T24 | 8 Eylül 2019
21 Haziran 2009.
Hava serin ve karanlıktı.
Açık Hava Tiyatrosu’nun koltukları doluydu.
Küçükçekmece Gölü’nün üzerinden Esenkent’e doğru yayılan akşam
rüzgârı, tiyatronun bir tarafından girip diğer tarafından çıkıyordu.
Arka planda hüzünlü bir müzik çalıyor, dev ekranda mütemadiyen
isimler akıyordu:
Prof.Cavit Orhan
Tütengil (7 Aralık 1979)
Yayıncı İlhan Erdost
(7 Kasım 1980)
Prof.Muammer Aksoy
(31 Ocak 1990)
Gazeteci Çetin Emeç
(7 Mart 1990)
Yazar Turan Dursun (4
Aylül 1990)
Prof.Bahriye Üçok (6
Ekim 1990)
Yazar Uğur Mumcu (24
Ocak 1993)
Yazar Musa Anter (20
Eylül 1992)
Sinemacı Onat Kutlar
(11 Ocak 1995)
Hasan Ocak (21 Mart
1995)
Gazeteci Metin
Göktepe (8 Ocak 1996)
Gazeteci Hrant Dik
(19 Ocak 2007)
Yazar Ümit
Kaftancıoğlu (11 Nisan 1980)
* * *
Rüzgâr dindi. Ekrandaki yazılar bitti, müzik bir süre daha
devam etti…
Esenkent Rıfat Ilgaz Açık Hava Tiyatrosu’nun üzerine, bir
ülkenin talihsiz geçmişi bir kâbus gibi çökmüş gibiydi. Koca amfi-tiyatrodan bir
süre çık çıkmadı…
Sanki bir ölüm sessizliğiydi bu…
Işıklar yandı. Sahneye zayıf, çelimsiz bir kadın yürüdü. Elinde
mikrofon.
“Ben Canan
Kaftancıoğlu” dedi. “Hoş geldiniz.”
* * *
İlk defa tanımıştım onu.
Doktor Canan Kaftancıoğlu. Kendisi de politik bir cinayete
kurban gitmiş olan, yazar Ümit
Kaftancıoğlu’nun gelini.
Toplumsal Bellek
Platformu’nun sözcüsüydü. Ülke tarihinde işlenen politik cinayetlerin
unutturulmaması, gerçeklerin ortaya çıkması için çaba gösteriyorlardı.
Kaybedenlerin peşindeydi. Devletin bulamadığı, belki de
aramadığı failleri arıyorlardı.
Babalar gününde, “Benim
babam bir kahramandı” adlı etkinliğin açılış konuşmasını yapmak için elinde
mikrofon, sahnedeydi.
Etkinliğe Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Ümit Kaftancıoğlu, Hasret
Gültekin, Metin Altıok, Ahmet Taner Kışlalı, Hrant Dink ve Musa Anter gibi
katledilen onlarca aydının çocukları da oradaydı…
* * *
Aradan on yıl geçti.
Yıllardır peşinde oldukları cinayetlerin faillerini
bulamayan devlet, Canan Kaftancıoğlu’nu bulmakta zorluk çekmedi.
Attığı tweet’ten, yaptığı açıklamadan, kullandığı sözden
yargıladı onu.
Selahattin Demirtaş’ı,
Selçuk Kozağaçlı’yı mahkûm eden aynı
mahkeme tarafından verildi hüküm. Ertelemesiz 9 yıl 8 ay!
Mahkeme salonunda onurlu bir insan, bir hak arayıcısı olarak
alnı açık, başı dikti.
Sözünü esirgemedi:
“Biz yepyeni bir
mevsime girdik artık. Ayrımsız bir biz mevsimi başladı artık. Bu mevsimde ne
çiçeklerin açmasını engelleyebilecekler, ne de nefes almamızı.”
