Yusuf Nazım
T24 | 12 Şubat 2021
Seni gördüm!
Saklandığın o zifiri karanlıktaydın.
Şeytani bir iştahla açılmış gözlerin, ifrit bakışlarınla parlıyordu
yüzün.
Kurbanının arkasından sinsice yaklaşmış, katliam hayalleri
kuruyordun.
Şehvetli bir şuhu içindeydi bakışların.
Başındaki takken, yüzündeki masken, dilindeki takiyyenden
tanıdım seni.
* * *
Kimi zaman gazeteci görünümündeydin; kimi zaman iş insanı,
tüccar, siyasetçi…
Her an tetikteydin.
Alınca yüksek yerlerden talimatını, henüz büyümeden ezip
koparmaktan yanaydın düşmanının başını.
Ortamdan ortama uyum sağlamakta pek de mahirdin. Lakin vakti
zamanı gelmedikçe renk vermiyordun.
Sırtını sıvazladıklarında, ölüm listeleri hazırlıyor,
katliam hayalleri kuruyordun televizyon ekranlarında.
Ne kadar da sabırsızdın saklandığın ekranın arkasında, nasıl
da susamıştın kan içmeye.
Seni gördüm!
* * *
Unvanlar liyakatten değil, sadakattendi artık; sorular
çalınmadan, mülakatlar yapılmadan dağıtılmazdı.
Adın rektöre çıkınca, “kadınla tokalaşmayı ateş tutmaktan daha
korkunç” görüyordun.
Nede olsa devir, “üniversiteleri fuhuş yuvası olarak gören”
profesörler devriydi.
“Cahil kesime güveniyorum” dersen, bir anda kendini daha
yüksek bir kurumun daha hatırlı bir mevkiinde bulabilirdin.
Özgüvenin tavan yaptığında kravatını çözmüş, takım elbiseni
çıkarmış; başına takkeni, üstüne cübbeni giymiştin bile.
Bir hastanenin başhekimlik mevkiinde bir yerlerdeydin.
Tarikatına övgüler diziyor, kadınları erkeklere meze gibi sunmaktan
geri durmuyordun.
Seni gördüm!
* * *
Sık sık tacizle, tecavüzle, istismarla anılıyordu adın.
İstismar, küçük yaşlardaysa eğer, bir anda çocuk
evliliklerinden yana oluyordun.
Tecavüze gelince, kadın tahrik etmezse, ya da istemezse böyle
bir şey asla olmazdı. Olursa da bir kereden bir şeycikler çıkmazdı!
Kutsallarını kullanarak ruhundaki kötülüğü körpecik
bedenlere bulaştırmak âdetindendi.
Bu yüzden sık sık mahkemelerde boy veriyordun.
Üzerinde takım elbisen, yüzünde sinekkaydı traşın, iğrenç
kokulu parfümünle adalet önünde günah çıkarıyordun.
Seni gördüm.
* * *
Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta hep sen vardın.
Alevi’ye, camilere bomba attırmak yalanı, vazgeçilmez
alışkanlığındı.
Yıllar yılı ekmeğini, ununu, tuzunu paylaştığın komşunun
kapısında, bir anda kırmızı bir çarpı olup çıkıyordun.
Fetva verildiğinde gözünü kan bürüyor, kanını içmek,
etlerini kemirmek üzere yeni kurbanlar arıyordun kendine.
On yaşındaki çocuğa satırlı, doksanındaki kadına tecavüzlü
ölümü reva görmekten geri durmuyordun.
Sivas’ta, tekbir getiren kötücül sesinle, yine oradaydın.
Ağzında histerik ölüm çığlıkları, Madımak cehenneme bidon
bidon benzin taşıyordun.
Seni gördüm!
* * *
Nerede bilimden, çağdaşlıktan, aydınlanmadan bahsedilse
terliyordun.
Sanattan, danstan, estetikten çok uzaktaydın.
Belki bu yüzden kültüre, sanata küfrediyor, parçalıyor,
kırıyordun.
Ne vakit bir okumuş insan, nerede bir aydın, ne zaman
kültürlü birey görsen seni afakanlar basıyor, nefret kusuyordun.
Senin olmayan, senden olmayan her şey haramdı.
Senden ötekine karşı, kindar bir husumet içindeydin, karşısında
hep sen vardın.
Seni gördüm!
* * *
Doksanlarda elin satırlıydı, Kürtlerin peşine takılmıştın.
Diyarbakır’da, Batman’da, Şırnak’ta göz açtırmıyordun
onlara.
Soğuk ve kirli nefesinle, güpegündüz ölüm oluyordun
enselerinde insanların.
Laik diye, feminist diye fetvalar veriyor, ölüm ilanları
yayınlıyordun haklarında kadınların.
Sakallı, kirli suratın; kalın kıllı kolların, ellideki domuz
bağıyla alıyordun son nefeslerini.
Seni gördüm!
* * *
Karanlık ve puslu havalar tam sana göreydi.
Esen rüzgâra, yağan yağmura göre renkten renge, kılıktan
kılığa giriyordun.
Bazen çocuk tecavüzcüsü bir tarikat şeyhi, bazen sanatın
içine tüküren kıdemli belediye başkanı kılığındaydın.
Kadınlara gülmeyi çok, kahkaha atmayı günah görüyordun.
Mafya kılığında dolaşmak hoşuna gidiyordu.
Barış isteyen akademisyenleri katletmek, kanlarıyla duş almak
fantezileri kuruyordun.
Seni gördüm!
* * *
Dünya bir mezbelelikti 21.yüzyılın başlarında.
Bu şeytan sofrasında kendine bir parça yer buldun en nihayetinde.
Biat ettiğin müddetçe önünden kemiğin eksik olmuyor,
semirdikçe semiriyordun.
Ülkeden ülkeye, şehirden şehire iblis kılığında dolaşıyor, elinde
yalan ayetlerinle yeni kurbanlar arıyordun kendine.
Mabetlere, okullara, camilere; Hristiyan’a, Alevi’ye, Ermeni’ye;
Ezîdî’ye ve Kürt’e; senden olmayan her şeye düşmandın.
Ankara’da, Suruç’ta, Hatay’da, İstanbul’da ve daha nice nice
yerlerde, yine hep sen vardın.
Yağlı bedeninden fışkıran kokun, çığlık ve bomba sesleri
arasında parçalanmış kadın ve çocuk cesetlerine karışıyordu.
Seni gördüm!
* * *
Hava pusluydu, gökyüzü fırtınalı.
Bulutlar yarıldı, şimşek çaktı, karanlığın perdesi bir anda
aralandı, parladı yağlı yüzün.
Saklandığın pusuda, sivri bir hançer gibi asfalta kanadı
gölgen.
Tırnaklarında taze kan, ağzında köpük köpük salyan,
kursağındaki azgın iştahınla hazır bekliyordun.
Dilinde sahte besmelen vardı.
Abdest almaya hacet bile duymamıştın.
Bir gece vakti gelmiş, kurbanının arkasından dolanmış, işini
bitirmek üzereydin.
Seni gördüm!
https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/seni-gordum,29840