Yusuf Nazım
T24 | 05.04.2017
Borcumdur.
T24 | 05.04.2017
Borcumdur.
Borcum var bir şehre benim.
Bir zamanlar dostluğuna sığınıp, sofrasına oturduğum; hasta
hayatlarına dokunarak çaresizliğine ortak olduğum bir şehre borcum var benim.
Borcum var bir şehrin anılarına.
Uzak diyarların yabancılarına, yok yoksul canlarıyla kalbini
ardına kadar açmış bir şehre borcum var.
Ve tanıklığım, borcumdur benim.
Borcum var insanlara benim. Batman şehrinin insanına; dağına,
taşına, toprağına borcum var.
* * *
Gezi Günleri’ydi.
Yönetmenliğini Gülsün
Sarıoğlu’nun yaptığı Düşümdeki
Uçurtma belgesel filminin galası için Urfa,
Diyarbakır, Batman, Tatvan, Van illerinde turnedeydik.
Belgesel film, genetik bir hastalıktan muzdarip erkek hasta
çocuklarla, bu hastalığın müsebbibi olarak görülen kadınları konu ediniyordu. Hastalığın
bedenlerine musallat olduğu çocuklar ve onların talihsiz anneleri; sevmekten,
âşık olmaktan, evlenmekten korkan kız kardeşleri… Giderek ilerleyen bir
hastalık, ebeveynlerin daha fazla erkek çocuğa sahibi olma arzusu, yeni doğan diğer
hasta erkek çocuklar, yaşanan travmalar... Nihayetinde, kötü bakım koşullarında
erken kaybedilen hayatlar ve onların geride bıraktıkları acılara ilişkin bir iz
sürme…
Tıpkı diğer kentlerde olduğu gibi Batman’da da belediye yerel sponsorumuzdu. Gerek bir yıl önceki çekimlerde, gerekse de
bir yıl sonra yapılacak filmin galasında yükün büyük kısmını üstlenmişlerdi.
Çekimler sırasında bütün konaklama, ağırlama, ulaşım
sorunlarımızı çözdükleri gibi, ekip için gerekli yardımcı personel desteğini de
esirgememişlerdi.
Gala için bize ayırdıkları yer Batman Belediyesi’nin 2006 yılında kente kazandırdığı Yılmaz Güney Sineması’ydı. Önemli
kültür ve sanat festivallerine ev sahipliği yapan salon, teknik altyapısıyla
bölge koşullarına göre çok iyiydi.
Gala öncesindeki kokteyl, afişler, duyurular, hasta ve
ailelerinin taşınması vs diğer gönüllülerimizin yanı sıra yine Batman Belediyesi’nin katkılarıyla
yapılıyordu.
* * *
Binaya ilk girdiğimizde, duvardaki kocaman Yılmaz Güney posteri karşılamıştı bizi. Hani 1982 yılında Yılmaz Güney'in Yol filmiyle Cannes Film Festivali’nde, Türkiye sinemasını ilk defa olarak Altın Palmiye ile buluşturduğunda, tek yumruğunu havaya kaldırarak verdiği şu ünlü resim!
Düşümdeki Uçurtma belgesel filminin Batman galasında Belediye başkan vekili Serhat Temell konuşma yaparken |
Yanında ise başka bir sürgün sanatçının kocaman posteri göze
çarpıyordu. Kendilerini, sözüm ona Cumhuriyet’in seçkinleri olarak gören, kibirleri
burnundan büyük; ödül vermek için davet ettikleri geceden, ağızlarında
salyaları, histerik linç çığlıkları içerisinde bir güruh tarafından üzerine
çatal-bıçak fırlatılmak suretiyle kovdukları Ahmet
Kaya’nın resmi…
Her iki sanatçı da, sanatlarının doruğundayken, kendi
ülkelerinden uzakta kalacak ve sonunda, sürgünler şehri Paris’te vatan
hasretiyle öleceklerdi.
Ülkesinin Yılmaz
Güney’e göstermediği vefayı ise, 2000’li yıllarda Anadolu’nun içlerinde, küçük
bir Kürt kenti olan Batman gösterecekti.
Batman Belediyesi,
2006 yılında yaptıkları sinema salonuna Yılmaz
Güney adını vererek onu bağrına basacak, sinemanın çirkin kralına ülkesinin
göstermediği vefayı gösterecekti.
Ahmet Kaya’ya ise
sinema salonunun girişindeki dev posteriyle bir saygı gösterisi sunacaktı bu
kent.
Ekip olarak gururlanmıştık.
* * *
Kokteylimizi, işte bu iki sanatçının dev posterlerinin asılı olduğu salonda yapmıştık.
Batman Belediyesi başkan vekili Serhat Temell ekip üyelerine karanfil veriyor |
Film gösterimi sırasında belediye başkanı Nejdet Atalay bizzat bulunamadı. Onun
adına, elindeki kırmızı karanfilleri ekibe tek tek sunarak kısa, alçakgönüllü
bir konuşma yapan, başkan vekili Serhat
Temel’di.
Zira, asıl başkan Nejdet
Atalay cezaevindeydi. Çoğu kez olduğu gibi, o talihsiz coğrafyanın
politikacılarının kaderine düşeni yaşamaktaydı.
Cezaevindeydi ve onu, özgürlüğünden beş yıl boyunca mahkûm
bırakacak olan devlet, sonradan 2014 yılında kendisine tazminat ödemek zorunda
kalacaktı.
