Yusuf Nazım
T24 | 2 Nisan 2021
Karanlık çağların
parıldayan bütün ışıklarına
Mart 1933, Frankfurt.
Haardtwald Caddesi’ndeki
2 numaralı evin etrafı sarılmıştır. Üniversite lojmanlarının bulunduğu
yamaçtaki, sarı boyalı evin kapısı kırılırcasına üst üste çalar. Kapı açılır
açılmaz, omuzlarında Nazi arması bulunan kahverengi gömlekli polisler hızla
içeri dalarlar.
Ev sahibi neye uğradığını şaşırmıştır.
“Ne yapıyorsunuz”
der, “ben Frankurt Üniversitesi Profesörü
Philip Schwartz!”
Onu duymazlar bile. Eşi Vera, henüz 1 yaşındaki kızları
Susan’ı kucağına almış, beş yaşındaki oğulları Andre ise babasının bacakları
arasına sığınmıştır.
Birkaç dakika içinde evin her tarafı alt üst edilir. Mobilyalar
dağılmış, kütüphanedeki kitaplar raflardan etrafa saçılmış, çekmeceler
boşaltılmıştır. Duvardaki ahşap işlemeli Davut
Yıldızı, parçalanmış halde yerde yatmaktadır.
Gestapo şefi ayrılırken, kıyıcı gözlerle profesörü süzer.
“Ağır silah ihbarı
aldık” der, ekler;
“Gözümüz üzerinizde!”
Evinde ağır silahla yakalanan
nöropatolog!
Ertesi gün havada, kopmaya hazır bir fırtınanın gerginliği
asılı gibidir.
Birkaç gün önce Adolf
Hitler’e kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi tanıyan 5 maddelik kanun teklifi
kabul edilmiş, üniversitelerde büyük bir cadı avı başlamıştır.
Profesör Schwartz, hastane bahçesine girdiğinde Dr.Albert Wilhelm Fischer’in ona doğru acele
adımlarla yaklaştığını görür. Arkadaşı telaşlıdır:
“Sen ne yapıyorsun,
neden halâ kaçmadın?”
Profesör Schwartz şaşırır;
“Ne oldu, niye
kaçayım?”
“Bütün hastane seni
konuşuyor, evinde ağır silahlar yakalanmış, koridorlarda sivil polisler dolaşıyor,
seni tutuklayacaklar!”
Profesör, elinde çantasıyla öylece kalakalır. Gözlerinde,
onu bekleyen kötü kaderin acı izleri bir görünüp bir kaybolur.
O gün, birkaç yakın dostu tarafından daha kaçması yönünde
uyarılınca, kararını vermekte gecikmez.
Aynı gece, oğlu Andre ile birlikte Zürih treninde yol alırlarken
gözlerinde, nereye çıkacağı belli olmayan puslu bir geleceğin kaygı dolu izleri
vardır.
Yarınki Fötal
Patoloji, Nöropatoloji
derslerini düşünür, acıyla gülümser. Frankfurt
Üniversitesi’nde yaptığı, Doğum Travmaları Üzerine Deneysel Çalışmaları
gelir aklına; Erişkinlerde Beyin
Kanamaları, Virchow Ensefalit, Recklinghausen Sendromu, Gliomların Lokalizasyonu ile Çevre
İnfiltrasyonları üzerine araştırmaları… Tren yol aldıkça hepsi bir bir
geride kalmaktadır; Tüberkülozda
Hipersensibilite ve İmmünite ile İlgili Doku Lezyonları hakkında çeşitli
makalelerini anımsar, içini bir burukluk kaplar. Frankfurt giderek
uzaklaşmaktadır ondan…
Kısa süre sonra, kızı Susan ve eşi Vera’da arkasından Zürih’e
gelecektir…
Philipp Schwartz
Profesör Schwartz
ayrılırken geride, büyük hızla felakete doğru sürüklenen bir ülke kalmıştır.
Meclis işlevsizleşmiş, yerini tek adam rejimi almıştır. Ülke,
Hitler’in çıkardığı kanun hükmünde kararnamelerle yönetilmektedir.
İlk iş olarak muhalefetin en dirençli kesimi olan Alman
Komünist Partisi kapatılır, yöneticileri tutuklanır.
Kurulan Reich Kültür
Dairesi tarafından tüm gazetelere, radyo programlarına, sinemalara sansür
uygulanır; tiyatro, eğlence ve kültür programları, sanat ve müzik dünyası
bütünüyle denetim altına alınır. Akademik yayınlar bu kurul aracılığıyla
kontrol edilir. Bilim, kültür ve sanat insanları arasında korku ve kaygı dolu
bir süreç başlar.
