27 Ağustos 2019 Salı

Öldürdünüz!

Yusuf Nazım
T24 | 27 Ağustos 2019


Öldürdünüz!
Öldürdünüz işte!
Bir kadını daha alenen öldürdünüz.
Bir Ağustos sıcağında, ömrünün yarım kalmış baharında öldürdünüz onu; on yaşındaki çocuğunun gözleri önünde, canhıraş çığlıkların arasında; bilerek, isteyerek, planlayarak öldürdünüz!

Emine Bulut. 38 yaşındaydı. Kendisine kader kılınan geçmişinin üzerine kalın bir çizgi çekmeye karar vermişti. Başkalarının değil, artık kendi hayatını yaşamak istiyordu. Ne var ki diğer birçok kadın gibi o da, eril bir dünyanın kuşatmasındaydı. Yalnızdı. Kırklareli’nin işlek bir caddesinde, bir dönerci dükkânında kıstırdınız onu.

Ömrünün en güzel çağında, en güzel baharından soldurdunuz!

*  *  *

İlk değildi. Biliyoruz, son da olmayacak.

Emine Bulut’u, daha önceleri kim bilir, kaç kez öldürdünüz siz?

Birkaç gün sonrasındaydı. Çığlıkları henüz kulaklarımızdan dinmemişti.  Metrobüste, bir kadına cinsel saldırıda bulunduğu için yargılanan kişiyi tahliye etmek suretiyle bir kez daha öldürdünüz onu!

Çıkmasına ayak dirediğiniz yasalarınız, yıllardır ısrarla süregelen cezasızlığınız, meclis kulislerinden bir türlü inmeyen dolambaçlı siyasetinizle öldürdünüz!

Bıyık altından süren sessizliğiniz, taammüden hazırlanan bir cinayeti andırıyordu. Cinsel istismar suçlarında, mağdurla failin evlenmesini sağlayarak istismarcıya af getirecek yasayı meclise sunmaktan belliydi niyetiniz.

Bir kadına cinsel saldırıda bulunup kezzapla yakan şahsı serbest bıraktığınızda ise doruklara çıkmıştı adaletiniz. Emine Bulut’u, ta o zamanlardan öldürmüştünüz siz!

Ne zaman ki katilleri, işkencecileri, tecavüzcüleri devlet katında terfi ettirdiniz, Emine Bulut’ları yavaş yavaş öldürmeye başlamıştınız bile siz…

*  *  *

Yeter ki kamuya mal olmaya görsün, yarattığınız bataklıktan kaynaklanmış kötülük. Vahim bir olaya dönüşürdü hemen nezdinizde. Elim olayı kınamak üzere,  süratle sıraya girerdi, en yüksek mevkiden bürokratlar. Saldırganın derhal yakalandığına dair demeçler izlerdi bunu. Kameraların önüne biri gelir, biri giderdi bakanlarınızın.

Sorun, kadın ya da çocukla ilgiyse eğer, aileden sorumlu bakan da geri kalmazdı; şiddete sıfır toleransla kınardı vahim olayı… Hukuki sürecin devam ettiğine, yargının yüceliğine, suçluya en ağır cezanın gecikmeksizin verileceğine dair temennilerini paylaşırlardı cümle bürokratlar…

Yine öyle oldu. Nasıl da şiddetliydi kınamanız. Anlaşıldı ki, acınız deryalar kadar büyük, üzüntünüz okyanuslar kadar derindi! Bunu ifade etmek üzere, zibil gibi gazeteleriniz, hazırolda bekleyen haber kanallarınız vardı. Matem havasında demeçler vermeye ise zaten üstünüze yoktu…

Bilirim, rakamları severdiniz siz, biraz da onlardan bahsedeyim isterseniz.

17 yılda, en az 15 bin kadın cinayeti işlendi bu ülkede. Dile kolay, günde 2-3 kadın! Şu satırlar yazılırken bile, demek ki bir kadın daha boğazlanıyor bir yerlerde. Çocuk istismarı dersen, istatistiklere dahi sığmıyor. Sahi, umurunuzda mıydı bütün bunlar; çocuğa istismar, kadına yönelik şiddet, her gün gani gani işlenen suçlar…

Görüyorduk, hoşgörünüz ne denli büyüktü sizin; toleransınızın sınırları ise bir o kadar geniş.

