T24 | 11 Ekim 2019
Kürtleri sabun yapmalı!
Konuşurken, arkadaşım söyledi bunu!
Ordumuz komşunun topraklarına girince, telefonda dertleşiyorduk:
“Bir türlü çözemediler
şu sorunu. En iyisi kökünden halletmek için Kürtleri sabun yapmalı!” deyiverdi.
İyi fikir, neden olmasın, dedim kendi kendime.
Bir türlü kurtulamadık bu Kürtlerden.
Çözemedik gitti şu problemi.
Dünya aya gitti, kimisi yıldızlara göz dikti, kimi de kara
deliğin fotoğrafını çekti.
Bizse, hala Kürtlerle uğraşmaktayız.
Ne hastane, okul derdi çocukların, ne emeklilikte yaşa
takılanlar, ne bir türlü atanamayan öğretmenler, ne de ömür boyu işsizlik…
Hadi geçtik, eve ekmek götüremediği için sokakta kendini
yakanları…
Hadi geçtik bir çırpıda, yan gelip yatıp, servetine servet
katanları…
Hadi geçtik bir gecede kanun hükmünde işsiz kalanları…
Bu Kürtler yok mu, bu Kürtler!
Cümle sorunlarımızın baş müsebbibi bunlar! En hassas
yerimizde hep çıbanbaşı, bütün çözülmedik problemlerimizin atası…
Çünkü adamlar aksi!
Ne koysan önlerine, beğenmiyorlar!
Etle tırnağız diyoruz, tırnak battı diyorlar!
Anayasada eşitlik var diyoruz, inanmıyorlar…
Kendi dillerinde televizyon kanalları açıyoruz, burun
büküyorlar.
Kısaca haylaz, yola gelmez bir çocuk gibiler yani.
Dövsen, arlanmıyorlar.
Kovsan, anlamıyorlar.
Yasak getirsen demokrasi, hapse atsan özgürlük istiyorlar!
Evlerini yıksan, köye göç ediyor; köylerini yaksan, şehre
geliyorlar…
Üstelik mütemadiyen de çoğalıyorlar…
1937-38’lerde Dersim’in mağaralarında zehirledik bunları,
bitmediler; dağlarda, ovalarda tepeledik, tükenmediler…
Geride kalanlar için özel kanun çıkardık “Şark Islahat Planı” diye. Aydın’a,
Ankara’ya, Bursa’ya, daha farklı farklı yerlere dağıttık, yine de ıslah
olmadılar!
80’lerde, “Kürt”
değil, “kart, kırt” dedik sıfatlarına,
yok saydık cümlesini. 12 Eylül darbesiydi, biraz ileri gittik belki, ne
kendileri inandı, ne dünya kandı…
Doksanlarda, bir köyde sıraya dizdik; affedersiniz bok
yedirdik, yine uslanmadılar.
İçimizden, en akıllı olanlardan biri çıktı, “balığı yakalamak için denizi kurutmayı”
önerdi…
Denmekten bir şey çıkmazdı, denedik!
90’larda resmi rakamlarla 3000’e yakın köyü, yaktık, yıktık,
boşalttık.
Ne deniz kurudu, ne balık yakalandı!
Sonra, başka bir akıllımız çıktı, “dağda silahla dolaşmaktansa, ovada siyaset yapın” dedi.
Yaptılar!
Bazıları parti kurup meclise girdiler, siyaset yapmaya
başladılar.
Lakin çok geçmedi, mecliste de rahat durmadılar. Dillerine
pelesenk ettiler, illa da Kürtçe konuşacağız, dediler!
Enselerinden tutup hapse tıktık hemen hepsini!
* * *
14 Mayıs 2018, İsrail saldırısında ölen Filistinli Fadi Ebu Salah |
Peki, çözdük mü sorunumuzu?
Ne mümkün!
Hem adamlar çoğaldı, hem de sorunlarımız. Üstelik hem kendi
ülkemizde, hem de İran’da, Irak’da, Suriye’de…
2014 yılıydı, eli silahlı, siyah bayraklı, cübbeli, sakallı adamlar
peydahlandı komşuda, hemen yanı başımızda. Bir anda paldır küldür dayandılar sınırlarımıza.
Gelgelelim “akılları
biraz karışık” tı. “Biraz heyecanlı,
öfkeli çocuklar” dı bunlar.
Öfkelerine yenilip, camileri, kiliseleri havaya uçurmaya
başladılar. Önlerine çıkan Alevi’nin, Ezidi’nin, Hırıstiyan’ın kafasını kestiler,
kılıçtan geçirdiler. Kadınları köle, çocukları eş yaptılar kendilerine.
Hiç kimse geçemedi önlerine…
Komşularda bir bir ele geçirdiler şehirleri: Sincar, Musul,
Rakka, Serkaniye, Resulayn, Tel Abyad… Derken “ha düştü düşecek Kabani.” Neredeyse ramak kalmıştı Emevi Camii’nde
namaz kılmamıza…
Sonra, ne olduysa Kürtler çıktı meydana!
