Yusuf Nazım
Evrensel /2 Eylül
2014
İkinci Dünya Savaşı, Almanya’da Nazilerin %48 oyla iktidara
gelmesinden sonra 1 Eylül 1939 günü Polonya'yı işgaliyle başlamıştır. Dünyanın
yaşadığı bu ikinci büyük savaş, ardında 53 milyonu ölü 100 milyonlarca yaralı
ve sakat bırakarak 1945 yılında Sovyet Orduları’nın Berlin’e girmesiyle sona
ermiştir.
Polonya işgaliyle birlikte Almanya, 1939 yılından 1941'in
başına kadar Avrupa topraklarının çoğunu ele geçirir. 1941 Haziran'ında Nazi
Almanya’sının liderliğindeki Avrupalı Mihver Devletler, esas hedeflerindeki Sovyetler
Birliği'ni işgal etmeye başlarlar.
Sovyet topraklarında, tarihteki en büyük kara savaşı cephesi
böylece açılmış olur. Almanya ve diğer
faşist müttefikleri askeri gücünün önemli bir bölümü bu savaş için ayırır. Ekim
Devrimi’nden sonra bütün kaynaklarını sosyalizmin inşasına ayıran Sovyetler
Birliğinin, Moskova önlerine kadar gelen Nazi orduların yol açtığı işgal
sebebiyle sanayi alt yapısının önemli kısmı yıkıma uğrar. Leningrad savaşında, dünya
tarihinin en büyük kuşatması yaşanır. 872 gün süren bu kuşatmada şehir
cesetlerle dolar, taşar. Tam 1.5 milyon Sovyet insanı sadece Leningrad
savunması sırasında ölür, bundan daha fazlası yaralanır, sakat kalır. Dünyanın
büyük güçlerinin yarattığı bu yeniden paylaşım savaşında, tüm dünyada
kaybedilen 53 milyon insanın 20 milyonu Sovyetler Birliği topraklarında ölür.
Alman ordularının Stalingrad cephesinde yenilmesiyle savaşın
kaderi değişir. Bundan sonra Kızıl Ordunun karşı taarruzu başlar. Sovyetler
Birliği ve Polonya orduları Berlin’i ele geçirir. Almanya'nın 8 Mayıs 1945'te
koşulsuz teslimiyetiyle birlikte Avrupa’da savaş sona erer.
Pasifikte, Çin ile Japonya arasında başlamış olan savaş ise,
ağırlıklı olarak Japon orduları ile Amerika Birleşik Devletleri arasında devam
etmektedir. ABD’nin Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine attığı ve 154.000
sivil insanın topluca ölümüne yol açan atom bombaları sonucunda bu savaşın da
sonu gözükür. 15 Ağustos 1945 tarihinde Japonya’nın teslim olmasıyla
Pasifikteki savaş da böylece sona erer.
İşte, 2. Dünya Savaşının büyük yıkımlarından sonra "bir
daha asla" diyerek güçlü bir barış vurgusu yapılmak istenir. Bunun için
sosyalist ülkeler öncülüğünde “Dünya Barış Konseyi” kurulur. Bu konsey, savaşın
insanlık üzerinde yarattığı acıların bir
daha yaşanmaması amacıyla 2. Dünya Savaşının başlangıç günü olan 1 Eylül’ün Dünya
Barış Günün olarak kutlanmasına karar verir.
Uzun yıllar 1 Eylül’ün Dünya Barış Günü olarak kutlanmasına
karşılık Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1981’deki 57. birleşiminde, “Genel
Kurul’un açılış günü olan her Eylül’ün üçüncü salı gününü” “Uluslararası Barış
Günü” ilan eder. Yıllar sonra da Genel Kurul'un 7 Eylül 2001 tarih ve
A/RES/55/282 sayılı kararı ile 21 Eylül'ün Barış Günü olarak kabul edilir.
Kabul edilmeye edilir ama BM nin barış günü hiçbir zaman cılız, seremonik
törenlerin dışına çıkmaz. Dünya Barış Konseyi öncülüğünde yapılan çok güçlü
barış günü kutlamalarına karşın, savaşların acımasızca yaşandığı koşullarda
Birleşmiş Milletler törenleri, barışı küçük ve sosyetik salonlara hapsetmekten
öte gitmez.
Buna karşılık, barışa ihtiyacı olan ülkeler Dünya Barış
Gününü, güçlü bir şekilde alanlarda kutlamaya devam ederler. Uzun yıllardan
beri Türkiye’de ve Kıbrıs’ta da her yıl 1 Eylül, Dünya Barış Günü kitlesel
olarak kutlanmaktadır.
/*
Öyle görünüyor ki dünyada, baskı, sömürü, adaletsizlik, eşitsizlik
olduğu sürece savaşlar da sür git devam edecektir. Nitekim İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra yaşanan bölgesel savaşlarda milyonlarca insan hayatını
kaybetmiş, yaralanmış veya sakat kalmıştır.
Diğerleri bi yana, hemen yanı başımızda, ABD’nin Irak’a müdahalesi ile
yaşanan savaş, bu ülkeyi baştan aşağı büyük bir yıkıma uğratmıştır. Bu saldırı
ve sonrasında ortaya çıkan iç savaşlarda, Opinion Research Business’in Ağustos
2007 tarihli rakamlarına göre 1.033.000 insan ölmüştür.
ABD ve bağlaşıklı saldırgan güçlerin sonraki müdahaleleriyle
Afganistan, Libya ve Suriye’ye de sıçrayan savaşlar aynı şekilde büyük
yıkımlara yol açmaya devam etmektedir.
Bugün, kendilerini uygar olarak niteleyen ABD ve kimi Avrupa
devletlerinin Ortadoğu ve Afrika’da yol açmış olduğu savaşlar, bu savaşların
yarattığı kaotik ortam bölgeyi tam bir cehenneme çevirmiş, burada yaşayan halkları
ise bu ateşle baş başa bırakmıştır.
Halen, sıcağı sıcağına yaşamakta olduğumuz Şengal’deki büyük
Ezîdî katliamı, yaşanan büyük göç ve tüm dünyanın gözü önünde Filistin halkına
karşı Gazze’de yürütülen savaş, tam da bu sürecin devamıdır.
Yaşanılanlar bir kez daha göstermektedir ki, dünyadaki halklar
barışa ve özgürlüğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktadır.
Savaşsız, baskısız, sömürüsüz bir dünya dileğimle…
Barış üstünüze olsun!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com