Yusuf Nazım
T24 | 18.11.2016
Dile kolay, tam 246 gün!
Sokağa çıkma yasağı kısmen kaldırılmıştı.
T24 | 18.11.2016
Dile kolay, tam 246 gün!
Sokağa çıkma yasağı kısmen kaldırılmıştı.
Duyar duymaz çadırdan dışarı fırladı.
Bir anda, etrafta heyecanla toplaşan çadır kalabalığının
arasında buldu kendini.
Heyecan içindeydi herkes.
Aylardır uzak kaldıkları şehirlerine bir an önce yetişme,
mahallesinden, evinden, eşyasından bir haber alma telaşıydı bu.
Üzerine atladığı pikap, şehrin girişine kilometrelerce kala
kolluk kuvvetlerince durduruldu.
Yüreği yerinden fırlayacakmış gibiydi.
Uzaktan, üzerine kümelenen siyahi bulutların altında, hiç
olmadığı kadar gri gözüküyordu Şırnak.
Asfalt yolu tüketip şehre vardıklarında, yol birden toprağa
dönüşmüştü.
Araçtan inmek zorunda kaldılar.
Üzerinde yürüdükleri inişli çıkışlı toprak yığınının, bir
zamanlar Şırnak’ın ana caddesi olduğuna inanmak bile istemediler.
Heyecanlı kalabalık bir anda dağılmış, herkes kendi
mahallesinin yolunu tutmuştu bile.
İlk saptığı yoldan bir süre sonra geri döndü, önü kapalıydı!
sağa sola hamle yaptı, çevresini tanımaya çalıştı. Kafası karışmıştı. Bastığı toprak
altında dalgalandı, başı döner gibi oldu. Yönünü çıkaramadı, tekrar gerisin
geri yürümeye başladı.
Birçok denemeden sonra uzakta, taş ve toprak griliğinin
ortasındaki camii siluetine takıldı gözü.
Delik deşik olmuş duvarları, parçalanmış kubbeleri, yara
bere içindeki duvarlarıyla Agit Uğur Camii, bunca griliğin ortasında, büyük bir
depremden ayakta kalmayı başarmış yegâne bir anıt duruyordu! Çifte şerefeli
minaresi nasıl olmuşsa sapasağlamdı.
Caminin siluetini takip etmek işini kolaylaştıracaktı. İyi
bir fikirdi bu. Düşündüğü gibi de yaptı. Kısa sürede istediği yere varmıştı
bile.
O güne dek hayatında, görmüş ve belki de görecek olduğu en büyük
şaşkınlığın onu beklediğindense habersizdi.
Tanınmaz halde, bir moloz yığınından ibaret mahallesini inanmaz gözlerle süzdü.
“Sokağı bulmalıyım!” diye diye geçirdi içinden. Sağa sola
çaresizce koştu, moloz yığınlarından oluşan irili ufaklı birçok tepeciği,
onların arasındaki çukurları aştı.
Nihayet, bir süre sonra evinin bulunduğu sokağın başındaydı. Yalnızca silik bir iz kalmıştı sokağından geriye!
İçinde, ölmeye yüz tutmuş bir umudun cılız beklentisiyle önünde
kıvrılan toprak izini takip etmeye başladı...
* * *
Birden “Evim, evim!”
diye bağırdı!
Sonunda bulmuştu!
Yıllardır, harcına emeğini katarak, çimentosuna terini akıtarak yaptığı evinin kapısındaydı.
Yorulmuştu. Ama olsun, sonunda değmişti buna!
Dış kapı aralıktı, sessizce süzüldü içeri.
Merdivenleri bir solukta çıktı.
Gözü, merdiven boşluğunda yan yatmış, tamir edilmeyi
bekleyen küçük oğlunun kırık bisikletine takıldı.
Dudaklarından acı bir gülümseme koptu.
Ayakkabılarını çıkardı, köşedeki ayakkabılığa özenle yerleştirdi.
Karısının kapı pervazına astığı mavi nazar boncuklarına
ilişti gözleri.
Bakışları onu, 22 yıl öncesinden kopup göçtükleri o dağ
köyüne götürdü.
Zemheri bir kış soğuğunda, yangınlar ve alazlar içinde terk
etmek zorunda bırakıldıkları köylerine!
Sonraları, zoraki sığındıkları bu kentte, nice meşakkatlerle
sahip oldukları evin kapısında bir süre bekledi.
Nazar boncuğundaki gülümseyen bakışlarını sessizce çekip
aldı.
* * *
Birazdan, anahtarıyla kapıyı açacak, sessizce süzülecekti
içeriye.
Eve adımını atar atmaz, tatlı bir hararet saracak bedenini, yüreğindeki
sıcaklık yüzüne vuracaktı.
Biliyordu, hole bitişik odanın kapısından küçük oğlu yine bisikletim diye atlayacaktı üzerine. Yine mahcup olacak, yine kızaracaktı yüzü. Oradan, her zamanki gibi eşi yetişecekti imdadına. “Sıkıştırma babanı, yorgundur, gelecek ay” diye arka çıkacaktı ona.
Biliyordu, hole bitişik odanın kapısından küçük oğlu yine bisikletim diye atlayacaktı üzerine. Yine mahcup olacak, yine kızaracaktı yüzü. Oradan, her zamanki gibi eşi yetişecekti imdadına. “Sıkıştırma babanı, yorgundur, gelecek ay” diye arka çıkacaktı ona.
Salona açılan holü iki adımda geçecek, mutfaktan gelen mis
gibi kokuların baştan çıkarıcı davetine aldırmayacaktı.
Zemini, kök boyalı bir halı, duvarları şahmaran desenli
kilimle kaplı salona akacaktı ayakları.