Birden bire ne görelim? Güney sınırlarımızdaki “öfkeli çocuklar” gitti, Kürtler geldi
yerine… Tabii tek başına değil, arkasında “dış
güçler!”
Peki, oldu mu böyle?
Tabii ki olmadı!
İçerdekiler barış, demokrasi, özgürlük ister de,
dışardakiler boş durur mu, kim bilir ne ister?
Elbette ki önlem alınmalıydı!
Sınırımızda potansiyel bir tehdit, bir terörist bölge
oluşumuna izin vermek mi?
Asla!
Kim razı olabilir böyle bir tehdite?
Örneğin İsrail?
Razı olmuş muydu sınırlarını kuşatan Filistin tehdidine?
Her fırsatta, uçaklar uçurup bombalar yağdırmamış mıydı tepelerine?
Adım adım işgal edip Filistinli teröristlerin topraklarını, avuç içi kadar Gazze
Şeridi’ne hapsetmemiş miydi onları?
Alın size ABD!
Yanı başındaki komünist çıbanbaşı Küba’yı yıkmak,
Nikaragua’daki Sandinist rejimi alaşağı etmek, burnunun dibindeki Bolivarcı
Venezüella yönetimine haddini bildirmek için elinden geleni ardına koymamış
mıydı?
Hadi geçtik bütün bunları. ABD’ye kafa tutan Libya’nın
gemilerini Sirte Körfezi’nde helak etmemiş miydi? Ya kimyasal silahlar saklayan
Irak’ı? 1 milyon Iraklının ölümünü göze alıp yerle bir etmemiş miydi?
ABD'nin 2015'te vurduğu ve 42 kişinin öldüğü Afganistan'ın Kunduz kentindeki Sınır Tanımayan Doktalara ait hastane |
Avrupa’nın koskoca medeni ülkeleri, ABD ve Türkiye ile
birlikte, demokrasi götürmek için, Libya’yanın çöllerinde Kaddafi’nin kellesini
almamış mıydı?
Peki ya Afganistan ve Somali’deki ABD’nin “önleyici vuruşları”
na ne demeli? Hakkı değil miydi, binlerce km ötedeki dağları, tepeleri
bombalamak?
Bitti mi peki bütün sorunları
Bitmedi!
Ne Filistin sorunu kökünden halledildi, ne savaşlar sona
erdi, ne de dünyaya daha çok özgürlük ve demokrasi geldi.
Şimdi, aynı kısır döngünün tekrarındayız.
Sanki bir dejavu yaşıyoruz.
Bu sefer talimat büyük yerden.
Rap rap, boncuk gibi dizildik peşine.
İçerde tüketemediğimiz Kürtleri, komşunun topraklarında
kovalamaya başladık bile.
Kırk yıldır savaştık, şehit olduk; kırk yıldır dövdük kendi dağlarımızı;
yaktık köylerimizi, yıktık şehirlerimizi, kuruttuk denizlerimizi.
Çözdük mü sorunu?
Çözemedik!
Tükendi mi Kürtler?
Tükenmedi!
Adamlar inatçı, adamlar vazgeçmiyor bir türlü!
Durmadan demokrasi, bıkmadan eşitlik, yılmadan özgürlük
istiyorlar!
Anadilde eğitim, kadın hakkı, söz hakkı, özyönetim hakkı
istiyorlar. Hiçbir şey istemeseler, bu sefer barış istiyorlar.
İstemekten de bir türlü vazgeçmiyorlar.
* * *
Ah bu Kürtler ah!
Neredeyse yarım yüzyıl oldu, olacak, hemen her yol denendi.
Bir türlü uslanmadılar.
Bence, artık yeni bir şeyler denenmeli.
Hepsini toplayıp Mars’a göndersek, mümkünü yok, olmaz!
Belki de, İsrail’in yaptığı gibi Kürtler için, çevresi
yüksek duvarlarla çevrili, Hebron Kampı
gibi kamplar kurmalı.
Üstelik 1937-38’lerde Tunceli’de olduğu gibi Kürtleri, ülkenin
dört bir yanına dağıtarak değil…
Tam tersi, ülkenin her tarafındaki Kürtleri vagonlara
doldurup bu kamplara taşımalı…
Sonrası mı?
Sonrasında seçenek çok;
Bu çağda söylemesi belki ayıp, anadan üryan soyup gaz
odalarına mı sokmalı?
Hangi gaz daha ucuz, hangi gaz daha etkili, bilimsel
tespitler dahi yapılmalı…
Olmadı, gaz odaları yetmedi, belki de krematoryumlarda
yakmalı…
Yok yok, bu böyle olmayacak; maliyet denklik hesabı da yapmalı.
En iyisi, arkadaşımın dediği:
Bu işi kökünden halletmeli:
Kürtleri sabun yapmalı!