18 Temmuz 2025 Cuma

Ayağa kalkın efendiler!

Yusuf Nazım
T24 | 16 Temmuz 2025

26 Haziran 1970, Grands Boulevards bölgesi, Paris

Altmışlı yaşlardaki adam, yanında bir kadınla beraber seri hareketlerle caddeyi adımlamaktadır. Kalın, plastik gözlükleri ardındaki bakışları kararlı, yürüyüşü cesurcadır. Sağ eli aralıklarla diğer kolunda taşıdığı La Cause du Peuple gazete tomarına gitmekte, aldığı gazeteleri birer birer çevreden geçenlere uzatmaktadır. Etraflarında, onlara eşlik eden orta yaşlı-genç heyecanlı bir kalabalık vardır. Alınlarında taşıdıkları gurur çizgileriyle sokaklara umut olma heveslisi bu insanlar, ellerindeki gazeteleri caddeden gelip geçenlere dağıtırken havada özgürlük, dayanışma, itiraz fısıltıları dolaşmaktadır:
 

“düşünce özgürlüğü için…”

“halkın davasını savunalım…”

“keyfi tutuklamalara karşı…”

 

O yıllarda Paris’in, sokaklarında özgürlük fısıltılarına tahammülü yoktur. “Özgür Fransa” nın kolluk kuvvetleri fazla gecikmez. Paris polisi etraflarını sarar, gizleyemedikleri kolonyal bir kibirle 65 yaşındaki adamı, yanındaki kadınla birlikte nazikçe derdest ederek zırhlı bir araca bindirirler. Paris’in göbeğinde, fikir özgürlüğünü hiçe sayıp dağıtımını engellemek istedikleri Halkın Davası adlı gazete, gözaltına aldıkları ise Fransa’nın ta kendisidir.

"Sartre, c'est aussi la France."

Gerçekte gözaltına alınan Fransız yazar-filozof Jean-Paul Sartre’dan başkası değildir. Yanındaki ise eşi, Fransa’nın feminist-filozof ve yazarı Simone de Beauvoir’dır. Ünlü düşünür, her sayısı yasaklanan haftalık Halkın Davası gazetesinin üzerindeki baskıları göğüslemek için editörlüğünü üstlenmekle kalmaz, gazeteyi Paris’in sokaklarında diğer genç yazarlarla beraber bizzat dağıtmaya çıkar. Sartre’ın Fransa ve dünya çapında öylesine büyük bir saygınlığı vardır ki adeta dokunulmaz gibidir. Buna rağmen gözaltına alınır. Hakkında linç kampanyaları yürütülüp, tutuklanma çağrıları yapıldığında ona sahip çıkacak olan, Fransa kahramanı, ünlü devlet adamı Charles de Gaulle’dür. Şöyle der: 

“Sartre, c’est aussi la France,” yani “Sartre Fransa’dır.”


Jean-Paul Sartre
, kendi ülkesi Fransa’nın Cezayir İşgali’ne karşı açık ve cesur duruşuyla, bireysel inanç sınırlarını zorlayan entelektüel bir direnişin simgesi olmuştur.


1954–1962 Cezayir Bağımsızlık Savaşı döneminde, Fransız aydın ve entelektüelleri arasında, savaşın niteliğini “işgal” ve “askeri zulüm” olarak ifşa eden güçlü bir muhalefet yükselir. Sartre, Paris sokaklarında hükümeti ve ordunun işkence uygulamalarını kınayan bildiriler dağıtarak aktif kampanyalar yürütür.

6 Eylül 1960’da, Jean-Paul Sartre’ın başını çektiği, aralarında Simone de Beauvoir, André Breton, Alain Resnais gibi 121 kültür ve sanat insanının bulunduğu 121 Bildirisi, entelektüel sorumluluğun oklarını kendi sömürge devletine yönelten, tarihe düşülen bir manifesto gibidir.

Sivil İtaatsizlik Bildirisi’nde işgalci Fransız devletinin hazmedemeyeceği mesajlar vardır. Fransız hükümetince yasaklanan bildiride, savaşa karşı askerlik yapmayı reddedenlerin haklarının savunulması, Cezayir halkına yardım edenlerin korunması, sömürgecilikle mücadelede özgür bireylerin görevi gibi...

1960 sonrası Sartre’ın bildiri, makale ve röportajları hem Fransa’da hem dünya kamuoyunda sömürgecilik karşıtı entelektüel hareketin merkezi olur. 1964 yılında kendisine verilen Nobel Edebiyat Ödülü’nü, bağımsızlık, özgürlük ve kurumsal otoriteye mesafe ilkeleri gereği reddeder. Bu tavrıyla Nobel Ödülünü reddeden ilk yazar olur.




