T24 | 14.01.2018
“Normal bir tenis topunu bırakırsanız ne kadar sıçrar? Ama bunu aldılar yere
vurdular, tavana sıçradı.” /Haldun Taner
Almanya'da, toplumun tek adama biat etmek zorunda
bırakıldığı diktatörlük yıllarıdır. Alman sermaye sınıfı, Hitler’in dünyayı ele
geçirmek üzere ürettiği kirli savaş makinesinin doymak bilmez iştahı için harıl
harıl çalışmaktadır. Toplum büyük oranda tek şefe biat etmektedir. Sanat,
edebiyat, tiyatro ise büyük baskı altındadır.
Bir kabarecinin Hitler’e oyunu
Berlin’deki Charlottenburg
Tiyatrosu’nun bütün koltukları dolmuştur. Hitler, kendine ayrılmış locada koltuğuna gömülmüş oyunu
izlemektedir. Etrafındaki localarda, Gestapo subayları
pür dikkattir.
Alman kabare sanatçısı Karl Valentin, Hitler’in oyununu izlediğini bilmektedir. Gerisini, tiyatro sanatçısı Cansu Fırıncı’nın kaleminden okuyalım:
Alman kabare sanatçısı Karl Valentin, Hitler’in oyununu izlediğini bilmektedir. Gerisini, tiyatro sanatçısı Cansu Fırıncı’nın kaleminden okuyalım:
“Valentin,...
Alman sermaye sınıfı ile Naziler arasındaki akçeli ilişkiye inceden
dokunduruverir:
”ve büyük şef siyah Mercedes’i ile köşeyi dönüyordu.”
”ve büyük şef siyah Mercedes’i ile köşeyi dönüyordu.”
Nasırına basılan Hitler elbette oyundan sonra Gestapo
marifetiyle Valentin’i uyarıyordu. Hitler Valentin’i ele geçirmek için yanıp
tutuşuyordu.
Hitler ve subayları Charlottenburg Tiyatrosunda, 1939 |
Ertesi akşam Valentin
oyuna çıktı, Hitler’in koltuğu boştu, gestapolar her zamanki masalarındaydılar.
Valentin terliyordu. Vakit geldi,
replikler aktı:
- ve büyük şef köşeyi döndü… Arabası siyah bir Mercedes değildi!
- ve büyük şef köşeyi döndü… Arabası siyah bir Mercedes değildi!
Naziler sanatı, edebiyatı, tiyatroyu, mizahı ele geçirmek için yanıp tutuşuyordu. Kitapları kent meydanlarında toplayıp yakıyor, sanatçıları tutuklayıp kamplara gönderiyor, tiyatro binalarını kapatıp mühürlüyor, tutuklayamadığı sanatçıları işinden atıp açlığa mahkûm ediyordu. Sanatçıları ele geçirince sanatı da ele geçireceklerini sanıyorlardı.
Tam bu sırada Valentin kabaresinin final repliklerini haykırıyordu. Sanatçı dediğin iktidarın yanında durmalı, onun propagandasını yapmalı, büyük şefe saygı duymalıydı:
-Heil..! Heil..! Heil..!
Valentin’den bunu
beklemeyen seyirci şok geçirmişti, Gestapo’nun
gözlerinde zafer ışıltısı parlamıştı. Salonda büyük, uzun, buz gibi bir
sessizlik oluyordu.
-Ne bakıyorsunuz, adamın adını unuttum…”
Seyirci kahkahaya boğuldu, Gestapo öfkeyle sustu.”
“Bu bir faşizm
hikâyesidir.” diye ekler yazısında Cansu Fırıncı…
Ne kadar da güzel der.
Tiyatro sokakta (*)
1961 Anayasası’nın getirdiği görece özgürlükler dönemidir.
Diğer alanlarda olduğu gibi kültürel alanda da yaygın bir örgütlenme ve
sendikalaşma başlamıştır. Türkiye Opera, Tiyatro Sanatkârları ve Yardımcı
İşçileri Sendikası (TOTSİS), Türkiye
Tiyatro İşçileri Sendikası (TİSEN),
Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS)
ve onun bünyesinde ilk tiyatro topluğu... TÖS
Tiyatrosu’ndan sonra da Devrim
İçin Hareket Tiyatrosu girişimi başlayacaktır.
Bu son girişimciler, Türkiye’de daha önce yapılmamış bir şeyi deneyeceklerdir. Salonların, mülkiyet ilişkilerinin, salt eğlenceye dönük oyun anlayışının dışında, yüzünü halka ve sokağa dönmüş bir tiyatronun hayalidir bu. “Köksüz bir estetik” yerine damarını halktan, onun ihtiyaç ve problemlerinden alarak zenginleşmeyi hedefleyen bir estetik.