Yılmaz Güney’e
kucak açan, Ahmet Kaya’ya saygı
duruşunu ihmal etmeyen Batman Belediyesi
ve çalışanları, uzak batı kentlerinden, hasta hayatlarına dokunmak amacıyla
şehirlerine gelmiş konuklarına da aynı sıcak yüreklilikle yaklaşmış, onları
olanca konukseverliğiyle ağırlamıştı.
Şaşırmış, duygulanmıştık.
* * *
2016 yılı, ülkemiz tarihine adaletin, özgürlüğün ve barışın değil, daha çok ölümlerin, yıkımların, acıların zerk edildiği bir yıl oldu.
“Hendek savaşları”
ndan sonra, sıra devletin Kürt siyasetçilerine haddini bildirme savaşına
gelmişti. Seçilmişler, ya birer birer cezaevine konuluyor, ya da yerlerine
kayyımlar atanıyordu.
Demokrasimizin çarkı, ancak böyle dönebiliyordu işte. Paslı,
ağır aksak, kâh yavaşlayıp, kâh durarak.
Takıldığı yerde, devletin haşmetli eli devreye giriyor,
cümle şeylere şöyle bir çeki düzen veriyor, kendi bildiği gibi yeniden
çeviriyordu çarkı.
Halk tarafından seçilmişlerin yerine atanan kayyımların ilk yaptığı işlerden biri, zırhlı araçlar ve kolluk eşliğinde geldiği belediye binalarını tepeden tırnağa Türk bayraklarıyla donatmak oluyordu.
Sonrası mı?
Anlatsan, bu yazıya sığmaz. Kadın sığınma evlerinin
kapatılması, Orhan Doğan, Roboski gibi anıtların parçalanarak
yıkılması, şehir tiyatrolarının feshedilmesi, Kürtçe eğitim veren kreşlerin
kapısına kilit vurulması, kadın şoförlere görevden el çektirilmesi, çok dilli
tabelaların indirilmesi…
Ve daha onlarcası tabii…
* * *
Yılmaz Güney Sineması yanarken,29 Ocak 2017 |
Kayyım, ayağının tozuyla, belediyeye ait 4 halkevini, Hevî Kadın Atölyesi'ni, Şehir Tiyatrosu ile Orkestrası’nı kapatmıştı bile.
Arkasından, belediyenin Kültür
ve Sosyal Hizmetlerini, sonra Kadın
Politikaları Müdürlüğü'nü feshetti.
Öldürülen Kürt bilgesi, yazar Musa Anter'in tabelasını halkevinden indirmekse, kentin en büyük
ağrılarından biri olmuştu.
En önemlisi ise Yılmaz
Güney Sineması’nın başına gelendi.
Önce kilit vurulmuştu sinemanın kapısına!
Sonra sebebi belirsiz, şüpheli bir yangın düşmüştü payına.
Derken, geçenlerde önüme düşen bir haber videosunda
izlemiştim. Yılmaz Güney Sineması yıkılarak
yerle bir edilmiş, yerinde sadece hurdacılara malzeme olacak demir
parçalarıyla, molozlardan oluşan bir düzlük kalmıştı…
O, artık kayyımlı belediyenin web sitesinde, güya yeniden
yapılacak cafcaflı bir proje adı olarak vardı.
Batman’ın kültür ve sanat festivallerine ev sahipliği
yapacak Yılmaz Güney Sineması ise yoktu
artık.
* * *
Geçtiğimiz 1 Nisan, doğum günüydü sanatçının.
Doğum gününe birkaç gün kala Yılmaz Güney’i öldürdüler!
12 Eylül karanlığı eliyle, ülkesinden ayrı, sürgünler şehri
Paris'te onu yıllar önce öldürmüşlerdi!
Şimdi, 2017 yılının ilk aylarında, mezarından çok uzaklarda,
kendi ülkesinde onu, adıyla yaşatmak isteyen bir şehrin tam orta yerinde, atanmış
bir kayyım sistemi eliyle bir kez daha öldürdüler!
Yılmaz güney sineması yıkılırken, 26 Mart 2017 |
Yılmaz Güney Sineması’nı
yıktılar!
Önce, sebebi belirsiz, şüpheli bir yangın çıktı.
Arkasından kilit vurdular kapısına.
En sonunda dozerlerle, iş makineleriyle, kepçelerle geldiler.
Anadolu’da küçük bir şehrin, dünyanın saydığı bir sinema
ustasına vefasıydı o.
İşte bu vefayı bir çırpıda yerle bir ettiler!
* * *
Dedim ya, borcum vardı benim.
Belediye başkanları cezaevinde, birçok çalışanı yargıda, faaliyetleri
sayısız müfettişin sorgusunda; olağan üstü zor koşullarda bize kucak açmış bir
şehrin tarihine borcum vardı!
Zirvelerine tırmanıp dövizlerimizle üç dilde selam
durduğumuz, sular altında kalacak bir tarihe borcum vardı.
Borcum vardı, sokaklarında, Süryanice ninniler dinleyip ev
şaraplarından tattığımız o topraklara.
Batman’a, Beşiri’ye, Midyat’a borcum vardı; Hasankeyf’e,
Mor Gabriel’e, Gelüşke Hanı’na…
Anılarına borcum vardı şehirlerin.
Ödeyemedim, ağrısı içimde kaldı.
Borçluyum hala sana Diyarbakır, Van, Batman...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com