Kobanê - Suruç sınırı, 20 Eylül 2014 |
Cumhuriyet
2 Ekim 2014
Bir fotoğraf… Belki bilirsiniz; bu sefer çok uzaklardan değil. Hemen yanı başımızdan... Adı peygamberler şehri Urfa’mızdan,
Suruç’tan. Hani o, pasaporta ısınmamış olan yanımızdan; adı eşkıyaya, kaçakçıya
çıkmış diyarımızdan...
Anların bellekleridir fotoğraflar. Bir kez basılmışsa
deklanşöre, açılmışsa eğer sol memenin altındaki cevahirin gözü, sözünü
esirgemezler. Yalnızca bir kareden ibaret kalır gerçek. Bazense, her pikseli
ayrı bir fotoğraf olur; ses olur, söz olur, tarihin belleğine çizilir, kalın
bir iz olur.
Bu fotoğrafa iyi bakın!
İnsanlığımızı parça parça bölen sizce nedir? Dikenli tel
örgüler, beton duvarlar, içi su dolu kuyular mı yoksa? Şurada, onları ayıran
şeyi siz yoksa dikenli tel mi sandınız? Bir dikenli tel var ortalıkta, doğru! Bir
değil, üstelik çok dikenli tel var; kimi döne dolana yüreğimize sarılmış, kiminin
eğri büğrü dikenleri, yırtıcı ve uzun, etlerimize batmış. Havada vicdanları
kanırtan bir sessizlik… Toprakta çöl sıcağı, ruhlarda acı, bedenlerde yangın;
arbede ve mahşer, canlı bir cehennem!
Seslerin, renklerin, acıların yurdu bir fotoğraf. Orada flu
bir kalabalık var, canlı. Toza toprağa bulanmışlar; ceketli, fularlı, türbanlı.
Korkulu, telaşlı gözüküyor suretleri, çoğu kadın ve çocuk, bir kısmı da yaşlı…
Geride bir minare şerefesi, nasılsa yeşil kalmış birkaç ağaç ve Kobanê kentinin
silueti…
Havada asılı duran bu ölüm kokulu sessizlik neyin nesi?
Hissettiniz mi yaralı bakışlarını çocukların? Fark ettiniz mi, yer yer eğilmiş
telleri, bükülmüş, dolanmış birbirine, eğreti… Sıcak bedenlerini, dikenli
tellere vurmuş insanların izleri var orada, kanlı... Dikkatlice bakın;
yırtılmış bir gömlek kolu, bir tişört yahut bir entari, bir bez parçası asılı
kalmış geçenlerden, hala canlı…
Bu fotoğrafa iyi bakın!
Gölgede kırk derece sıcak, güneşte kaç cehennem ateşi yapar?
Aç mıdır? Açlık umurunda mıdır? Onu tutuşturan yangının farkında mıdır? Belki susamıştır,
içecek bir tas su bulamamıştır… Tanrıların ona reva gördüğü bu zulmün ayırtında
mıdır?
Sahnede bir figüran değil bu, orta yerde gördüğünüz! Ne de soyut
bir resimden fırlamış obje! Bakın, ayakları çıplak! Üstelik düştü, düşecek;
güçlükle duruyor pedalları üzerinde bir tekerlekli sandalyenin. Ellerini yummuş
mudur? Yumuşak derisinin yüzü çizgilerle dolu, yaşlı bir kadın mıdır? Terk
edilmiş bir hasta, bir sakat, ya da terden sırılsıklam olmuş bir hayat; analı,
babalı, kardeşli bir insan mıdır? Dört büklüm olmuş, eğilmiş bir yanına,
çocuklu, torunlu bir can mıdır? Geride kalmış bir soranı, arayanı, merak edeni var
mıdır?
Biraz ileride, ölüm naraları işitiliyor orta çağ cellâtlarının. Ezan seslerine karışıyor fetvaları. Bir utanç abidesi gibi duruyor önümde, sessiz bir çığlık gibi kanıyor gözlerimde fotoğraf. Medeniyet fışkırıyor ortasından, anlı-şanlı Batı medeniyeti; çağdaşlık, gelişme, insan hakları… İçinde can çekişen insanlığın soluk yüzü… Ah, kalbimin yalnız kalmış kuşları! Ah, dünyanın yalnızları! Ortadoğu’da bir vahşet makinesini fonluyor dünyanın büyük tüccarları. Kobanê diz çökmüyor ama! Kobanê ayakta. Öfke yoğuruyor gençlerin bakışları. Kadınlar, yüreklerini taşıyorlar avuç avuç cepheye…
Rüzgârlar ölçüyorsunuz siz, yağmurlar, fırtınalar,
depremler. Barbarlığın şiddetini ölçecek endeksiniz üretilmedi mi daha? Görüyorum,
durmadan alçalıp yükseliyor borsalarınızın trendi. Oysaki her gün, kurlara
endeksleniyor yedi kıtada açlığımız bizim. Boşuna yorulmayın. Demeçleriniz, kar
etmez bu fotoğrafı anlamaya. Sözler, korkuya batmış çocuk yüzlerinin yerine
geçmez! Bakın, orada öylece duruyor hala vicdanları kanatan o sessizlik. Senetleriniz
aklamaya yeter mi sanıyorsunuz bu fotoğrafı? Söyleyin, hangi kutsal kitabın
ayetlerinde yazılıdır bu zulüm? Kaç varil petrole bedeldir tellerde lime lime sallanan
insan ve hayvan etleri? Dualarınız dindirebilir mi bu fotoğrafın renklerine gömülmüş
acıyı? Hangi insanlığın sinesinde saklıdır, ağızlarınızda bıçakların açmadığı bu
sükûn?