Devrim İçin Hareket Tiyatrosu bir oyunda |
Mehmet Ulusoy, Ali ve Işıl Özgentürk, Sadık Karamustafa, Doğan Soyumer, Sabahattin Şenyüz, Veli Gürcan; daha sonrasında Kuzgun Acar, Can Yücel, Bige Berker, Nejat Feruz gibi isimler bu hayalin ortakları olur. Öyle ki, içinde kaportacı Hüseyin de bulunur, öğrenci Ragıp, ozalitçi Ahmet de…
Yıl 1968 dir. İlk denemeleri, İstanbul’da yapılacak Boğaz Köprüsü’nden alan konu “Köprü” adlı oyundur.
Çok titiz çalışmalardan sonra 20 kişilik ekiple 3 Kasım günü Ortaköy sırtlarında halaylar ve davul sesleri arasında oyun başlar. Kayalar Köyü’nden Yakub’un çocuğunun, Fırat’ın köprüsüz sularında nasıl can verdiğinin hikâyesiyle açılan sahne, İstanbul’un köprüsüyle, Fırat’ın köprüsüzlüğünü karşılaştırır.
Beylerbeyi’nde oynanan ikinci oyunda ise oyunculardan dört, seyircilerden de iki kişi, “halkı hükümet aleyhine tahrik ve müsaadesiz gösteri yaptıkları” iddiasıyla gözaltına alınır. Gözaltı ve tutuklamalarla sonraki oyunlarda da sürüp gidecektir…
Magirus
Fabrikası’nda tiyatro
O
sıralar Menderes’in terzisi İzzet’in
patronu olduğu Magirus Montaj Fabrikası’nda
grev vardır.
Yeni
oyunun provaları aceleden yapılmış, adı bellidir: “Grev!”
İşçilerinin
helaya marka ile gidip en fazla üç dakika kalabildiği, yazın fırın gibi
sıcaklıkta, kışın -20 derecede çalışmak zorunda kaldıkları bu fabrikanın
önünde, grevci işçilere karşı oynanacaktır oyun.
Minibüsle
fabrika önüne geldiğinde halay çekilmektedir. Davul ve zurnalarla karşılanır
ekip. Minibüsten inen halayın bir ucuna katılır.
Halay biter, son davul da vurur, oyun başlar. İzleyen
yüzlerce göz, arkada Magirüs Fabrikası’nın
susmuş bacaları.
Anlatıcı
ileri fırlar, “Selam olsun herkese!”
der.
Bir
korodan çıkmışçasına karşılık verir grevci işçiler “selam olsun!”
Mahallelerde oyanana bir tiyatro, 1968 |
İşçi
hikâyeleri, sarı sendika, patron tiplemeleri, arada Nazım Hikmet’in Ellerinize ve
Yalana Dair şiiri, doruğa çıkan bir coşku… Oyun ve oyucular o kadar
gerçektir ki…
Özellikle patronu oynayan oyuncunun işi zordur; onu, işçilerin elinden güçlükle
kurtarırlar… Kendilerini tutamayan işçiler oyuna dâhil olurlar. Bir anda sahne
ortadan kalkar, bütün işçiler birer oyuncudur artık. Görülesi manzaradır,
platform grevci işçilerle dolup taşar…
Magirus Grevi 1968 Aralık’ının
sonunda işçilerin kazanımıyla sonuçlanır. “Grev”
oyunu diğer fabrikalardaki grevcilerin önündedir artık…
Sadece Diktatör
Hopa’da
Karadeniz
daima hırçındır, dalgalıdır.
Kimi
zaman küser, dalgın olur, içine kapanır. Kimi zaman kendine gelir, coşar.
Artvin, Doğu Karadeniz’de,
dağların doruklarına sığınmış bir şehirdir.
Onun
sahildeki ilçesi Hopa’da bir gün:
Yağmur
çiseliyordur, mütemadiyen. Hırçınlığı, nedense üzerinde değildir Karadeniz’in;
sakin, sessiz, içine kapanık.
Sokaklar
ise tam tersidir; ayakta, heyecanlı, uğul uğul.
Emre Düğün Salonu’nun önünde coşkun
bir kalabalık vardır, kapısında ise asma bir kilit!
Bir
oyun oynanacaktır Hopa’da, iki ayrı
yerde daha. Onur Orhan'ın yazdığı, Caner Erdem’in yönettiği ve Barış Atay'ın sahnelediği oyun.
