık iyi halli çıktı” dedi, 18 bin 200 lira ceza verdi, ödemesini
24’e böldü.
Adı Pakize Hazar’dı, Kürt’tü ya da Türk’tü; fark eder miydi?
Aslında Zaza’ydı; Liceliydi.
Bir şehrin terk edilmiş
yalnızlığındaydı.
Taksit taksit öldü.
Aynı olayı defalarca yaşadı kürt illeri burda kendini tanrı yerine koyan güçler bizleri böcek gibi görüyor iki kardeşi yataklarında evlerinin duvarını yıkarak durabilen bir panzerle ezdiler . Üzgünüm......
YanıtlaSil