Yusuf Nazım
Evrensel/14 Aralık 2012
Bir kent, içinde yaşanacaksa
eğer..
Mevsim
sonbahar. Bir kitap fuarı daha geçti İstanbul’dan. 31. kez merhaba dedi
kitaplar İstanbul’a, 31.kez hoş geldin dedi İstanbul kitaplara.
17-25
Kasım tarihleri arasında kitaplar gibi açtı İstanbul. Asya’dan Avrupa’ya, kitaba
doymak için koştu İstanbul. Mola vermeden çalıştı rotatifler. İşçilerin, yorgun
ama sabırlı ellerinde hiç durmayacakmış gibi döndü merdaneler. Topkapı ve Merter
soluk soluğa kaldı. Beylikdüzü TÜYAP’ta matbaa ve mürekkep kokusuyla buluştu
kalabalıklar.
620
yayınevi
ve sivil toplum örgütü, 40
ülke, 25 yabancı
yazar.. Dokuz günde 250
kültür etkinliği ile sona erdi İstanbul Kitap Fuarı..
/*
Bu kentin
cahilleriyiz biz!
“Japonların %14 ü sürekli kitap
okuyor; ABD’nin %12 si , Almanya’nın %11 i, İngiltere’nin %11 i… Türkiye’nin
ise %0.01 i kitap okumakta…”
Cehalet
bulaşıyor üstümüze! Uzun sivri kargılarıyla, cüretle göğe saplanıyor yeni
yapılar. Her gün biraz daha çiziliyor silueti İstanbul’un. Elimizde, pare pare
olmuş eski bir kent kalıntısı. İnsanlar akıyor sokaklarından; Şişli’den, Aksaray’dan,
Gazi Mahallesi’nden, Esenyurt’tan; İstanbul’un bütün semtlerinden; otobüsler,
binek otomobiller, metrobüsler akıyor… Serin bir rüzgar akıyor Gürpınar’ın sırtlarından…
Hava, her
fuar dönemindeki gibi tatlı sert. Sonbaharın, kışa açılmaya hazır kapısı; ekşi
serin yüzü karşılıyor gelenleri. TÜYAP fuar alanının yazar ve yayınevlerine
ayrılmış büyükçe otoparkı, etrafı çevrili, kapatılmış! Soğuk beton duvarlarıyla,
bir ucube daha yükseliyor oracıkta, bir gökdelen daha çiziyor gökyüzünü
İstanbul’un.
Yayınevleriyle
söyleşiler yapıyorum. Orta büyüklükte bir standın kira bedeli, 8.000 TL, stant
tasarım ve montaj bedeli 3.000-4.000 TL, toplam 12.000-13.000 TL’ye varan bir
maliyet!.. Genellikle, kitap satışlarının ucu ucuna maliyeti karşıladığı bir
sonuçla çıkılıyor fuardan. Yayınevi için kazanç hanesine yazılacak sadece
“tanıtım” kalıyor geriye...
Biraz da insan kokmalı sokaklar…
Fuarda
dolaşıyorum; kimi bakıp, uzaktan seyreyleyerek, kimi bir eliyle bebek arabasını
iteleyerek sokuluyor kitaplara; kimi yaşlı, orta yaşlı, çoğu genç; kimi çocuk, öğrenci
ya da delikanlı, kimi aşık... Koridorları cıvıl cıvıl kalabalık. Stantlar rengarenk,
dolu
bakınca gözleri kamaşıyor insanın; popüler edebiyat eserleri, aşk romanları,
emek öyküleri; şiir, inceleme ve araştırma kitapları; gezi ve seyahat
rehberleri, felsefe ve estetik, sanat ve kültür; edebiyatın ustaları, yeni
çıkanlar, çok satanlar, İstanbul’un semt semt hikayeleri; renk renk, boy boy
çocuk kitapları, masallar…
Doğru ya,
biraz da insan kokmalı ama kitaplar! Biraz insana dokunmalı, insana sokulmalı
kitaplar. Dokununca kitap kokmalı insanların, elleri, parmakları…
“Toplam nüfusu 7 milyon olan
Azerbaycan'da her kitabın ortalama tirajı 100.000… Türkiye'de ise kitaplar
ancak 2-3 bin civarında basılıyor…”
“Bütün
stantlar ücretsiz olmalı!” Evet, böyle diyorum, söyleştiğim yayınevi sahibine.
Gülümseyerek bakıyor bana. Gözlerimde gülümseyen bir ışık, kalbimde gizli bir
hınzırlık; “belki de yerel yönetimler
karşılamalı stant bedellerini” diye karşılık veriyorum ona.. Hızımı
alamıyor; “aslında bütün kitaplar
bedelsiz olmalı!” diyorum…
Bilgi’den bahsediyoruz, kültür
ve aydınlanma’dan… Üç satır bilgi sence kaç para eder? Biraz kültür verir misiniz lütfen? Şu kadar aydınlanma neye bedel? Çağımız bilgi çağı!, biraz aydınlanabildik mi
dersiniz?