Adı
“Sadece Diktatör”
Emre Düğün Salonununda tiyatronun kapısında kilit |
Daha
önce ülkede 40 bin kişiye oynanmış oyuna, kaymakamlık tarafından önceden izin
verilmiş; salon ayarlanmış, duyurular ve tüm hazırlıklar yapılmış, biletleri
satılmıştır.
Ama
son anda özel idare yasak koymuştur oyuna. İçeri girilmesin diye kapısına bir
de kilit vurulmuştur salonun.
Bölge
idare mahkemesine başvurulur hemen. Yürütmeyi durdurma kararı çıkar.
Haber
tez ulaşır Metin Lokumcu Meydanı’na.
Salonun önü bir anda kalabalıklaşır. Dalga dalga bir coşku yayılır, sevinç
çığlıkları karışır Karadeniz’e. Her şeye rağmen oyun oynanacaktır.
Lakin
hiç bir devlet yetkilisine ulaşılamaz, salonun mührünü sökecek tek bir
görevliyi dahi bulamazlar.
Çünkü
oyunun adı Sadece Diktatör’dür.
Ertesi gün Barış Atay, diğer görevliler, büyük bir izleyici kalabalığı, devletin görevlilerinin gelip, mahkeme kararını uygulamasını beklerler.
Bekledikleri şey olur. Devletin görevlileri gelir. Gelir ama biraz kalabalık gelirler; kolluk güçleri, akrepler, gaz maskeli polisler, hepsi birden gelir! Yetmezse diye, çevre illerden takviye çevik kuvvet de gelir. Gelir ve Emre Düğün Salonu önüne dizilirler.
Talimat büyük yerdendir. Bu sefer
ellerinde bir valilik yazısı vardır. Valilik OHAL’in bilmem ne maddesinin,
bilmem hangi bendine dayanarak Artvin’in üç ilçesinde oyunu yasaklamıştır!
Çünkü Sadece Diktatör’dür adı ve her şey bir tiyatroyu oynatmamak
içindir.
Faşizm bir ruh hastalığı
Hitler, Germen ırkının üstünlüğü ve Alman toplumun zararlı
unsurlardan arındırılması uğruna, başta Yahudiler olmak üzere; sosyalistler,
komünistler, çingeneler ve kimi Slav ırkına mensup olanların kırımına girişmişti.
Akıl hastaları, sakat çocuklar, önemli fiziksel/zihinsel engelleri olan
yetişkinler de kurbanlar arasındaydı. Üremeye katkılarının olmamasından dolayı
eşcinseller de...
O, dünya çapında yol açtığı felaket ve işlediği insanlık
suçlarıyla Sadece Diktatör müydü?
Kuşkusuz bir diktatörden çok daha fazlasıydı o.
Zira, faşizmin kendisi bir ruh hastalığıydı ve Almanya’da ya
da dünyanın herhangi bir yerinde hep aynıydı.
Sanat faşizme karşı hep meydan okuyordu. Bu yüzden her şey,
sanatı ve sanatçıları ele geçirmek için oluyordu.
Sanatçıları ele geçirince sanatı da ele geçireceklerini
sanıyorlardı.
Hâlbuki yanılıyorlardı!
Hâlbuki yanılıyorlardı!
Onlar bir sanatçıyı ele geçirdiklerinde, yetişip başka bir
sanatçı alıyordu bayrağı, alıyor ve koşuyordu. Onun peşine düştüklerinde ise bu
sefer yeni bir sanatçı çıkıyor, yere düşmeden yakalıyordu bayrağı. Böylece sanat,
kendi, o görkemli mecrasında durmaksızın akmaya devam ediyordu
Muktedirler tiyatroları yasaklıyor, binaları mühürlüyor,
salonları kapatıyorlardı.
Lakin sanatın ele geçirilemez olduğunu bilmiyorlardı. Mekânlar olmadığı zaman, yeri geldiğinde oyunlar sokaklarda, fabrika önlerinde, meydanlara oynanıyordu.
Lakin sanatın ele geçirilemez olduğunu bilmiyorlardı. Mekânlar olmadığı zaman, yeri geldiğinde oyunlar sokaklarda, fabrika önlerinde, meydanlara oynanıyordu.
Çünkü bu bir faşizm hikâyesiydi ve faşizmin replikleri her aynıydı,
değişmiyordu.
Değişen, sadece onun yüzü ve coğrafyası oluyordu.
(*) Tiyatro sokakta bölümü için 9/9/2017/ skopdergi - Sayı 11 / Burak
Üzümkesici’den yararlandım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com