Yusuf Nazım
T24 | 16 Mart 2023
“Kuşadası Körfezi’nde,
İzmir iline ait Seferihisar Belediyesi’nin sorumluluk alanındaki Dağanbey
Sahilinde kesilen iki iğde ağacının çığlığıdır.”
Ben bir iğde ağacıyım.
Seferihisar’ın Ürkmez beldesinde, upuzun bir sahildeyim.
Mis gibi kokularım var benim ferah, gelene geçene sunduğum; çiçeklerim var her
mevsim ipil ipil açtığım, nadir meyvelerim var ipeksi, yumuşak herkese ikram
ettiğim.
Dallarım ve yapraklarım var konuklarıma sohbetlik diyar, sakinlerime soluk olan.
Gölgelerim var benim, oturup duldasında şiir kitapları okunan.
Kökümde tarihim, dibimde toprağım var akça pak.
Sahilimde oyunlar oynayan şen şakrak çocuklarım var, önümde kumdan kaleler
yapan.
Gökyüzümde kanat çırpan martılarım, dallarımda cıvıl cıvıl şarkılar söyleyen
kuşlarım var.
Ben bir iğde ağacıyım.
Gelecek kuşaklara miras, her şeyim ben.
* * *
Bir Şubat günüydü.
Geceydi, geldiler.
Metal ve hızar sesleriyle, çürümüş nemrut nefesleriyle geldiler.
Yapayalnızdım oracıkta.
Sinsi gölgelerini kaldırıma kanırtarak, kötücül seslere, ise ve karanlığa
bulaşarak geldiler.
Bir gürültü koptu, sandım ki dağ yarıldı, yürüdü üzerime.
Enkaz altında çırpınırken ülkem, fırsat bilip bir gecede kestiler beni.
Gölgelerim para etmiyordu, beni kollarımdan, dallarımdan dilim dilim
doğradılar.
Yıllardır kök saldığım toprağımdan söküp aldılar beni.
Neye uğradığımı şaşırdım, elim ayağım çekildi, korktum.
Kesildi her yanım, kırıldı kolum kanadım, budandım parçalandım; canım yandı.
Bağırdım, bağırdım, bağırdım!
Duyan olmadı, kimseler koşmadı imdadıma; üşüdüm, titredim.
Yalnız başımaydım. Büzülüp kaldım oracıkta; kanadı her yanım; yapraklarım
dağıldı, parça parça oldum!
* * *
Ahh!
Yavaş bir kentin sahillerinde yaralıyım.
Tarifsiz acılar içindeyim şimdi ben.
Yaralarım var benim Fırtına Deresi’yle, Kaz Dağları’yla, Akbelen’le,
İkizdere’yle ortak.
Anılarım var benim geçmişten geleceğe Samos’la Lebedos arasında.
Satsalar, gölgem para etmez benim.
Bakmayın dallarımın arasında efil efil estiğine, rüzgârlarım kâr etmez.
Lâkin henüz doğmamış çocuklara anlatacaklarım var benim.
Diyarbakır’da yıkılmış minare, Gezi parkında ceviz ağacı, İkizdere’de dağa taşa
bulaşmış acıyım.
İnsanlığın ortak harcıyım ben.
Alonie’de yitip gitmiş bir anı, Cizre’de yaralı bir güvercin, Hasankeyif’te son
Süryani’nin elinde parıldayan gümüşten bir telkariyim ben.
Şimdi gövdem kesilmiş yalnızca köküm kaldı.
Gölgeme sığınmak için çocuklar, gençler, sevgililer geldi; gölgem yoktu!
Meyvelerimden ikram etmek isterdim; iğdelerim yoktu!
Yeşil yapraklarımdan kokularımı sunmak isterdim gelene geçene; yapraklarım
yoktu!
Hepsi gitti.
Göğe erişmiş başım, iğde yeşili yapraklarım, gövdem, çiçeklerim, kokum…
Hepsi gittiler.
Dövündüm, durup ağladım, bağırdım, acı çektim, çığlık attım!
Kimseler duymadı çığlığımı.
İğde ağacıydım oysa ben.
Kimseye zararım olmazdı, param pulum yoktu.
