14 Şubat 2016 Pazar

Cizre’yi hallettik, peki ya ayakkabı kutuları?

Yusuf Nazım
T24 | 14 Şubat 2016


Cizre’yi hallettik!

Hendek dedik, çukur dedik, barikat dedik.

Sonunda hepsini hallettik!

* * *

Neymiş efendim, öz yönetimmiş!

Merkezden değil, yerinden yönetimmiş!

Nereden yönetilirmiş bu ülke, görsünler, anlasınlar istedik.

Belki unutmuşlardı; NATO’nun en büyük ikinci ordusuyduk!

Ne kadar güçlü olduğumuzu gösterdik onlara.

En yüksek mertebeden paşasını, çete lideri yapmıştık ordumuzun, daha geçenlerde!

Özenle yargılamış, ömür boyu hapse mahkûm etmiştik kendisini.

Onar onar yakalayıp, bakmadan yıldızlarına hapse tıkmıştık generallerini!

Hemen hatırladık, göreve çağırdık şanlı ordumuzu!

Koşa koşa geldiler!

Tereddütsüz geldiler!

Toplantılar yaptık en deneyimli olanlarıyla, değerlendirmeler, analizler.

Duvar boyu haritalar önünde boy boy fotoğraflar verdik ajanslara.

Düşman şehirleri, semtleri, kasabaları belirledik; işaretler koyduk hedeflerin üzerine.

On bin kişilik ordu kurduk, seferler düzenlemek için terörist şehirler üzerine.

Özel timleri getirdik onlar için; jandarma özel harekâtını, bordo berelileri, su altı komandolarını…

* * *

En önce, sokağa çıkmayı yasaklayarak başladık işe.

Tanklarla, obüslerle, zırhlı araçlarla kuşattık çevresini şehrin.

Kıskıvrak, çember içine aldık cümlesini.

Bir gün değil, üç gün değil, beş gün değil…

Tam 59 gün, 59 gece sürdü bu!

Koca bir şehri aç, susuz, uykusuz bıraktık!

Göçerttik insanları evlerinden, çoğu bir yorgan bile almaya fırsat bulamadı.

Yaşlılarını sırtlarında, sepetlerle, el arabalarıyla; ölü ve yaralılarını ise pazar tezgâhlarıyla taşımak zorunda kaldılar!

Bazen buna bile izin vermedik, alenen yağmur gibi yağdırdık kurşunları üzerlerine; oluk oluk akıttık kameralar önünde kanlarını.

Okullarını ele geçirdiğimizde, kara tahtalara kazıdık vatan sevgimizi, hatıra fotoğrafları çektirdik ay yıldızlı bayrağımızla.

Hemen her şeye bulaştı kinimiz, duvarlara kazıdık öfkemizi.

Hayvanlar bile nasibini aldı; atlar, inekler, kuşlar, güvercinler bile kurtulamadı nefretimizden!

Tankları dizdik şehrin tepelerine, cesurca bombaladık semtlerini!

Birer birer zapt ettik apartmanları, şarjörler boşalttık gökyüzüne, kurtlar gibi uluyarak gösterdik sevincimizi.

Keskindi dürbünümüzün merceği, gelişkin ve moderndi silahlarımız.

Son model helikopterlerimiz uçtu tepelerinde, havadan drone kameralarımızla tespit ettik yerlerini, İHA’lar eksik olmadı şehrin semalarında.

Birer birer, kuş gibi avladık onları sokaklarında.

Silahlı ya da silahsız; çocuk ya da genç; sivil ya da terörist, ayırmadık!

Bulduğumuz yerde bakmadık yaşına, gözümüzü kırpmadan, terörist diye “indirdik!” yere, ayetler eşliğinde.

Hedefi her vuruşumuzda, her canı aldığımızda birbirimize sarılarak kutladık başarımızı.

Ne ölüsünü, ne dirisini görmek istiyorduk; yaralısına bile tahammülümüz yoktu, binaları göçerttik üzerlerine, canlı yayınlarda yok ettik cümlesini.