Üniversitelerde Yahudilere, komünistlere ve diğer
muhaliflere karşı büyük bir cadı avı başlatılır. Binlerce akademisyen
üniversitelerden ihraç edilir, kürsüleri ellerinden alınır. 1933/34 döneminde
ihraç edilen akademisyen sayısı 1684 iken bu rakam, 1938’e gelindiğinde tüm
Almanya akademik kadrosunun %39’una ulaşır.
Reich Kültür Dairesi’ne
üye olmayan sanatçılar hiçbir kültür sanat ürünüyle ilgili çalışma yapamaz,
sergi açamazlar. Buna karşılık iktidara sadık gazeteci ve yayıncılar; müzisyenler
ve sanatçılara ise özel bir değer verilir, bu sanatçılar devlet tarafından korunur,
kollanır; iş verilir, maaşa bağlanır.
Karikatürler, şaka ve espri içeren yazı ve fıkralar ile
bunların yazarları, çizerleri hakkında soruşturmalar açılır.
Yazarlar ‘istenmeyen Alman’ olarak ya sınır dışı edilir, ya
da vatandaşlıktan çıkarılırlar.
Modern sanat hareketleri saçmalık, ahlaksızlık, baştan
çıkarıcılık olarak görülür.
Tüm dernek ve sendikalar Nazi yanlısı organizasyonlar
altında bir araya getirilir.
Hitler’in yeni düzeninde kadınlara biçilen rol ise bellidir;
daha çok çocuk yapmak, kiliseye gitmek, dua etmek, evin işlerini çevirme...
Heimatlos
“Heimatlos”
Tarih
5 Temmuz 1933, İstanbul Sirkeci Tren Garı.
Kimlik
kartındaki kırmızı renkli damgada, büyük harflerle bu tek sözcük yazılıdır:
“Heimatlos”
Danışmadaki
memur Almanca bilmemektedir. Elindeki kartı evirir, çevirir, anlamaya çalışır.
“Haymatloz”
der, “bu da ne demek böyle?”
Takım
elbiseli, kravatlı adam karşısında, çantasını yanına bırakmış, beklemektedir.
Eliyle,
geniş alnından yana doğru saçlarını sıvazlar. Açık mavi, müşfik gözlerini
memura yöneltir, Almanca bir şeyler söyler, ona bir zarf uzatır.
Memur,
“bir dakika, amirime sorayım” der,
ayağa kalkar, elinde pasaport ve zarf olmak üzere arkadaki odalardan birine
girer.
Biraz
sonra geri döndüğünde, tereddütle kırışık alnındaki izlerden eser kalmamıştır.
“Vatansız”
der, “adamın vatanı yokmuş, böylesini de ilk
defa görüyorum.”
Arkadan
bir ses, “Profesör Schwartz!” diye
çağırır.
Adam
arkasına döner, “Ja, ich bin Philip
Schwartz” (Evet, ben Philip Schwartz) diye karşılık verir.
Karşılayan
kişi, 1931 yılında başlatılan Türkiye
Üniversite Reform Komitesi üyesi, Profesör
Dr.Kerim Erim’dir.
Sirkeci Tren Garı’nda bir Yahudi
Sirkeci
Garı’nda Kerim Erim tarafından
karşılanan kişi, Nazi zulmünden kaçtığı için yurttaşlıktan çıkarılan Profesör Philip Schwartz’dan başkası
değildir.
O
yıllarda, Profesör Schwartz gibi çoğu Yahudi olan birçok bilim insanı, Almanya’daki
Nazi soykırımından kaçarak başka ülkelere sığınmış, bunların çoğu
vatandaşlıktan çıkarılmıştı. Böylelerinin pasaportlarında, ya da kimliklerinde
iri harflerle “Heimatlos” (vatansız)
diye kırmızı bir damga bulunmaktadır. Zamanla bu kavram yerleşti, böylelerine
vatansız, ya da vatansızlar anlamında Haymatloz
denildi.
Bir
zamanlar, Almanya’da ünlü bir nöropatolog olan Profesör Schwartz, bütün dünyada
olduğu gibi Türkiye’de de bir Haymatloz
idi artık.
O
yıllarda ülkede, bir Üniversite Reformu
yapılma çabaları vardır. Bunun için İsviçre’den ünlü Pedagoji Profesörü Albert Malche getirtilmiştir.