Jean-Paul Sartre, Fransa’nın Cezayir işgali sürecinde kendi devletinin uyguladığı sömürgeci şiddeti açıkça eleştirerek, aydınların sessiz kalma hakkını reddeden bir vicdanı temsil eder. Ona göre aydın olmak, yalnızca düşünmek değil, doğru olanı söyleme ve bunun sonuçlarına katlanma cesaretidir. O, etik olanı politik olana tercih eden bir sorumluluk bilinciyle, Cezayirli direnişçilerin yanında saf tutar ve Fransız işkencelerini kamuoyuna ifşa eder. Gizlice girdiği Renault Fabrikasında bir madeni yağ varilinin üstünde işçilere konuşma yapacak kadar halkın içinde bir aydındır.  

Asla “tarafsız” olmaz; hep mağdurdan, ezilenden ve özgürlükten yana tavır alır. Sartre için düşünce, eylemsiz kaldığında anlamını yitirir. Bu yüzden bildiriler dağıtır, yazılar yazar; aldığı ölüm tehditlerine ve yaşadığı apartmanın bombalanmasına rağmen geri adım atmaz.

Onun entelektüel duruşu, bir ülkenin resmi ideolojisine karşı etik bir isyanın ve baş eğmezliğin dünya çapındaki simgesi haline gelmiştir.

Sinema sanatının Gazze için yankılanan vicdanı


Geçenlerde 78. Cannes Film Festivali yapıldı. Açılışa, dünya sinemasının devlerinin yaptığı konuşmalar damga vurdu.

Robert De Niro’nun sanatsal özgürlüğü ve demokrasiyi savunduğu konuşması alkışlarla karşılandı. Sanatçının, Onur Ödülü'nü aldığı festivalin açılış töreninde, otokrasiye ve faşizme karşı öfkesi, aynı zamanda dünyaya kötülük yayan kendi egemenine cesur bir meydan okumaydı.

Jüri başkanı Juliette Binoche ile sanatçılar Leonardo Di Caprio, Halle Berry ve Jeremy Strong da De Niro’nun anıtsal konuşmasına olan desteklerini eksik etmediler.

Sinemanın kadın ustalarından Binoche’un, Gazze’de öldürülen Filistinli fotoğrafçı Fatime Hasane’yi andığı konuşması, festival salonunda alkışlarla yükselerek Filistin topraklarına uzanan sinema sanatının vicdanı oldu.

Ayağa kalkın efendiler!


Sanat,  kötü bir dünyada yaratılan bir iyilik halidir. Sanatçı ise insan ruhunu besleyen bu iyiliğin sesi.

Kendi egemenine itiraz etmeyen bir aydın düşünülebilir mi? Ya da kendi devletinin ortağı olduğu bir soykırıma dilsiz kalan yazar? Peki ya kendi faşistine kör bir sanatçı?

Sanatını evrensel adalet, eşitlik ve özgürlük yolunda sınıfsal bir bilinçle ustaca konuşturan bir şair de Nazım Hikmet’tir. Onun öfkesi ve seslenişi, şiirinin dizelerinde kimi zaman keskin bir kılıç gibi parlar. Şair, çağının çürümüş ve derin çelişkileri içinde, kendi konforlu suskunluklarına gömülmüş aydınlarına, yüz yıl öncesinden şöyle seslenir:

Behey! kaburgalarında ateş bir yürek yerine

idare lambası yanan adam!

Behey armut satar gibi

san’atı okkayla satan san’atkar!

Ettiğin kâr

kalmayacak yanına!

soksan da kafanı dükkânına,

dükkânını yedi kat yerin dibine soksan;

yine ateşimiz seni

yağlı saçlarından tutuşturarak

bir türbe mumu gibi damla damla eritecek!

Çek elini san’atın yakasından

çek!

Çekiniz!

Bıyıkları pomadalı ahenginiz

süzüyor gözlerini hâlâ

“koyda çıplak yıkanan Leyla’ya” karşı!

Fakat bugün

ağzımızdaki ateş borularla

çalınıyor yeni san’atın marşı!

Yeter artık Yenicami tıraşı,

yeter!

Ayağa kalkın efendiler!


Nazım Hikmet, 1925, -835 Satır/Şiirler 1

https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/ayaga-kalkin-efendiler,50754

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yusuf.nazim1@gmail.com