Yusuf Nazım
T24 | 20 Mayıs 2022
“İncir ağacısın
Dağların inciri,
Dağların güzeli.
İncir ağacısın.”
Yasaklanan bir şarkının sözleri bunlar.
Yasaklanan incir midir, incir ağacı mı? Yoksa dağların güzeli mi, inciri mi, bilmek zor…
Elbette ki trajikomik. Okuyan gülecektir buna. Abartıyorsun diyenler olacaktır, başka bir gerekçe sunanlar da…
Ben yine de biraz açıklamaya çalışayım.
Kocaeli’nde, AKP’li Derince Belediyesi Kürt sanatçı Aynur Doğan’ın konserini iptal etmiş.
Belediye, önceden planlanmış konser için yaptığı “detaylı incelemede” konserin “uygun olmadığına” karar vermiş…
Neymiş bu detaylı inceleme acaba?
İçişleri Bakanlığından görüş mü almışlar? Kozmik odanın kara listesinden bölücü bir işarete mi rastlamışlar? Yoksa daha titiz yapılan bir inceleme sonucunda sanatçının Kürt ve üstelik kadın olduğunu mu anlamışlar?
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne bir tehdit de görmüş olabilirler;
Daha önce koltukları altına sığındıkları bir cemaat nedeniyle potansiyel bir kalkışma tehlikesi de…
Hepsi mümkün. Takdiri okuyucuya kalsın.
* * *
Bir zamanlar kurtlar sofrasındaydı Anadolu. Dört yandan kuşatılmıştı. Fransız, İtalyan, İngiliz orduları bu topraklara, parça parça lokmaları koparabilmek için her yandan saldırmışlardı.
Anadolu ve Mezopotamya halkları onları birlikte püskürttüler. Gezenler görür; Anadolu’daki mezarlıklarda, lâhit taşlarında, koyun koyuna yatan Kürtlerin ve Türklerin adları yazılıdır.
Balık hafızalı olmak, her daim egemenin işine yarar ya, toplum olarak da biraz öyleyiz. Bedenimizden parça parça etler koparmak isteyenleri çabuk unuttuk.
Zaman geçti, işgalcilerin adlarına okullar açtık. İtalyan, Fransız, İngiliz okulları… Övgüler düzdük onlara; özendik, imrendik. Çocuklarımıza dillerini, kültürlerini öğretmek için can attık; şarkılarını söyledik alanlarda, müziklerini dinledik radyolarda, televizyonlarda; markalarını kullanmayı maharetten saydık… Ötesi, tabelalardaki isimler bile onların dillerinde yazılır oldu, bunu bir üstünlük sandık…
Bugün, işgalcisine hayran, neredeyse onu tapan yönetenlerimiz var. Bir zamanlar işgalciye karşı aynı siperde, omuz omuza savaşan bu ülkenin ötekilerini düşman belleyenler var. Dilini yoktan, kimliğini ‘kırt’ tan, ezgilerini yasaktan sayanlar var…
İşgalcisine tapan, onu kutsayan; kültürüne, diline hayran, tipik ezik sömürgeci kullarının davranışı bu.
Yoldaş gitar
Konserlerde şarkılar söylenir, türküler dile gelir, ezgilerle şenlenir kalabalıklar.
Türküler insan öldürür mü sizce?
Milliyeti olur mu hiç ezgilerin; dini, ırkı, cinsiyeti?
Yasaklansa bile, şarkılar hiç susar mı?
Örneğin bir gitar…
Dile gelseydi eğer bir gitar ateş eder miydi sizce?
Peki, o gitarın tınıları bir orduyu korkutabilir miydi?
Korkuturdu elbette! 16 Eylül 1973 senesi Şili’sinde korkutmuştu.
Augusto Pinochet yönetimindeki ABD destekli darbeci ordu işçileri, sendikacıları, sosyalistleri başkent Santiago’daki Şili Ulusal Stadyumu’na doldurmuştu.
Korkuyorlardı.
Elinde yoldaş gitar, dilinde Venceremos şarkısı, darbecilerin arasında dimdik yürüyen kısa boylu, uzun saçlı o adamdan korkuyorlardı.
Adam yürüdükçe sözler çoğalıyordu. Yoldaş gitarın tınıları dudakları sarıyor, kalabalığın arasında yankılandıkça yankılanıyor, stadyumdaki halk Venceremos Venceremos diye dalgalanıyordu…
Darbeci askerler yoldaş gitarı susturmak istediler. Bunun için Victor Jara’nın önce parmaklarını kırdılar. Gitar sustu, lâkin Victor Jara susmadı. Venceremos’u söylemeye devam etti. Onu ebediyen susturmak üzere, dipçik darbeleriyle kafasını parçaladılar, ellerini kesip oradakilere ibret olsun diye tribünlere asarak sallandırdılar…
Oysaki ezgilerin milliyeti olmazdı; dini, ırkı, cinsiyeti de…
Sonraki yıllarda şarkıları hiç susmadı Victor Jara’nın. Dünyanın dört yanında Venceremos diye söylenmeye devam etti.