Schwartz,
Almanya’dan kaçtıktan sonra, faşizmin ve tek adam diktatörlüğünün ülkelerinden
göçerterek vatansız bıraktığı Yahudi bilim insanlarına destek olmak amacıyla Zürih’te
bir dernek kurmuştur. Adı “Notgemeinschaft
(Acil Yardım Birliği)” olan bu dernek, yüzlerce bilim insanına dünyanın
değişik üniversitelerinde iş ve çalışma olanağı sağlamıştır.
Profesör
Schwartz’ın Türkiye’ye gelişi, Üniversite Reformu çerçevesinde, Prof.Malche
tarafından işte bu derneğe yapılan bir davetle gerçekleşmiştir.
İlk
görüşmelerden sonra, Schwartz’la birlikte 30 bilim insanının Türkiye üniversitelerinde
çalışmasına karar verilir. Bu sayı 1933-39 arasında, çoğu profesör olmak üzere
139’a çıkacaktır.
Kendisi
de, Malche'nin raporu doğrultusunda, 31 Mayıs 1933 tarihinde kapatılan
Darülfünun'un yerine, birkaç ay sonra kurulmuş olan İstanbul Üniversitesi’nde görev alır.
1933
yılında, henüz 39 yaşında göreve başlayan Schwartz, İstanbul Üniversitesi’nde çok
büyük yararlılıklar gösterecektir.
İstanbul’da bir Alman üniversitesiFrankfurt Üniversite Hastanesinin ana binasının
önündeki Philipp Schwartz steli
Bir
süre sonra Profesör Malche’ın görevden ayrılarak ülkesine dönmesiyle,
Üniversite Reformu’nun bütün yükü Schwartz’ın omuzlarına kalır.
Schwartz,
ona kucak açan Türkiye’yi sevmiştir. Tek başına kaldığı yolda daha çok bilenir.
Tıp,
Matematik ve Fen Bilimleri, Edebiyat ve Hukuk Fakülteleriyle İstanbul
Üniversitesi, tümüyle Schwartz ve onun getirdiği akademisyen kadroları
sayesinde adeta bir Alman üniversitesine dönüşür. Yine aynı şekilde, Ankara
Üniversitesi de, başta konservatuar olmak üzere, diğer fakülteleriyle Schwartz’ın
getirdiği Alman ve Avusturya bilim insanlarıyla kadrolaşır.
Türkiye'de
kaldığı yıllar içinde, İstanbul Üniversitesi Genetik Patoloji ve Patoloji
Anatomisi Profesörü olarak, Patoloji
Bölümü Başkanlığını yürütür. Patolojik
Anatomi Enstitüsünü kurar, sonradan her biri otorite olacak Türkiye’nin en
önemli patoloji hocalarını yetiştirir.
1942
yılında ilk Klinik-Patoloji derslerini başlatır. Türkiye’de kaldığı on dokuz
yıl boyunca İstanbul Üniversitesi Tıp
Fakültesi Patoloji Bölümünde genel patoloji ve patolojik anatomi derslerini
verir.
Yurt
içi ve yurtdışında yayınlanan makaleleri dışında, “Genel Patoloji”, “İltihap”,
“Ur Bilgisine Giriş”, “Selim ve Habis Urlar”, “Hemoblastozlar”, “Genel Histopatologia”, “Hususi
Histopatologia”, “Autopsia Tekniği”
gibi kitapları yayınlanır, hepsi Türkçeye çevrilir.
Tüberküloz
üzerine geliştirdiği araştırma metodolojisi, elektron mikroskobu çalışmaları;
otopsi, biyopsi, mikroskopi ve makroskopi alanında getirdiği yenilikler hep
onun adıyla anılacaktır.
Aynı
zamanda çok iyi bir pedagog olan Schwartz, morfolojiye de hâkimdir. 1948
tarihinde İstanbul Üniversitesi’nde Ordinaryüs Profesörlüğe kadar yükselir.
1933
yılında geldiği Türkiye’nin vatandaşlığına geçmek için 1939’da yaptığı başvuru
ancak 1948’de kabul edilince emeklilik hakları son derece kısıtlı hale gelecek,
buna çok üzülecektir.
Oysaki
sığındığı ülke ona emeklilik hakkını çok görürken, İstanbul Üniversitesi,
Schwartz’ı, 1973’de Şeref Doktoru,
2002’de de Avicenna Madalyası ile
onurlandırmaktan geri kalmayacaktır.