Zamanla, mahkemeleriniz eliyle, çoğu kişi nasibini aldı hoşgörüden. İnsan yaralayan, kadın kaçıran, boşandığı eşini darp eden, siyasetçiyi linçe kalkışan, şort giydiği için dolmuştaki kıza tekme atan, otobüste genç kadına tecavüze kalkan… Hepsi, hepsi nasibini aldı.

Bu nasiplenmenin yolu ise hep aynıydı; vakit geçirmeden gözaltı, adliye koridorları, mahkeme salonu; takım elbise, kravat, esans kokuları, parlak surat; en sonunda, iyi halden hepsini serbest bırak! Böyle böyle Emine Bulut’ları her geçen gün biraz daha öldürdünüz siz.

Hani, nikâh törenlerinde, belediyeleriniz eliyle evlilik kitapları dağıttınız ya… Hani, bu kitaplarda “erkeğin kölesi ol” diye öğütler verdiniz ya; hani, kadının çalışmasını günah, ona atılacak dayağı ilaç, çok evliliği ise mubah gördünüz ya; işte o zaman Emine Bulut’u en baştan öldürmüştünüz siz…

Hani, kadın dediğin, kırıp dizini evinde oturmalıydı ya; ama öncelikle işe, çocukları evlendirmek için, acele etmekle başlanmalıydı! Hani, hep böyle anlattınız; kadına düşen rolü, erkeğin reisliğine itaat etmekten geçirmiştiniz ya… Erkeğine itaat etmeyen kadın ise usulünce dövülmeliydi ya... Hani evlilik kitaplarınızda, kadına atılacak dayağın ayrıntısını bile anlatmıştınız ya… İşte Emine Bulut’ları sahteliklerinizle, yere göğe sığmayan kötülüklerinizle, yalana bulanmış ayetlerinizle yavaş yavaş öldürmüştünüz siz.

Hani, demiştiniz ya, kadın dediğin iffetli olacak, herkesin içinde kahkaha atmayacak… Böyle diyerek Emine Bulut’u çoktandır öldürmüştünüz… Şimdi bir kez daha öldürdünüz onu siz!

Ne zaman ki, çocuk müritlerine yıllar boyu tecavüz eden tarikat liderlerine göz yumdunuz, ne zaman ki şiddeti, tecavüzü, istismarı protesto eden kadınların üzerine gaz sıkıp zulmettiniz, ne zaman ki emirle atadığınız rektörlerinizin diliyle, kadınla tokalaşmayı ateş tutmaktan daha korkunç gördünüz, işte o zaman, o kadını, bir değil, beş değil, on değil; binlerce kez öldürdünüz!

3-5 yaşlarındaki kız çocuklarına, erkeklerin ayaklarını yıkattırmak, normaldi size göre; yaptığınız tiyatrolarınızda çocuklara bunu öğrettiniz.

Hani metrolarda, kadınlara özel vagonlar tahsis ettiniz, televizyon ekranlarınızdan, “hamile kadının sokakta gezmesi terbiyesizliktir,” diye buyurdunuz; yetmedi, “Başını örtmeyene tecavüz mubah”, diyen din bilgisi öğretmenleri yetiştirdiniz… İşte tüm bunları yapmak suretiyle, tasarlayarak Emine Bulut’u defalarca kez öldürdünüz siz!

*  *  *

Şimdi hepiniz suçlusunuz!

Sade ölen kadınların ruhlarında değil, hayatlarına ve geleceklerine ölüm sızmış geride kalan çocukların vicdanlarında da suçlusunuz.

Vıcık vıcık yalanlarınızla, seçimden seçime oyalamalarınızla, her dönem tavan yapan kibrinizle suçlusunuz!

Bir türlü yerine gelmeyen vaatleriniz, sınırsız takiyyeleriniz; kulislerden, kürsülerden inmeyen siyasetinizle, siyasetçinizle suçlusunuz!

Televizyon kanallarındaki erkek erkeğe yorumlarınızla, RTÜK kontrollü buzlamalarınızla, kadını yok sayan sahte din adamlarızla suçlusunuz!

Siyasetleri süresince mevki, makam peşinde koşanlar; koltuk ve kolluk sevdalıları; bir kere rastlanmakla bir şey olmaz diyenler; iffetten sorumlu bürokratlar, bakanlar; kahkahayı günah sayanlar… Hepiniz, ama hepiniz suçlusunuz!