Bu fotoğrafa iyi bakın!
Dört yanı puşt zulası bir resim. Üzerine üzerine geliyor
medeniyet. Taa Amerika’dan, İngiltere’den, Fransa’dan geliyor akın akın…
Özgürlük ve demokrasi taşıyor dünyanın bütün kırlarına; Afganistan’a, Irak’a
Suriye’ye, Libya’ya.
Aynı fotoğraf karesinin heceleri bunlar; ölüm ve katliam
haberleri taşıyor manşetlerden. Kol kola giriyor kırk devletli koalisyon
kuvvetleri, gösteri oyunları yapıyorlar biteviye. Bakın, büyük devlet
adamlarının nutuklarını yayınlamakla meşgul televizyon kanalları. Nicedir üç
vardiya çalışır olmuş silah fabrikaları. Antenler, dünyanın geri kalanına
demokrasi kusmaya devam ediyorlar hala. Hemen yanı başımızda, ölüm ayetleri yayınlanıyor,
kılıçları kana batıyor her an barbarların.
Dokunuyorum fotoğrafa, ayaklar altında büyük insanlık, paramparça…
Uygarlık akıyor her yanından, kan revan içinde bir uygarlık! Irak’a özgürlük
geliyor hemen! Kadın pazarları kuruluyor Rakka’da, Musul’da, başka diyarlarda. Bedenleri
haraç mezat satılıyor kadınların. Genç kızlar ve çocuklarsa revaçta!
Eyy, yeryüzüne bunca acıyı reva gören tanrılar! Çağdaşlığınız
olmaz olsun sizin! Olmaz olsun atomu parçalarına ayıran biliminiz; uydularınız,
uçak gemileriniz, füzeleriniz! Bir avuç dolar uğruna, bu cennet yeryüzünü kanla
boyadığınız fetihleriniz. Olmaz olsun o yere göğe sığmayan kibriniz, orta çağdan
kalma saltanatınız; sayılardan, yüzdelerden beslenen muktedirliğiniz…
Renkli piksellerinden ağır ağır, incecikten sızıyor acı. Biliyorum,
hükmü yok yazdıklarımın. Dilimde daha çok kanamalı duruyor şimdi heceler. Sözler
yetersiz, kelimeler kifayetsiz kalıyor. Orada, toprağı, dikenleri, havayı
kanırtan sessizliğin ortasında, o tekerlekli sandalye… Kızıyorum kendime! Ne
yazsam, ne söylesem az. Zalimlik cümlelere dar geliyor. Oysaki çok daha
fazlasını hak ediyor bu resim…
Bu fotoğrafa iyi bakın.
Öyle çekinmeyin, yaklaşın… Gözlerinizi üzerine dikin, uzun
uzun bakın! Belki tanırsınız. Tanrıların yeryüzüne armağan ettiği bu zulümden
utanırsınız. Ne bir söz cambazının söyledikleri, ne bir kelime ustasının
marifetleri anlatabilir bu resmi… Fotoğrafın içine girin, o tekerlekli
sandalyeye oturun!
Kalemine eline sağlık Yusuf Nazım
YanıtlaSilTeşekkürler Adsız arkadaşım. Senin de yüreğine sağlık.
Silhocam herzaman olduğu gibi yüreğine,kalemine beynine sağlık..
YanıtlaSilDuygularınla var ol Adsız dostum.
SilBugün de şansımız Adsız okurlardan açılmış, ne yapalım :)
Sevgi ve dostlukla
Yusuf abi iyi ki varsın
YanıtlaSilSevgili Aydın Işık,
SilGüzel insanlar, ancak birlikte var olduklarında anlamlı olur.
Sevgiler
yüreğine kalemine sağlık çok güzel anlatmışsınız
YanıtlaSilteşekkürler...
Sil