Üniversiteye
yaptığı başvuru ve diğer girişimlerden sonuç alamaz. Bunun üzerine, buruk bir
şekilde ABD’ye gider. Pennsylvania’daki State
Institute for Geriatric Research-Warren’da çalışmaya başlar.
Bir
yandan da, Frakfurt’taki eski üniversitesine, kendi kürsüsüne dönmek özlemi
içindedir.
1957
yılında, eski hakları iade edilerek yeniden Frankfurt Üniversitesi Profesörü unvanını alsa da, 1952-1959
yılları arasında, eski kürsüsüne dönebilmek için yaptığı iki başvurudan da sonuç
elde edemez.
Böylece,
eski vatanı ona bir kez daha sırt dönerken, yeni vatanı Türkiye’den de
emeklilik hakkını alamadan ayrılmış olur.
Yaşı
gerekçe edilerek kendi üniversitesine kabul edilmeyen Schwartz, Amerika
Birleşik Devletleri'ndeki Araştırma Merkezi'ni 82 yaşına kadar yönetir ve bir
yıl sonra da Florida’da hayata gözlerini yumar.
Modern dünyanın vatansızları
Sene
2016, Türkiye.
AKP
ile Kürt Hareketi arasında süren Çözüm
Süreci sona ermiştir. Irak-Suriye topraklarında boy gösteren radikal
İslamcılar IŞİD örgütlenmesiyle hilafet devleti kurmaya yeltenmiş, Doğu/Güneydoğu’da
adına “Hendek Savaşları” denen çatışmalarda ölüm ve yıkım haberleri ülkenin
üzerini kara bir bulut gibi örtmüştür. Yıllardır ittifakla yol alan AKP ve “Cemaat”
kavgaya tutuşarak en sonunda, bir taraf diğer tarafa darbe yapmaya kalkmıştır.
Tam
da bu koşullarda, bilimden, aydınlanmadan, barıştan yana tutum alan akademi,
iktidarın hedef tahtası haline girmekte gecikmez.
Seçildiği
halde atanmayan rektörler, görevinden uzaklaştırılan hocalar, kürsüsünden
edilen bölüm başkanları; dünyaca tanınmış cerrahlar, ünlü halk sağlığı
uzmanları, anayasa profesörleri, iktisatçılar; soruşturmaya uğrayan odalar ve
bilim örgütleri, gözaltına alınan yöneticileri… Binlercesi üniversitelerden
ihraç edilirler.
Kimilerinin
pasaportlarına el konulur, kimine yurt dışı yasağı getirilir. Birçoğu işsiz,
ekmeksiz kalır, mahkeme kapılarında çile çekerler. Pasaportunu alabilenler,
yasağı kalkıp yabancı üniversitelerde iş bulanlar ise dönüşü belirsiz bir
yolculuğa çıkmaktan başka çare bulamaz, ülkeden çekip giderler.
Henüz,
çoğunun pasaportunda, kırmızı büyük harflerle basılmış “Vatansız” damgası
olmasa da, haklarında açılmış soruşturmalar nedeniyle, köklerinden kopartılmış,
incitilmiş, narin çiçeklerin kırıklığı içindedirler. Onlar, bir süredir modern
bir dünyada, vatanlarından uzakta, zorunlu bir sürgünün burukluğundadırlar
artık...
Almanya
ve Türkiye.
Kaderleri
iyilikte de, kötülükte de kesişen iki ülke.
Tarihin
cilvesi bazen gülümsetirken düşündürür; bazen de düşündürürken hüzünlendirir.
Almanya’da
bir vakıf, 2016 yılında kürsüleri ellerinden alınmış, üniversitelerden ihraç
edilmiş, göç ve sürgün sarmalında, yaşamları tehdit altındaki 46 bilim insanına
Alman üniversitelerinde tam burslu olarak çalışma olanağı sağlamaya karar verir.
Bunlardan,
birinci sırada, 21 kişiyle Türkiyeli akademisyenler gelmektedir.
Vakfın
adı Alexander von Humboldt-Stiftung’dur.
Vakıf bünyesindeki “Philipp Shcwartz
Girişimi” bu olanağı sağlayacaktır. Söz konusu Girişim adını, 1933 yılında
Faşizmin pençesinden kaçan, Profesör Philipp
Schwartz’ın Zürih’te kurduğu, “Notgemeinschaft
(Acil Yardım Birliği)” nden almaktadır.
