Anne ve Çocuğu,Pablo Picasso, 1902 |
T24 | 2 Ocak 2022
Hava soğuktu.
Adına dünya denilen
gezegende, çağdaş bir kentin eteklerindeydim.
Yol kenarına dizilmiş sıra
sıra ağaçlar.
Sokaklarda kuru
ayaz can yakıyor, çöp konteynerinin demirlerine tünemiş bir kedi, gözlerini
kısmış, üşüyordu.
Önümde deniz, arkamda
mandalina bahçeleri; daha kuzeyde Selçuk, Tire, Menderes Ovası; yeşil mi yeşil;
bereketli mi bereketli.
Ne var ki o bereketten
insanın payına düşen yokluk, yoksunluk ve soğuktu.
* * *
Pazardı.
Günlerin pazarı
değil, bir semtin pazarıydı.
Başımı çevirdim.
Evlerinin
önünden geçerken gördüm onları.
Ekşimiz
yüzleriyle komşumuz karı koca, yas tutar gibilerdi balkonlarında.
Çalıştığı akü
fabrikasında yıllarca zehir içmiş, kurşun solumuş ciğerlerine Mehmet. Bir de meslek
hastalığı musallat olmuş kaderine. Bacaklarında her daim kendini hatırlatan bir
sızı, eklemlerinde eksik olmayan ağrılar; bir de üstüne bel fıtığı şikâyetleri…
Bu yazlık beldesine
sığınmış sessiz, kendi halinde bir aile. Kızı ve torunuyla yaşıyorlar iki katlı
evlerinde.
Yaklaşıp selam
verdim, daha ben sormadan söyledi:
“2470 lira geldi elektrik faturası.”
Dünyası başına
yıkılmış gibiydi. Gözleri gülüyorsa da, yüreği ağlıyordu.
Hak etmediği üç-beş
yağlı maaşla değil, alnının akıyla hak ettiği, asgari ücretin altında kalmış
emekliği maaşıyla yaşıyordu Mehmet; bir de küçük kira geliri…
Ege deyip
geçmeyin. Bugünlerde, sıfırın etrafında dolaşmakta hava sıcaklıkları.
Çoluk çocuk
olmasa, ısınmak için yakmayacaklarmış klimayı.
“Soba kurmaktan başka çarem kalmadı” dedi Mehmet.
* * *
Hava soğuktu.
Çağdaş
bir kentin kıyısında, mavi ile yeşilin arasında bir semtin pazarındaydım.
Üşüyordu,
onu gördüm.
Arada bir uğrayıp
meyve aldığım kadındı.
Selam verdim, meyveleri
incelemek bahanesiyle sokuldum tezgâhına:
“Elektrik” dedim, “elektrik faturan geldi mi?”
Sanırsın,
Zülfikar’ı sokmuş da, çevirip çıkarmışlar gibi saldı nefesini ciğerlerinden.
“Gelmez olaydı, 2400 lira geldi!” dedi, “Küsuratı
da var!”
Elindeki poşeti
ters çevirdi, hırsla çırparken devam etti:
“Pandemi dediler, ucuz kredi dediler aldık, ödeyemedik!
Şimdi de ciğerimizi sökmeye çalışıyorlar.”
“Çok gelmiş.” diyebildim, “Üstelik bir de kredi
borcu…”
Sonra sustum...
Kadın, elindeki
poşete meyve değil, dert dolduruyordu sanırsın:
“Klimaları kapattık, çamaşır ayda bir yıkanacak bundan
böyle, bulaşıkları ise elle.”
Burnu üşümüştü; yanakları
pembe, kulaklarının ucu kırmızı.
Dokunsan ağlayacaktı.
Dokunmadım…
* * *
Hava soğuktu.
Şarkılar
hüzünle söyleniyordu; sözler yaralı, koparılmak istenense notaların diliydi, anlıyordum…
Geçtiğimiz günlerde
karşılaşmıştık onunla.
“Pazara geldiğime seviniyorum.” demişti tezgâhtaki kadın, “Hiç değil güneş var, biraz ısınıyoruz.”
Kaçamak bakışları değiyor
bir an gözlerime.
“Şimdi yine güneş var, ancak hava zehir gibi soğuk.” diyor.
Eldivenli avuçlarına
hohluyor sıcak nefesini:
“Biraz odun almıştık, çabucak bitti. Çocuklar
üşüyorlar evde…”
Duraksıyor… Öyle bir bakış tutuşmuş
ki gözlerinde, hangi dilden olsan anlaşılır.
“Elektrik sobası kullanmıştık geçen ay, 910 lira geldi
faturası!”
Dişleri soğuktan değil,
öfkeden titriyordu; yoksa bana mı öyle geldi, kestiremedim.
“Ödemezsek, kesecekler elektriği. Borç orada duruyor,
üstüne bir de faiz koyarla şimdi; açma kapama parası da cabası! Bu nasıl dünya
böyle?”
Susuyorum. Çünkü karşılığı
olmuyor bazen sözlerin. O ise konuşmaya devam ediyor:
“Yorganın altında ders çalışır oldu çocuklar? Sonra uyuya
kalıyor körpeler!”
Sessizlik, bir
an kalın bir duvar oluyor aramızda.
Kuruyan
dudaklarım değil, dilimde kelimeler, ansızın dona kesiyor sözler.
* * *
Hava soğuktu.
Kötülük
zehir kusuyordu durmaksızın; gencecik hayatlar canına kıyıyor, her gün intihar
çığlıkları yükseliyordu şehirlerden, duyuyordum.
Pazar yüzlü kadınları
gördüm.
Alın çizgilerinde tasa; gözleri
bulut bulut öfke, avurtları dert topluyordu.
Nasıl toplamasın ki, son ay
üçe katlanmış elektrik faturası.
Dedi ki, “Zulümdür, Allah’a inancımı kaybettim
bunların yüzünden!”
Tek bir söz edemedim; söyleyemedim!
O ise devam etti:
“Tasarruf edelim diye bir masa lambası almıştık
çocuğa. Geçen gece kapı aralığından baktım; ellerini lambaya uzatmıştı, ısınmaya
çalışırken gördüm onu.”
Susmak, keskin bir bıçak ağzı
gibiydi dudaklarımda.
Tezgâhtaki muz hevenklerinin
bir kısmı karamıştı. Uzanıp dokundum parmaklarımla.
Anladı;
“Onlar da bizim gibi üşüdüler gece, külliyen zarar
yazıyorlar, çöpe gidecek tümü. Bizse yaşıyor gibi yapmaya devam…”
Sözcükler, nasıl da zalimce
çırpınıyordu dağarcığımda.
Bir süre konuşamadım. Madem
sormuştum, bir şeyler söylemeliydim; gelişigüzel de olsa bir şeyler. Kendimi
toparladım;
“Peki,”
diyebildim, “nasıl ödeyeceksin bunca
parayı?”
Başını çevirdi, ellerini
cebine soktu.
Birlikte, çağdaş bir kentin
eteklerindeydik.
İki sözcük, güçlükle
yuvarladı ağzından.
Hava soğuktu, birbirimize
baktık.
“Çocuklarım” dedi, “çocuklarım olmasaydı…”
Başını iki yana salladı, sustu!
Hava soğuktu.
Sadece sustu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com