* * *
Hekim olarak bir hasta dostuydu. İstanbul’daki Türkiye Kas
Hastalıkları Derneği’nin etkinliklerine elinden geldiğince katılıyor, yeri
geldiğinde önemli desteklerde bulunuyordu.
Katılamadığım Ardahan’daki edebiyat şenliğinde, öykü kitabım Leylayı Beklerken’, eline alarak vefa göstermişti.
Sadece insan hakları savunucusu değil, bir kent savunucusuydu. Halk Gezi Parkı’nı korumak için meydanlara çıktığında, tereddütsüz Gezi Parkı’ndaydı.
Bir hekim olarak açlık grevinde bulunanların sesini
duymamazlıktan gelemezdi. Gelmedi de. Berkin
Elvan öldüğünde de öyle, Roboski’de
dağlar, insan cesetleriyle dolduğunda da…
Yerel seçimlerde, on yıllardır talan edilmiş İstanbul
şehrinin, iktidarca kaybedilmesi, onun il başkanlığı dönemine denk geldi.
İnsan haklarını, dürüst siyaseti, adaleti, eşitliği,
özgürlüğü savunmaktan asla vaz geçmedi.
* * *
Canan Kaftancıoğlu.
9 yıl 8 ay hüküm verildiği günün sabahı Cumartesi’ydi. Sabah
kalktı, yüreği bir kez daha onu çağırıyordu. Yüreğinin sesine kulak verdi,
çağırdığı yere gitti.
O yer Galatasaray
Meydanı’ydı.
Ne var ki meydan polis kuşatmasındaydı, yasaktı! 55 haftadır
Galatasaray Meydanı Cumartesi Anneleri’ne
kapatılmıştı.
Devlet, analar bu meydanda oturup evlatlarını aramasın
istiyordu.
Devlet, 30 yıl önce, 20 yıl önce, 10 yıl önce, 1 yıl önce, 6
ay önce kaçırılan, kaybedilen insanların akıbeti sorulmasın istiyordu.
Devlet, kaybedilenlerin peşini bıraksınlar istiyordu.
Devlet, çocukları kaybedilen anaların çığlıkları duyulmasın
istiyordu…
Analar ise çocuklarını aramakta ısrarlıydı.
Kendini bir anda İHD’nin önündeki daracık alanda Cumatesi Anneleri’nin arasında buldu.
Topluluk 774.haftasında 1994 yılında kaybedilen Kenan
Bilgin’in akıbetini soruyordu.
12 Eylül 1994 tarihinde, 35 yaşındayken, Ankara
Dikmen'deki bir otobüs durağından gözaltına alınarak kaybedilen Kenan Bilgin.
Birlikte alındığı 9 kişinin tanıklığına rağmen “yok” denilen
Kenan Bilgin.
AİHM tarafından, gerekli ve yeterli soruşturmanın
yapılmadığı yönünde Türkiye devletinin tazminata mahkûm edildiği Kenan Bilgin…
* * *
Canan Kaftancıoğlu.
Bir anne, bir aktivist, siyasetçi, il başkan…
Bir anne, bir aktivist, siyasetçi, il başkan…
En çok da insan! Alnı açık, yüreği ferah, başı dik!
On yıl sonra, tıpkı on yıl önceki bir babalar günündeki
gibi…
Hala kaybedenlerin peşinde, kaybedilenlerin arasında,
onların safında bir insan.
Sesi, hayatlarını evlatlarını ararken kaybetmiş Asiye Ana’nın, Berfo Ana’nın, Şahsenem Ana’nın
sesinde; kulağı Kiraz Anne’nin, Hanife Anne’nin, Gülmez Anne’nin çığlıklarında; yüreği çeyrek yüzyıl önce
kaybedilmiş Kenan Bilgin’in annesi Fincan Anne’nin yüreğinde…
Canan Kaftancıoğlu.
Kaybedenlerin korkusu, kaybedilenlerin dostu.
Kaybedenlerin korkusu, kaybedilenlerin dostu.
İnsan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com