Philipp Schwartz steli, 2014 |
24 Kasım 2014, Pazartesi, Frankfurt.
Frankfurt
Üniversitesi’nde, hastane ana binasının önünde, üstü bezle örtülü, 3,5 metre
yüksekliğinde bir kaide yükselmektedir. Önünde, kalabalık bir akademisyen grubu
toplanmıştır.
Saat
tam tam 12.00’yi gösterdiğinde, üstünde akademi cübbesiyle, kahverengi-kır saçlı
adam ağır adımlarla kaideye yaklaşır. Yakasındaki kartta, Frankfurt
Üniversitesi, Tıp Fakültesi Dekanı Prof.
Josef Pfeilschifter yazmaktadır. Hemen yanında ise Goethe Üniversitesi Başkan Yardımcısı Profesör Schubert-Zsilavecz bulunmaktadır.
Kalabalık,
şöyle bir hareketlenir.
Prof.
Pfeilschifter, elini kaidenin üzerindeki örtüye uzatır;
“Bugün” der, “Hitler ve sonrası dönemde, Frankfurt Üniversitesi’nin, patolojide çığır
açmış, değerli bir bilim insanına karşı gösterdiği utanç duyulacak tutumundan
dolayı, özür borcu için toplanmış bulunmaktayız."
Kalabalığın
üzerine ağır bir sessizlik çökmüştür.
“Bu anıt” diye devam eder, “onun cesur çabalarının anısına ithaf
edilmiştir” kaidenin üzerindeki örtüyü yavaşça çeker.
Örtünün
altından, üzerinde, 1933 yılında faşizmin pençesinden kıl payı kurtulmuş Prof.Philipp Schwartz’ın portresinin
olduğu bir stel gözükür. Prof. Schwartz, ülkesinden kaçmak zorunda kaldığı o
günden beri, yaşamı boyunca bir daha kabul edilmediği üniversitesine, uzun
yıllar sonra bir sütun başında resmedilmiş olarak geri dönmüştür.
Stel
üzerindeki Schwartz portresi, Alman üniversitelerinde görevden alınarak ihraç
edilmiş ve bizzat Schwartz tarafından kendilerine yeni bir yurt, yeni bir
üniversite bulunmak suretiyle hayatları kurtarılmış, 1.794 bilim insanının adından oluşmaktadır.
Kalabalığın
içinde gözyaşlarını tutmayan biri dikkati çeker. 82 yaşındaki bu kadın, 1933
Martında, henüz bir yaşındayken annesiyle birlikte, babasının sürgününe katılan
psikiyatrist Susan Ferenz-Schwartz’tan başkası değildir.
Prof.
Pfeilschifter, kalabalığa bir hüzün bulutu gibi karışan alkış sesleri arasında
sözlerini tamamlar:
"O, Alman tarihinin en
karanlık çağında parıldayan bir ışıktı."
Kaynakça
- Namal,
Arın (2016), Portreler: Ord.Prof.Dr Philipp Schwartz (1894-1977), 1933 Türk
Üniversite Reformu ve Patolojiye Katkılarıyla, Nobel Medıcus, Cilt 12, Sayı 2
- Andic,
Fuat – Reisman, Arnold (2007), Migration and Transfer of Knowledge: Refugees
from Nazism and Turkish legal Reform, https://forhistiur.net
- Kreft,
Gerald (2014), Der vergessene Retter, Philipp Schwartz – Organisator der
Wissenschaftsemigration während des Nationalsozialismus, Forschung Frankfurt, 2
- DW
| Culture (18.10.2016), Haymatloz: German Jews tell their stories of growing up
in exile in Turkey | Culture| Arts, music and lifestyle reporting from Germany
- Fisek.org.tr
| O Bizlerden Biri: “Unutulmuş Kurtarıcı” Philipp Schwartz | Cumhuriyet
İnsanları Portreleri
- Çelikbudak,
Halit (2015, Mart 9), İki devrimin mucizesi | Inter Ajans
- Keser,
Melda Philipp Schwartz: Türkiye’ye Ve Alman Göçmenlere Katkıları, Ankara Sosyal
Bilimler Dergisi, Cilt 3, Sayı 5, dergipark.org.tr arşivi
- Arslan,
Müge (2014), “Haymatlos” Kavramının Türkçedeki Serüveni, Ankara Sosyal Bilimler
Dergisi, Türkbilig, Sayı 27, dergipark.org.tr arşivi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com