Yusuf Nazım
1 Temmuz 2019
Sene 2006, Esenkent.
İstanbul ‘un biraz uzağında, şehrin kültür, sanat, edebiyat zenginliğinden pek az nasiplenen bir şehir.
Evimizin balkonundayız. Rakı eşliğinde bir sohbet, okunan şiirler, söylenen şarkılar, keyifle ilerleyen bir gece…
1 Temmuz 2019
Sene 2006, Esenkent.
İstanbul ‘un biraz uzağında, şehrin kültür, sanat, edebiyat zenginliğinden pek az nasiplenen bir şehir.
Evimizin balkonundayız. Rakı eşliğinde bir sohbet, okunan şiirler, söylenen şarkılar, keyifle ilerleyen bir gece…
Arjantinli tango hocası sevgili Eduardo ile birlikteyiz. O güzel sesini şenliğimize katması için
bir türlü ikna edemiyoruz onu.
Üzerinde, çok sevdiği Che
Guevara baskılı tişörtü var. Bir aylığına Türkiye’ye gelip tango kursları
veren üstat, çoğu kez olduğu gibi yine naz yapıyor.
Gece, diğer yarısına evrilmiştir. Mahalle derin bir
uykudadır. Sesimizin tonunu iyice düşürmüş, şiirleri, şarkıları mırıldanarak
söyler olmuşuz...
Arjantinli bir tango hocası
Herkesin sustuğu bir andır...
Ansızın bir ses, gecenin sessiz karanlığını bölerek aramızda
bir tüfek gibi patlar!
Eduardo’dur bu. Sevgili üstat o ana kadar susmuş, susmuş,
susmuş ve sonunda yapacağını yapmış, o muazzam tenor sesini gecenin
karanlığında patlatmıştır.
Şaşkınlıktan dona kalırız! Biz şarkılar, şiirler söylerken
Eduardo’nun bizlerden esirgediği o muazzam tenor sesi, apartmanların arasında
yankılanmakta, içinde yorgun insanlarının derin uykularında olduğu binaların
sokaklarından tüm semte yayılmaktadır.
Koca bir mahalle Eduardo’nun söylediği “o sole mio” şarkısıyla inlemektedir şimdi.
Biz, balkondaki beş kişi, şaşkın vaziyetteyiz.
Bir yandan, büyülenmişçesine Eduardo’nun o muhteşem sesini
dinliyor, öte yandan uykularından uyanmış insanların, birazdan balkon ve pencerelerden
bize doğru yönelecek itiraz, hakaret ve küfürlerini düşünerek soğuk terler
dökmekteyiz…
Derken Eduardo’nun şarkısı biter…
Kısa bir sessizlik olur. Sadece Eduardo değil, sanki tüm
şehir susar…
Sonra…
Sonra, hiç beklenmedik bir şey olur…
Ansızın bir alkış tufanı yükselir apartmanların arasından.
O ana kadar derin bir suskunluğa gömülmüş binaların balkonlarından,
pencerelerinden yükselen alkışlar dalga dalga ilerler, diğer sokaklara ve tüm
semte yayılır...
Bir kez daha şaşkına döneriz!
Şehir ki, devasa bir açık hava tiyatrosuna benzemiştir o an.
Sahnede Arjantinli bir tenor, sesinde güneş açmış, içinde
alkış tufanıyla çalkalanan.
Sanattan pek fazla nasiplenmemiş gibi gözüken bir şehirde,
içten içe var olan bir hevesin gün gelip canlanmasıdır bu.
Aşkın ve sanatın, insan ruhunun gizli kalmış derinliklerinde
apansız dalgalanmasıdır.
Verona’da bir tenor
Murat Karahan Arena di Verona'da |
Sene 2018.
İtalya’nın Verona şehri.
Caddenin kaldırımlarına kurulmuş masalardaki insanlar, karşı
kaldırımda yürümekte olan bir adamı alkışlamaktadır.
Adam mütevazı bir şekilde eğilir, kalabalığa şükranlarını
sunar.
