22 Eylül 2025 Pazartesi

Tanrı’nın unuttuğu çocuklar

Yusuf Nazım
T24 | 22 Eylül 2025 


Göçüyorlar!

Distopik bir dünyanın kötücül sahnesinden fırlamış gibiler. Toz ve duman bulutunun sardığı uğultular arasında, mahşeri bir kalabalık halindeler. Kimi yaşlı, sakat; kimi çocuk, yeni doğmuş bebek; avurtları çökmüş, gözleri kara çukur; çoğu sıska, cılız, iki kemik üzerinde yuvarlak karın taşıyarak; kimi koltuk değneklerine abanmış koşar adım, kimi yalınayak, topal, aksayarak yürüyorlar.

Beyaz Adamın, seksen yıldır topraklarına zerk ettiği bitmek bilmez nefretinden, haber ajanslarının kiriyle örtülü hile ve yalanlarından, ikiyüzlü şeytani kurnazlığından kaçıyorlar. Kırık dökük araçları, yalpa yalpa bisikletleri, tekerlekli sandalyeleri, ağır aksak eğreti gölgeleri... İçlerinde yaşlıları, çocukları, sakatları; el arabalarıyla kaçıyorlar.

Öylesine sahipsiz, öylesine yalnız, öylesine çaresizler ki. Ultra modern bir çağın en ötekileri onlar. Medeni dünyanın topraklarına ektiği kan ve barut kokusundan, hedef şaşırmayan füzelerinden, kentleri yerle yeksan eden akıllı bombalarından kaçıyorlar. Olmazsa olmaz demokrasilerinden, kitaplara sığmayan şaşaalı özgürlüklerinden, insan hakları sözleşmelerinden, ikili ve çoklu anlaşmalarından, kılı kırk yaran uluslararası hukukundan kaçıyorlar...

Binlercesi, on binlercesi öldürülmüş/öldürülmekte, yüz binlercesi yaralı ve sakat. Geri kalan iki milyon Filistinli kıtlık içinde, perişanlar. O milyonlar ki, kendi bereketli topraklarında açlar. O milyonlar ki, Ortadoğu’nun petrol denizi ortasında iki lokma ekmekle, bir avuç una muhtaçlar.

Ve şimdi bir kez daha yollardalar. Ölüler ordusu gibi yürüyorlar. Menzil nerede, ne yöne gidiyorlar, ne zaman ulaşacaklar o menzile, bilmiyorlar.

Haber ajanslarından şarlatanca demeçleri akıyor haydut devletlerin. Gayrimenkul şirketleri, ceset derileri üzerine imzalıyorlar anlaşmalarını. Bakanlar, komutanlar, vesair devlet insanları, arsızlığın resmini çiziyorlar tarih kitaplarına; televizyon kanallarında kahkahalar eşliğinde ovuşturuyorlar kanlı ellerini.


Gidiyorlar işte!

Ölüm, enselerinde soğuk bir nefes, acıysa tenlerine yapışmış kader, arkalarında uygar bir dünyanın barut ve zehir kokuları...

Ah çocuklar! Gazze’nin sahipsiz çocukları! Harabelerden canhıraş feryatlarınız arşa yükseliyor, kimin umurunda? Ceset torbaları yetmiyor ölüm hızınıza, ne olur yavaş ölün çocuklar, yavaş ölün! Kentin viran sokaklarından topluyorlar paramparça kemiklerinizi, lime lime etlerinizi.

Geride kalanlar, iki kemik bir deri yürüyorlar. Açlık onları öldürüyor, günbegün öldürüyor. İsrail uçakları öldürüyor onları; Alman bombaları, Fransız teknolojisi, Amerikan füzeleri ve yapay zekâsı, starlink uyduları öldürüyor; Arap şeyhlerinin doymak bilmez iştahları öldürüyor çocukları; Azerbaycan’ın petrolü, Türkiye’nin gizli-saklı ticareti, Avrupa Birliği’nin sahte demeçleri... En çok da dünyanın sessizliği öldürüyor onları; bu sinsi, bu hilekâr, bu ikiyüzlü sessizliği...

Ve onlar göçüyorlar. Yer gök tarumar, ölüm çığlıkları, drone vızıltıları, ateş ve barut kokuları arasında göçüyorlar. Hangi dünyanın ötekileri bu gidenler, nereye gidiyorlar? Ezelden beri yurtları bu kadim coğrafyada hep ölüm, hep acı, hep kederden elbiseler giydirmiş dünyanın efendileri onlara. Sığınacak bir karış toprakları kaldı mı? Hani, nerede o çağdaş, o büyük insanlık, hayata tutunmak için küçük bir umut parçası bıraktı mı Gazzeli çocuklara?

Gidiyorlar işte! Bir kez daha göçüyorlar. Umutları, bir yangın tufanında tarumar, hayatları kırık dökük, yaşıyor gibi suretleriyle ilerliyorlar. Ellerinde bavulları ve denkleri, derme çatma eşyalarıyla bu dünyanın yaşayan ölüleri gibi yürüyorlar. Ruhları kan revan, gözlerinde sınırsız bir dehşetin izleri, yüreklerinde bitimsiz korkular taşıyarak gidiyorlar.

Şu kocaman yeryüzüne sığmamışlar, sırtlarında sayısız hançer yarası, yıldızlar kadar uzaktalar. Nereye gitseler ölüm, ne yana koşsalar vahşet, kime sığınsalar ihanet! Mülksüzler, kimsesizler, çaresizler...

Uzun, ince bir ufka uzanmış, dalga dalga yekiniyor kalabalık; nasıl bir zamana geldik, hangi bilinmez yolun yolcusuyuz, nereye gidiyoruz, çığlık çığlığa bağırıyorlar.

Orada, adına Gazze denilen bir cehennem çukurunda, Tanrı’nın unuttuğu çocuklar bunlar; altına sığınacakları bir dal parçası, üzerinde nefes alacak bir avuç toprak olan; içinden medeniyet geçmeyen bir çağı arıyorlar.

https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/tanri-nin-unuttugu-cocuklar,51658