Fotoğraflarını çektik öldürdüklerimizin; kadınsa çırılçıplak soyduk, ibret alsınlar diye dağıttık resimlerini!

Ambülans istediler, ölüm makineleri gönderdik yerine.

Ne vali dinledik, ne yargı, ne mahkeme; AİHM’i bile takmadık, aldırmadık bile Anayasa Mahkemesi’ne!

Harabeye dönse bile Cizre’nin sokakları, evleri ev olmaktan çıksa, taş taş üstünde kalmasa bile;

Kapısı kırılamadık ev, tarumar edilmemiş ocak, delik deşik olmamış duvar bırakılmamış olsa bile;

Kan gölüne dönse bile şehrin sokakları, en sonunda hallettik işte Cizre’yi; öyle bir zapt ettik ki şehri, ay yıldızlı bayraklarla donattık evleri, apartmanları, okulları ve köprüleri.

Cizre’yi hallettik!
Çok şükür, kardeşlik sağlandı yeniden.

Peki, ya şu ayakkabı kutuları?

Hani şu içinden deste deste Dolarlar, Eurolar fışkıran ayakkabı kutuları?

Onları ne yapacağız?

Nasıl analizler yapacağız onlar için?

Hangi generallerle, hangi masa başı planlar üzerinde çalışacağız?

Hangi hırsız-polis oyunu bozacak bu kumpası?

Kimin ordularını göndereceğiz üzerlerine?

Hani şu sıfırlamakla bir türlü tüketemediğimiz Eurolar; çikolata kutuları, para sayma makineleri?

Sahi onlar ne olacak?

Tamam, Cizre’yi kurtardık!
Kökünü kuruttuk terörün.

Peki ya Hrant Dink’in yüreklerde dinmeyen acısı?

Onun ailesinin, çocuklarının, sevdiklerinin yolunu gözlediği adalet?

Bunca yıldır yerine gelmeyen adaletin peşine kim düşecek?

Hangi özel kuvvetler arayacak katilleri?

Kameralar önünde boy boy fotoğraflar veren generaller, nasıl planlar yapacaklar Hrant’ın katilleri için?

Peki ya üstü kapatılan faili meçhuller?

Ergenekon sosuyla yakalanıp serbest bırakılan katiller?

Cumartesi Annelerinin dinmeyen ağıtları?

Onlara ne olacak?

Cizre’yi hallettik!
Tek bir canlı terörist bile bırakmadık geride!

Peki ya aydınlara, akademisyenlere, gazetecilere ne olacak?

Hani şu apar topar içeri tıktığımız düşün insanları, cadı avı başlatıp haklarında soruşturmalar açtığımız yazarlar, işinden kovduğumuz akademisyenler?

Yaptıkları haber hoşumuza gitmedi diye hücreye tıktığımız Can Dündar'ı, Erdem Gül'ü ne yapacağız?

Genel Kurmay Başkanı’na yaptığımız gibi yıllarca zindanda mı yatıracağız?

İtinayla yargılayıp müebbette mi mahkûm edeceğiz?

Üç beş yıl Silivri’de süründürüp, “pardon, yine yanlışlık”  mı oldu mu diyeceğiz?

Cizre’yi hallettik!
Vatan kurtuldu bölünmekten.

Peki ya Gezi’de çocuk yaşta solan hayatlar?

Hani, ekmek almaya giderken kafasından vurduğumuz o kara kaşlı, zeytin gözlü çocuk?

Sahi onun katillerini nasıl bulacağız?

Ailesini ve sevenlerinin daha ne kadar oyalayacağız?

Polisimiz destan yazarken gözleri oyulan onca çocuğun acısını vicdanımızın neresine koyacağız?