Yıllarca göz yumduğunuz için, bildiğiniz ama ihmal ettiğiniz için, gördüğünüz halde konuşmadığınız için suçlusunuz!

*  *  *

Sadece onlar mı suçlu? Hayır, biz de suçluyuz!

Suçluyuz tarih karşısında! Korkuyla, nefretle, kinle büyürken bu menfur bataklık, incecik dallarından kırılırken çocuklarımızın hayatları, ortak bir ses olup çoğalmadığımız için suçluyuz!

Suçluyuz büyük insanlık karşısında. Ceberut bir karanlık tarafından kuşatılıp da ülke, tarihin çarkları bir bir kırılarak düşerken geriye, inatla, sabırla mum olup ısrarla yanmadığımız için...

https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/oldurdunuz,23566



23 Ağustos 2019 Cuma

Amida'nın çığlıkları


Yusuf NazımT24 | 23 Ağustos 2019

Ağustos, yine yangınlarla geldi. Sükûn yok, belli ki uzun süre de olmayacak. Yine telaş içinde şehirler, yine sabırsız geçiyor günler.

Seçmek ve seçilmek nicedir günah artık bu coğrafyada. Demokrasi, çoktandır bir maskeye dönüşmüş, iri, kıllı elleriyle hunharca yürüyor üzerine, kadim şehirleri boğazlıyor.

Ah Diyarbakır; güllerin diyarı, 27 kavme yurt olmuş Amida; Doğunun incisi Van; Masalların ve efsanelerin efendisi Mardin; üç şehrin iradesi birden kırılıyor.

İşte size, adına parlamenter rejim denen şeyden kalan bakiye. İşte size, üstüne toz kondurulmayan millet iradesi. İşte size demokrasinin vazgeçilmez cazibesi.

*  *  *

Bayram sonrası. İzmir’de bir hastane. İğne atsan yere düşmez bir kalabalık.

Kadın, hastanenin koridorunda. Bir türlü gelmeyen sırasını bekliyor. Kocası Şırnak’ta bombacıymış, öyle diyor; ayda on bin lira alıyor, yetmiyormuş. Yaşadığı şehirden hikâyeler anlatıyor yanındakilere…

Bizzat tanığıymış, seçimlerde sürekli para dağıtıyormuş AKP. Üstelik, Halk Eğitim’den başvuranlara, batıda en lüks otellerde tatil…

HDP liler mi? “Hepsi de terörist,” diyor! “Ama,” diye ekliyor, “asla oylarını parayla satmıyorlar…” Sonra gülümsüyor; “aslında iyi insanlar, bir de terörist olmasalar…”

Makbul devlet adamları

Diyarbakır’da bir caddedeyiz.

Kalabalıklar toplanmış öbek öbek. Şaşkın ve öfkeliler... Millet iradesi denen şeyden, nasiplerine düşenin peşindeler. Teslim etmek istemiyorlar iradelerini…

“Oyumu istiiiim! Oyumu istiiiim!” diye bağırıyor yaşlı bir kadın.

Ne var ki “cahiller.” Ne oyları makbul, ne de tercihleri! Böyle buyuruyor, makbul bir televizyon kanalının prime time’ına post atmış bir yorumcu; kerameti kendinden menkul, kibirle sıralıyor cümlelerini. Unvanı mı? Efendisince makbul görülmüş bir güvenlik uzmanı o…

“Helal oyları kaptırmayacağız” diye, sıraya giriyorlar makbul devlet adamları. Zulalarında haram sözcükleri saklıyorlar, ceplerinde ayetler. Hepsi de zekâ küpü; çok eğitimli, görgülü, kültürlü; hanımefendiler, beyefendiler; hepsi de demokrasi…
  
Diyarbakır’ın caddelerinde tomalar. Tafrayla tutmuşlar sokak başlarını. “Helal oyları istismar ettirmemek” telaşındalar. Talimat bekliyorlar efendilerinden. Birazdan bir böcek sürüsü gibi önüne katıp püskürtmeye hazırlar ahaliyi…

Kalabalıklar dalga dalga. Yüreklerinde uluorta bir isyan. Kırık dökük sözcükleri ısırıyorlar dişlerinde. Kimi esnaf, kimi şoför, kimi memur; öğrencisi, işsizi, genci…