Kürsü kürsü dolaşacak hünerim, manşet manşet demeçlerim, kanun hükmünde
emirlerim; sözleşmelerim, silahlarım yoktu!
Kendi halinde iğde ağacıydım ben, bana kıydılar.
Cümle kanunların, bürokratların, yönetici ve zabitlerin önünde nasıl da
katlettiler beni!
Banka hesaplarının, çeklerin, senetlerin, silahların gölgesinde yok etiler
beni!
Demire, çeliğe, mazota boğarak dilim dilim doğradılar, geride yalnızca
çırılçıplak köküm kaldı.
* * *
İğde ağacıydım oysa ben, yavaş bir kentin sessizliğinde.
Bir gün yeniden geldiler.
Yanlarında demirden makineleri, çelik putrelleri; canıma kast etmiş kanlı
menfur elleri, yüksek yerlerden gizli kapalı alınmış izinleriyle geldiler.
Bu sefer ta kökümden kopardılar, yıllar yılı büyüdüğüm toprağımdan söküp
aldılar beni.
Nasıl da sızladı içim, tel tel oldu köklerim.
Son kez bağıdım, çırpındım, ağladım.
Kimseler duymadı beni yine.
Motor ve metal sesleri arasında yok oldum.
Sesim kısıldı bağırmaktan, duyan olmadı.
Ben öldüm, sevdiğim bu dünyadan; havamdan, denizimden, kumsalımdan ayırdılar
beni, geride bir tek acım kaldı.
Oysa saf bir iğde ağacıydım, insanlığa kocaman ahım kaldı.
Kendime has yeşil rengim, boyum posum vardı; insanlara yemiş, kuşlara yem
olacak meyvelerim, güzel bir kokum vardı.
Gecelerim vardı mesela, karşımda Samos Adası, Kuşadası; sağımda Kanlı Ada,
solumda Lebedos Yarımadası.
Karanlıkta ayın şavkı düşerdi önüme, gece denizde yakamoz parıltıları, gündüz
martıların sesi, gölgemde kitap okuyan sevenlerim vardı.
Şimdi bütün sevenlerim gitti.
Dibimde top oynayan çocuklarım, kumsalda olta atan balıkçılarım, gölgemde şiir
okuyanlarım vardı, birer birer gittiler!
Altımda ekmek arası balık yiyenler, yanımda el ele tutuşan sevgililer; cümle
adalar, şarkılar, kuşlar, martılar, hepsi gittiler.
Şimdi köksüzüm oralarda, kimim kimsem yok.
Bundan böyle bilin, yokum ben!
Sevdiklerim gittiler.
Geceyle gündüz de gitti; kör oldum, sağır oldum; hiçbir şey duyamaz, göremez oldum, geride zifiri bir karanlık kaldı.
Koparıldım köklerimden, her şeyim gitti; susuz soluksuz kaldım, kurudum.
Islak, nemli toprağımda yalnızca kokum kaldı.
Şimdi gövdem yok!
Dallarım, yapraklarım, gölgem yok!
Toprağımda yalnızca lime lime olmuş damarlarım, kanım, canımın son kertesi, öz suyum; acılar içinde ruhum kaldı.
* * *
Ahh!
Şimdi acılar içindeyim, ağlıyorum, bir duyan yok mu?
Yavaş bir kentin ıssızlığındayım, çığlık çığlığayım!
Meyvelerimden yiyenler, kokumu özleyenler, dibimde mola verenler, altımda
oturup martıları seyredenler, size sesleniyorum:
Neredesiniz?
Yörelerimde çocuklarını gezdirenler; dallarımda yuva yapan kuşlar, gölgemde
uyuyan köpekler ve kediler; yapraklarımda oyalanan kelebekler, böcekler adına
soruyorum size:
Niye böyle sessizsiniz?
Ben yokum ama çığlıklarım hala orada, duyun beni!
Sahilde yürüyenler, yanımdan gelip geçenler, önümde diz çöküp hayal kuranlar;
denize girenler, eğlenenler, kumsalda güneşlenenler; çantalarında kitaplar,
ruhlarında şiirler taşıyan güzel insanlar!
Neredesiniz?