Bugün, Jara’nın katledildiği stadyumun girişinde bir yazı yer almaktadır: Estadio Víctor Jara. Yani Victor Jara Stadyumu.
Kalbin dili ve şarap deresi
Bilirdik, türkülerin milliyeti olmazdı; dini, ırkı, cinsiyeti de. Lâkin dili olurdu.
İngilizce de olurdu, Farsça da, İspanyolca da… İspanyolca olur, Şili Ulusal Stadyumu’nda yoldaş gitarın tınılarıyla Victor Jara’nın sesinden dile gelirdi.
Türkçe de olurdu, Kürtçe de, Hemşince de…
Türkçe olur; Dadaloğlu’nun, Aşık Veysel’in, Neşet Ertaş’ın dilinden bir şarap deresi gibi akardı.
Hemşince olur, Karadenizce çırpınır; İstiklal Caddesi’nde Kazım Koyuncu’nun dilinden Didou Nana ezgileriyle Karadeniz gibi dalgalanırdı.
Ve elbette Kürtçe de olurdu. William Saroyan’a göre kalbin dili’ydi o, Aynur Doğan sesiyle halkların gönlünde taht kurar, şenlenir, ezgilenirdi.
Gel gör ki, kalbin dili olsa bile, ötekinin çığlığıydı o, bilinmeyen aitse tehlikeliydi, korkuturdu.
Belki o yüzden korkutmuştu, Derince’nin AKP’li belediyesini.
Aynur Doğan’ın konserini, detaylı bir inceleme sonucunda iptal etmişti.
Belki bunun içindi, kim bilir kozmik odaya bile mühürlenmişti sözleri.
* * *
Yine bu yüzden olabilir miydi, 1999 senesi 10 Şubat’ında Ahmet Kaya’ya yürüyen nefretin izleri?
Ödül vermek için çağrıldığı Magazin Gazetecileri Derneği’nin gecesinde, Kürtçe klip çekeceğim dediği için linç edilmek istenen, gerçekte Ahmet Kaya değil, onun sözleriydi.
“Kürtçe klip çekeceğim” demişti ozan.
“Kürtçe klip!”
İşte bu sözlerdi onca nefrete konu olan.
Cümle ırkçısı, kafatasçısı, soytarısı histerik çığlıklar içinde linçe kalkmıştı bir gurup.
Bir salondan gazete manşetlerine yürümüş; sinik, ikiyüzlü, sünepe, dilleri
nefret yüklü bir gürûh!
Kimi “Şerefsiz!” diye atmış başlığını, kimi köşesinde “densiz” diye kin kusmuş, kimi “adını bile anmayı zul saymış” “yaratık” demiş…
Yıllar sonra özür dilemişler; yalancısı, çıkarcısı, çanak yalayıcısı… Tarihin önünde diz çökmüş cümlesi, utanmış hepsi; biat edeni, seçkini, şöhretlisi…
Şimdi bir kez daha revaçta.
Şarkılara, türkülere, müzik aletlerine düşman Ortadoğu cihatçılığı;
Kadına sokağı yasaklayan; sanatı, tiyatroyu, müziği günah sayan Afganistan Talibancılığı;
Pandemiyi fırsat bilip yanı başımızda büyüyen, sırıtkan ikiyüzlülük;
Neşeyi, kahkahayı, dansı ve ezgileri zamana ve mekâna sıkıştırma gayretinde, o hilebaz riyakârlık…
Aynur Doğan’ın konserini iptal etmiş, Metin-Kemal Kahraman kardeşlerin planlanan konseri de Muş Valiliği tarafından yasaklanmıştı!
Sahi, yasaklanan neydi?
İncir ağacı mıydı, dağlarını inciri mi; yoksa dağlarda bir güzel mi?
Yoksa bir Kürt kadın sanatçının özelinde bir halkın ezgileri miydi?
Neyi sakladık şimdi biz?
Sözleri bilinmeyen bir dildendi, onun için miydi?
Hêjîra çiyayî
Lêlêlê lêlê lêlê
Delala çîyayî
Darhejîrokê
Sahi niye yasakladık şimdi biz?
* * *
Aynur Doğan.
Tarihinden kanayan toprakların, Dersim’in müzisyen kadını. Doksanlı yılların yangınından sıyrılmış, sürgün yemiş, göç etmiş, nice acılar birikmiş yüreğinde.
Sesini insanlığa bırakmış; sözünü şarkılara, yüreğini ezgilere…
Şairdir o, bir şiirin dizelerinde.
Tutkuyla alazlanmış umuttur dağların sessizliğinde.
İncir ağacıdır, bir şarkının sözlerinde.
Sınırsız kötülüğünüz, nemruttan beter olsa da kininiz;
Lâkin incir ağacıdır o gönüllerde, incir ağacını öldüremezsiniz.
https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/dar-hejiroke-incir-agaci,35336