En çok da kadınlar… Kol kola, zılgıt zılgıta kadınlar… Öfkeleri, bakışlarından bulut bulut sızan kadınlar… Hep en öndeler, hep yüzleri mağrur, hep başları dik. İradesi zapt edilmiş, hayalleri çalınmış bir kentin insanları bunlar…

Karşılarında, sanırsın düşmana karşı, bin yıllık kudretiyle şatafatlı bir ordu. Göz açtırmıyor kolluk. Kibirleri boylarından büyük, kinleri nemruttan beter; arkalarındaysa saraylar ve saltanatlar...

Şiddet kol geziyor sokaklarda; dört yan akrep, kılıç, kalkan, biber gazı, maske, jop; buyruk üstüne buyruk; ters kelepçe, göz yaşartıcı bomba, kanun hükmünde kararname; dilediğince darp, keyfince gözaltı, istediğince hapis… Velhasıl, demokrasiden göz gözü görmüyor ortalık. Diyarbakır, Van, Mardin... Bir kez daha acımasızca yağıyor talimatlar, bir kez daha kırılıyor iradesi şehirlerin.

Neylersin, güçlüler; dualarla kutsanmış zırhları var; demire ve çeliğe bürünmüşler. Güçlüler, her daim acı ve zehir kokuyor nefesleri…

Yasalar koymuşlar; itaat etsinler diye. Torba torba kanunlar çıkarmışlar; boyun eğsinler diye. Ayetler indirmişler; yoldan çıkmasınlar diye…

Elazığ Bulvarı’nda bir kadın oturuyor

Zaman bir yanda hüzünlü ve buruk, alkışlarla geçiyor. Bir yanda hantal, paslı, çürümüş gövdesiyle bir çark dönüyor. Bürokratlar demeçler veriyorlar birbiri peşi sıra. Vicdanlar mütemadiyen ölüyor, tuz kokuyor, ajanslar zehir püskürtüyor üç şehrin üzerine.

Elazığ Bulvarı’nda bir kadın oturuyor. Dağ Kapı’nın arkası şimdi bir küfür. Yere bağdaş kurmuş, öfkesini burnundan soluyor kadın. Diyarbakır’ın bazalt kayaları gibi ağır, sert; ak leçeği altında, canlı bir heykeli andırıyor yüzü.

Öfkeyle sallıyor bir elini, yumruklarıyla dövüyor bağrını. Sitemi tanrısına mıdır, yoksa bir kentin kaderine mi? Korkunun zerresini aramak boşuna gözlerinde, bilinmeyen bir dilden söylüyor şarkısını.

Anlamıyorum… Ama olsun. Bir yerden tanıdık geliyor ezgisi, teni tenime dokunuyor, duyguları duygularıma… Sesinde, gelmiş geçmiş cümle kavimlerin ahı, bir ağıt olup akıyor Amida’nın surlarına…

Zaman nasıl da acımasız akıyor bu diyarda. Hevsel Bahçeleri hiç bu kadar yalnız olmamıştır belki, yavaş yavaş soluyor. Dicle’nin kıyısında, beş bin yıllık bir mezara dönüşüyor bir şehir.

Aklım, geçmiş zamanların burgacında. Ulu Camii’nin minaresi, Surp Giragos’un çan kulesi, Keçi Burcu’nun hikâyesi. Güneş, Urfa Kapı’nın üzerinden ağır ağır batıyor. Sur Dibi’nde bir çocuk ağlıyor, bir düş bozuluyor, bir kez daha kırılıyor umut, son kavmin ayak izleri de yavaş yavaş soluyor.

Bir esinti, bir rüzgâr çıkıyor, ruhumda aykırı düşler, içinde bir fırtına. Beynim asi sözcüklerin kıskacında, dayanamıyor, pervasızca kanıyor.

Eğilip bakıyorum. Bir çocuğun mavi gözlerinde görüyorum geleceği; “bizi unutmayın,” diyor; “bizi unutmayın!”

Kalbim, yıkılmış bir kentin surlarında; harap ve çaresiz. İçinde yaralı bir kuşun çırpınışları. Amida’nın çığlıkları bunlar. Amida’nın çığlıkları.

https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/amida-nin-cigliklari,23515