Gözleri kucaklar gibi saracaktı, beşikte uyuyan üç aylık çocuğunu.
Soğuk kış günlerinde, kemiklerini ısıtmak için önünde
herkesin sıraya girdiği sobaya doğru yönelecekti hemen.
Sıcaktan mest olmuş anacığının pamuktan ellerini şefkatle
öpecek, yanaklarını koklayacaktı.
Oğlu, bir kış günü getirmişti onu. Tek gözü görmüyordu
kedinin. O günden beri, her daim yurt eylemişti keçi postunu. Malum yerinde,
kıvrılmış uyuyor olacaktı yine. Titreyen kulağına hafifçe dokunacak, gözünü,
kaygısız bakışlarla, hafifçe aralayacaktı.
Sonra balkona çıkacak, akşamın serin havasını derin derin çekecekti
ciğerlerine. Sabah suyunu çoktan tüketmiş çiçeklerin pıtrak pıtrak açmış
çiçeklerine hayran hayran bakacaktı.
Yemeğin ardından, her akşam yaptığı üzere, demli bir çay
isteyecekti küçük kızından. Yüzünde apak bir gülümseme, elinde tepsiyle çıkıp
gelecekti mutfağın kapısından.
Üzerine bağdaş kurup oturacaktı el dokuması halının. Çayı
beklerken, desenleri renk renk, ilmek ilmek bezeli halının, yumuşak püskülleri
arasında dolaşacaktı parmakları.
Uzaklardan, Agit Uğur Camii’nden belki de bir ezan sesi
duyulacaktı. Çok sevdiği halı seccadiyesini yere serecek, akşam namazına
duracaktı birazdan anacığı.
* * *
Elini uzattı.
Parmaklarını ovuşturdu, uçlarındaki tozları silkeledi.
Koyun yününden dokuma, desenli halının üzerine, her gün
bağdaş kurup oturuyordu; parmaklarıyla püsküllerini okşadığı halı yoktu!
Akşamları, çocukların borularında ellerini ısıttığı çıtır
çıtır yanan kuzine soba da; sobanın arkasındaki keçi postu, keçi postuna
kıvrılmış mır mır uyuyan tek gözlü kedi, kedinin bir dokunuşta kendinden
geçmeye hazır sevimli hali…
Hiçbiri yoktu!
Peki ya oğlunun, içeri girer girmez ok gibi fırlayarak
üzerine atladığı, hole bitişik odanın kapısı?
Onu niye göremiyordu?
Hâlbuki orada olmalıydı, bakıyor ama görmüyordu.
Yorgundu.
Belli ki, kötücül bir perde inmişti gözlerine.
Gördüğü hemen her şey bir bir siliniyordu.
Belli ki, kötücül bir perde inmişti gözlerine.
Gördüğü hemen her şey bir bir siliniyordu.
Derken karısı da çekip gitmişti; sonra birer birer çocukları,
ona tepsiyle demli çay getirmeyi bekleyen kızı, sobanın arkasında ileri geri mürgüleyen
yaşlı anası…
Hepsi gitmişti!
Beşiğiyle birlikte üç aylık bebeği de terk etmişti evi; duvarda
şahmaran desenli kilim, yanında asılı kuran, altında namaz saatini bekleyen derli
toplu seccade…
Birer birer gitmişlerdi.
Hâlbuki az önce hepsi buradaydılar!
Hâlbuki az önce hepsi buradaydılar!
Hazırlardı hepsi!
Oysa şimdi…
Oysa şimdi, pazar pazar dolaşıp, tuğla tuğla ördüğü evinin içerisinde sessizce duruyor; şaşkın, inanmaz, anlamaz gözlerle etrafa bakıyordu.
Evin içinde kimsecikler yoktu!
Yirmi yılda ne zorluklarla tüttürmüştü bacasını! Kendi elleriyle daha yeni yapmamış mıydı badanasını?
Niye böyle her yer griydi, toz bulutu gibi duruyordu şimdi duvarları?
Mesela pencereler niye yoktu?
Karısının her sabah sevgiyle suladığı balkondaki çiçekler neredeydi? Hani şu kahverengi, kırmızı, yuvarlak saksıların içindeki çiçekler?
Karısının her sabah sevgiyle suladığı balkondaki çiçekler neredeydi? Hani şu kahverengi, kırmızı, yuvarlak saksıların içindeki çiçekler?
Ya o, içinde renk renk çiçeklerle saksıların sıra sıra
dizildiği mermer küpeşteli balkon?
O niye yoktu?
Evin giriş kapısına bakıyor, bir şey göremiyordu; korkuluklarla
çevrili merdiven boşluğunu, köşedeki ahşap ayakkabılığı, orada aylardır tamir
edilmeyi bekleyen kırık bisikleti…
Niye yerinde durmuyordu hiçbir şey!
Mesela, üzerine şahmaran desenli kilimin çivilendiği salon
duvarları, tavanda sağlam olsun diye iki demir daha fazla attıkları kirişler,
üzeri kahverengi parke kaplı zemin, dış cephe duvarları…
Hiçbiri, hiçbiri yerinde değildi!
Evin içi yoktu!
Eğreti, bir beton parçasının üzerinde, ayakta öylece bekliyordu.
Yavaşça yere çömeldi, elini kederle dizine koydu.
Yavaşça yere çömeldi, elini kederle dizine koydu.
Bildiği bütün sesler, sözler, kelimeler boğazında erimiş gibiydi.
Arkasına döndü, üzerine tünediği moloz yığınına anlamsız gözlerle boş boş baktı.
Yaşadığı her şey, bir yanılsamadan ibaretmiş gibi duruyordu.
Aslında ev de yoktu!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com