Bir yandan yürümeye devam etmektedir. Yürüdükçe, karşı
kaldırımdakiler öbek öbek ayağa kalkarlar; onlara yan masadakiler, diğer
barların, kafelerin önündekiler katılmaktadır. Adam yürüdükçe, cadde boyunca
alkışlar yükselmeye devam eder.
O ise kâh eğilerek, kâh elini kalbine götürerek, kâh
öpücükler göndererek kalabalığın sevgi gösterisine karşılık vermeye
çalışmaktadır.
Bu böyle sürer gider…
Adam, Piazza Bra Meydanı’ndaki
Arena di Verona Amfi Tiyatrosu’ndan
henüz çıkmıştır.
Az önce dünyanın en önemli opera festivallerinden birinde, Puccini'nin 'Turandot' adlı eserinde baş tenor olarak oynamıştır.
Temsil bitmiş, tarihi Arena
di Verona’da Tiyatrosu’nu dolduran 20 bin kişi, dakikalar boyunca onu
ayakta alkışlamıştır.
Adı Murat Karahan’dır.
Türkiye Devlet Opera ve Balesi Müdürüdür.
Ülkesinin yeteri kadar tanımadığı bu genç insan, dünyanın en
büyük opera festivallerinin birinde binlerce kişi tarafından ayakta onurlandırılmış;
yetmemiş Verona sokakları onu alkışlara boğmuştur.
Efes’te bir soprano
Geçenlerde dünyanın en büyük antik tiyatrosundaydım.
24 bin kişilik oturma yeri, 30 metre yüksekliği ile
Helenistik dönemin bir şaheseri olarak Efes
Antik Tiyatrosu kulağıma tarih öncesinden sesler fısıldamaktadır.
M.S. Romalılar tarafından ele geçirilen kentteki tiyatronun
çok iyi bir akustik tasarıma sahip olduğunu duymuştum.
Rivayet odur ki, sahnedeki bir sanatçının konuşması,
tiyatronun en yüksekteki arka sırlarından bile rahatlıkla duyulabilmektedir.
Ben bunları düşünürken birden bir sesle irkiliyorum! Tüylerimi
diken diken eden bir ses...
Bir soprano sesi bu!
Efes Antik Tiyatrosu’nun
içinde bir sopranonun ince, tiz sesi merdivenleri tırmanıyor, taş duvarları çarpıyor,
kentin kurulu olduğu vadide yankılanıyor.
Dönüp bakıyorum.
Tiyatronun tam ortasında, eskiden sahnenin kurulu olduğu
yerdeki taş zeminin üzerinde genç bir kadın!
Gözlerini kapamış, ruhunda onu sarıp sarmalayan bir tutku,
geçmiş bir zamanın tarih kokan labirentlerinden çıkarak gelmiş gibi şarkısını
söylüyor.
Ve sonra alkışlar yükseliyor; alkışlar, alkışlar, alkışlar…
Dünyayı güzelleştirecek olan şey
Sanat.
Hayatın güzelliklerini keşfetmek uğruna, insan ruhunun
derinliklerinden başlayan o büyüleyici serüven.
İster Verona sokaklarında bir tenorun alkışlara boğulan
sesinde olsun, ister Arjantinli tango hocasının bir balkondan şehre armağan
ettiği aryada, isterse de içinde mütevazı bir soprano sesinin yankılandığı
dünyanın en büyük antik tiyatrosunun görkeminde olsun…
Sanattır insanı iyileştirecek, dünyayı güzelleştirecek olan.
Sanattır bütün savaşlara, bütün kötülüklere, bütün tiranlara
meydan okuyacak olan şey.
* * *
Murat Karahan’a dönersek.
Dünya opera tarihinin divalarından Leyla Gencer’den sonra İtalya’yı fethe giden ilk Türkiyeli tenor o.
Bu sene 100. Yılını kutlayacak olan Verona Opera Festivali'nde bir kez daha sahne alacak.
Opera severler onu, 27 Haziran ile Temmuz ayının ilk yarısında “Carmen”, “Tosca”, “Il Trovatore” ve “Aida” operalarında başrolde izleyecekler.
Eminin ki Verona’nın sokakları, onu bir kez daha alkışlarla bağrına basacaktır.
Sanatın iyileştirici gücü sizinle olsun.