4 Ağustos 2012 Cumartesi

Bir kentin dokunuşları


Çetin Çakmakçı
Yusuf Nazım
Evrensel Kültür Dergisi /Ağustos 2012

Bu kent bana dokunuyor…

Bu kente dair ağrılarım, eskilerde kaldı.
Cibali Tütün Fabrikasını sattılar. İstanbul’un aç gözlü patronları, onu haraç mezat üç kuruşa kapattılar! Cibali fabrikasında genç kızlar tütün sarmıyorlar artık… Tütün sömürüsünün iktisadını yazıyorlar. Onlar, ne Cibali’nin tütün işçileri kadar cüretkâr, ne de kadın işçilerin ipeksi dokunuşları kadar heveskâr. Zengin baba parasıyla okuyor, zengin baba parasıyla eski Cibali Tütün Fabrikası’nın koridorlarını süslüyorlar. Haliç’in serin rüzgârları, tütün fabrikası yerine, fabrikadan bozma bir üniversitenin duvarlarını dövüyorlar artık.

Bu kent bana dokunuyor…

Sabahları, aynı taş kaldırımları paylaşarak güle oynaya çocuklar koşuyorlar; zengini yoksulu, memuru esnafı, işçisi çiftçisi… Hepsi aynı okula gitmiyorlar! Bu kentin beş yıldızlı otelleri gibi okulları var artık. Çocuklar, aynı sokaklarda sek sek oynamıyor, aynı beyaz yakalı, mavi okul gömleklerini giymiyorlar; aynı çıngıraklı zil sesleriyle teneffüse çıkmıyorlar artık.

Bu kent bana dokunuyor…

Bu kentin varoşlarından, eski yüzlü sokaklara tiner kokuları yayılıyor. Bu kentin günahları büyük!

Erkenden, ağrıyla uyanıyor bir yanım. Bir yanım kuşatılmış, sanki hiç bir çıkış yok!
Oysaki nasıl da kucaklamış kenti, nasıl da cömertçe harcıyor ışıklarını güneş! Yol kenarına sıra sıra dizilmiş ağaçlar durumlarından memnun. Yapraklar, günün ilk saatlerinin serinliğiyle haşır neşir. Kaldırımlar, sabah mahmurluğuyla kendilerini sokağa salmış yayalara yol veriyor. Kim bilir, her biri ne öyküler taşıyor hayatlarında...

Bu kent bana dokunuyor artık…

Hangi sokağına girsem, hangi kaldırımı adımlasam, fütursuzca işlenmiş suçların izi var orada. Herkes, bir cinayet zanlısı gibi koşturuyor dört bir yana. Hangi karanlık balkona baksam, orada sanki bir hayalet saklı, sanki hepsi gizli bir tanık.
Rumeli Feneri’nde ıslak, ağır bir sessizlik kol geziyor. Garipçe Köyü sakinleri, ranta ve yağmaya açılacak bir yolu daha beklemede. Beyaz, hırçın köpüklü dalgalar dövüyor Garipçe’nin fiyortlarını. Üç adam bakıyor tepelerinden; üç zamane kaçkını, üç eşkıya, üç cüretkâr… Dördüncüsü eksik! Her birinin düşleri yarım, yüreklerinin yarısı başka bir semtte kalmış. Zamana not düşsün diye birlikte poz veriyorlar…

Bu kent bana dokunuyor artık…

Tuzla’da, ölüm gemileri üretiyor tersaneler… Cenaze haberleri manşetlerden taşıyor. Ajanslar ise sıraya girmiş, beklemede! Niye bilinmez, ölüm üretsin diye midir fabrikalar! Haber değeri var mıdır kazayla gelen ölümlerin? Kaç paraya satılır bir kaza haberi? Naklen yayını olur mu hiç vakitsiz ölümlerin?

Dedim ya, bu kent bana dokunuyor…

En fazla altı ay dayanıyor silikozisli ciğerleri işçilerin. Kumlama yapıyorlar Lee Kooper, Mavi Jeans ve Gabana bedenlere. Son moda, taşlanmış kotlarını yetiştirmek istiyorlar sezona. Kuvars içiyor ciğerleri, henüz bıyıkları terlememiş çocukların. Çare peşinde, hastane hastane dolaşıyor işçiler. Eyyy, durmaksızın gelip geçen zaman! Sen nelerin tanığısın söyle! Söyle, hangi devirden kalmadır böyle insafsız bir ölüm! Hangi tanrının eseridir bu zulüm…

Bu kent bana dokunuyor artık…

Şehrin geçmişini çaldılar. Bu şehrin anıları yok artık! Adım atsan bir talan çukuruna düşüyor ayakların, nereye gitsen arkanda geliyor suçlar, ne yana baksan beton fışkırıyor gökyüzüne, beton! Rengini kaybetti mevsimler, saksıda yetişir oldu kiraz ağacı, nar ağacı… Süleymaniyeyi’de bir kalemde çizdiler… Sırrını kaybetti altın boynuz, yedi tepeli şehrin üstüyse delik deşik. Sana bu günahları bahşeden kim, ey şehir! Sana reva görülen bu zulmün adı ne!