Eskişehir de Ali İsmail Korkmaz, Ankara da Ethem Sarısülük, Ümraniye’de Mehmet Ayvalıtaş’ın ailesini ne zaman huzura kavuşturacağız? Lice’de Medeni Yıldırım, Okmeydanı’nda Burak Can Karamanoğlu, Hatay da Abdullah Cömert ile Ahmet Atakan’ın katillerini adalete hangi kolluk kuvveti teslim edecek?

Cizre’yi hallettik!
Bölünmez bütün olduk yeniden.

Onlarca, belki yüzlerce çocuğu, genci, kadını, yaşlıyı öldürdük!

Daha önceki gündü; konuşurken duydum, “iki oğlumu terörist diye öldürdünüz, on terörist daha doğuracağım” diyen kadının henüz ana rahmine düşmemiş çocuklarını nasıl öldüreceğiz?

Nedense hep yoksula, emekçiye, garibana layık gördük şehitlik makamını; bakanın, vekilin, bürokratın çocuğuna ise parayla askerlikten muaf olmayı.  

Oysaki Haziran’dan beri 280 asker ya da polisi canlı göndermiştik, şimdi ölü olarak döndüler evlerine! Bayraklarla süsledik tabutlarını, törenler yaptık, okşadık gururlarını.

Cizre’yi vatan yapsınlar diye öğütler vermiştik hâlbuki, Ordu’dan, Zonguldak’tan, Manisa’dan gidenlere.

Şimdi, kendi memleketlerinde sıvasız, badanasız evler mi vatan olacak şehit olarak geri dönenlere?

Cizre’yi kurtardık!
Bir anda rahatladık.

Peki ya Soma’yı?

Soma’yı da kurtardık mı?

Soma’da diri diri yerin altına gömdüğümüz 301 maden işçisinin ailelerini de huzura kavuşturduk mu?

Kimine Cizre’de, kimine Soma’da şehit payesi vermiştik.

Kimi babaların rızkına ayakkabı kutusu dolusu dolarlar düşmüştü, Ermenek’te ölen madencinin babasının payınaysa, pare pare olmuş ayakkabılar!

Şimdi, kaç tabur asker göndersek düzeltecek hayatlarını, yerin yedi kat derininde yaşıyormuş gibi yapan Somalı madencilerin?

Ocakların kölelik koşullarını anlatmıştı Eynez’de baca ustası Nihat Çelik. Anlatmış ve işinden olmuştu. Şimdi onun “keşke ben de ölseydim” diyen çığlığını kim duyacak? Hangi mahkemenin kararı işini geri verecek Nihat Usta’ya?

Cizre’de kullandığımız drone kameralar, İHA’lar, en modern silahlar çare olacak mı Somalı işçinin kaderine?

Bir güzel fethettik işte Cizre’yi!
Huzura kavuştuk hep birlikte.

Peki ya kupon araziler?

Şehrizar Konakları, Urla Villaları, telefonla rüşvet pazarlıkları?

Ya vakıflar, cemaatler, külliyeler ve saraylar?

Ya çikolata kutuları ve saatler; İsviçre’den gelip bir bakanın kolunda ışıldayan Patek Philippe 5101G marka saat?

Peki ya gemi filoları, emirle hizaya gelen yargı, arsızın önüne yatan bakan?

Talimatla yok edilen SİT alanları, Süleymaniye’nin siluetini çizen talan!

Ya Allah’ın adıyla başlayan rüşvet pazarlıkları?

Ayakkabı kutusu dolarlarla imar edilen imam hatipler?

Bilim insanlarının kanıyla duş alma heveslisi, vatansever mafya liderleri?

Hani şu ayyuka çıkan dedikodular, söylentiler, tapeler?

Ne idüğü belirsiz fısıldamalar, sıfırlamalar?

Bunca dayanılmaz koku, bunca irin, bunca iltihap?

Ya boğazımıza kadar saplandığımız bu çamur?

Çok şükür, çok şükür hallettik Cizre’yi.


Peki ya bütün bunlar, bütün bu cerahat?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yusuf.nazim1@gmail.com