Parayla
alınıp satılan metaya dönüşmüş bilgi.
Nasıl da sahtekârlık kokusu alıyor burnum! Ne hava bedava, ne su bedava, ne
ekmek bedava der gibi; ne şiir okumak bedava, ne öykü kitapları okumak, ne
roman okumak bedava… Alışmışız, her satırı parayla yaşanıyor hayatların.
“61 Milyonluk İngiltere’de The Sun
gazetesinin tirajı 2,4 milyon! 73 Milyonluk ülkemizde ise basılan gazetelerin
toplam sayısı 4,6 Milyon.. Japonya’daki tek bir gazetenin satış rakamı ise 14
Milyon…”
Daha çok insan kokmalı kitaplar…
TÜYAP’ta,
benim de Kızak adlı öykü kitabımın
imza günü vardı. İlkine göre, ikinci etkinlik daha yoğun, daha kalabalıktı.
Kitap dostları çoktu, süre bitti, kalabalık devam etti, stanttan ayrılamadım. Kitapseverlerle
buluşmak güzeldi. Okurlarla bir arada olmak, kitaplar üzerine söyleşmek;
sanattan, kültürden, edebiyattan konuşmak…
Kimi
eşiyle gelmişti, kimi arkadaşı, kimi sevgilisiyle... Çocukların, minicik
parmakları dokundu sayfalarına kitapların. Stantların üzerinde, öğrenmeye aç
gözleri dolaştı işçilerin, emekçi elleriyle devşirdiler sayfaları.. Sırt
çantalı üniversite öğrencileri, tutkuyla okşadılar kapaklarını, satın
alamadıkları kalın ciltli kitapların. Genç sevgililer, armağan etmek için bir
birlerine, aşka ve sevdaya dair sözler aradılar kitapların arka kapak
sayfalarında…
Kararsız,
küskün bir çocuk gibiydi güneş. Bir saklandı, bir göründü ardında bulutların. İki
hafta çabuk geçti. Kitaba doyamadı Beylikdüzü’nde İstanbul; romana, öyküye,
şiire ve edebiyata… Kitap ve mürekkep kokusunda doyamadı İstanbul’un bilgiye aç
insanları...
“Yılda ortalama bir Japon 25 kitap okuyor; bir İsviçreli 10, bir
Fransız 7 kitap… Türkiye’de ise 6 kişiye yalnızca 1 kitap düşüyor!”
Yani,
benim ülkem böylesine okumaktan yoksun, benim ülkemin işte böylesine öğrenmeye aç,
benim ülkem daha çok romana, daha çok şiire, daha çok öyküye muhtaç!
Umut, her
daim yoksulun ekmeği; yalnızca yoksulun değil, yoksunun ekmeği; umut toprak kadar,
su kadar, hava kadar vazgeçilmez. Ve umut hala cesaretin koynunda, sabırla ve
inatla büyüyor; hırçın bir çocuk yüzü gibi heyecanlı.
/*
Sonbahar,
en son demlerini de bırakarak şehrin üzerinden giderek daha bir soluklaşıyor.
Bir deniz açıyor içimde, bir martı uzaklaşıyor, bir tüy düşüyor kanadından. Bir
şimşek yalıyor yüreğimi, heceleri hayat kokan katar katar sözcükler geçiyor
aklımın kıyısından;
|
foto : Murat Özgencigör |
Bir kent içinde yaşanacaksa eğer,
biraz da insan kokmalı sokakları!
İnsan
kokmazsa sokakları, o kente nasıl dayanılır!.. Satılıyor da olsa bilginin her
satırı haraç mezat, yine de bilgiyi piyasaya düşürene inat; şimdi güzel şeyler
düşünmek zamanıdır. Köpüklü dalgaların koynunda, belki de bir Şirket-i Hayriye vapurunda,
dudaklarında o mahur besteyle, biraz uzaklaşmak zamanıdır. Altında cam göbeği
yeşil suları Boğazın, üstünde atlas bir halıya benzeyen gökyüzü ve kanatları dalga
dalga martıları düşünmek zamandır; Yeniköy’den vira diyen balıkçı teknelerini,
eski Cibali’yi, Galata’yı, Kız Kulesi’ni; Sarayburnu’ndan Karaköy’e çakılır
gibi uçan martıların gözüyle seyretmek zamanıdır.
Düşünsek,
saklımızda, hayal ötesi kim bilir daha neler vardır; Emirgan’da mola vermek,
Pierloti’de kahve içmek, usumuzda aykırı düşler, bilgiyi pazardan kurtarmak hayali.
İşte şimdi, güzel kitaplar okumanın tam zamanıdır…
Yusuf
Nazım
http://www.evrensel.net/news.php?id=43664