Gitmeliyim uzaklara… Çok uzaklara… Bu kentten uzaklara…

İçinde yaşadığım bu şehir, ona büyük bir aşkla bağlı olduğum bu kenar mahalle, bu tepelerinde gelincik tarlaları dolu durgun göl, bana dokunuyor… Bu sokaklarında nice anılar eskittiğim, şu köşe bucak taş kaldırımlar, şu ara sıra gizli buluşmalar yaptığım köşedeki küçük kafe… Sıra sıra dizilmiş çınar ağaçları, tepede boy boy serviler, kentin eteklerinden öbek öbek püsküren ayçiçeği tarlaları… Bana dokunuyor artık...

Bu kent bana dokunuyor…

Gece, loş bir alaca karanlığa daha gömüyor yüzünü, serin. Bahçemdeki salkım söğüt, solgun solgun süzülüyor. Bakınca, neden maziye saklanmış hep o eski anılar geliyor aklıma? Radyoda İzmir’in Kavakları çalıyor. İncecikten bir dans havası esiyor içimde. Belli belirsiz bir hüzne karışıyor. Zeybeklerin, ağırdan yere diz vuruşları, Kamalı’nın hikayesi canlanıyor gözlerimin önünde. Birden, eski bir hayali özlüyorum... Artık ne kadar da gerilerde kalmış, o eski anı bir daha yaşamak istiyorum. Zeybeklerin, yere diz vururken çıkardıkları nefes seslerini, eski bir zamanın sofrasında yeniden dinlemek istiyorum. Belki de, içimdeki o belli belirsiz hüznü, hala içimde saklı eski bir anın varlığıyla dağıtmak istiyorum.

Bu kent bana dokunuyor artık…

Pencerem hala açık. Odam, gecenin henüz maviye çalmamış karanlığıyla dolu. Hafif bir rüzgâr çıkıyor, serin bir yel sarıyor bedenimi. Antik bir tiyatroyu andırıyor yüreğim; bütün yolları stoalarla kaplı, devasa kapıları açık. Tam ortasında, hiç sönmeyecek bir yaşama sevinci… Tutkuyla büyüyor, gözlerimde zaman. Mavisi kaybolmuş, beyaz tül aydınlığına bürünmüş sanki. İsterse, dönüp arkasını gidecek, isterse kalıp bu esrarengiz yolculuğa devam edecek…

Kendine tanık olmasın diye susuyor zaman. Yenik bir şehir gibi çaresiz gözlerim.
Bir yolculuğa daha yazdırmak istiyorum adımı. Henüz çıkılmamış bir yolculuk daha bekliyor beni. Yeni bir yolculuğu daha özlüyor kalbim.

Şehrin sokaklarında sarhoş anıların izi, içimde bahar tazesi bir aydınlık, yüreğimde bir gül mevsimi.


Bir kentin inceden inceye dokunuşlarını duyuyorum…

Yusuf Nazım
Twitter : @yusufnazim

2 yorum:

  1. Ellerine ve yüregine saglik Yusuf agabey...Tüm yazilarini zevkle okuyorum.Cok sevdigim Istanbul´u ne de güzel anlatmissin...Sag ol var ol.Ben zaten yazmayi senden ögrendim desem yalan olmaz inan buna...saygilarimla...

    YanıtlaSil
  2. O güzel duyguların için teşekkürler. Evet, sevdiğimiz şehirdir İstanbul; şimdilerde biraz uzak, biraz bize yabancı, biraz yalnız olsa da;

    O şehr-i istanbul'ki
    bir zamanlar bizimdi
    O şehr-i istanbul'ki
    en çok bizim şehrimizdi
    O şehr-i istanbul'ki
    ellerinden pankartlar
    mavi tulumlarında
    işçi kadınarıyla
    sevgilimizdi

    Sevgi ve dostlukla

    YanıtlaSil

yusuf.nazim1@gmail.com