27 Ocak 2017 Cuma

Ben utandım, ya siz?

Yusuf Nazım
T24 | 26.01.2017


Güne sevinçle uyanmak ne güzeldir.
Postanın uzaklardan size getirdiği müjdeli bir haber, odanızdaki müziğin ruhunuza işleyen ezgileri, bir sabah bahçenizde açan çiçeğin içinizi okşayan kokusu…

*  *  *

Güne sevinçle uyanırım ben de bazen.
Kimi zaman bir şiir açar bana dizelerini, kimi zaman bir öykünün satırlarında bulurum kendimi.
Bazen de hiç umulmadık anılar düşer, iz olur önüme.
Oturur yazarım.
Solo şarkılardan oluşan bir armoni, kalemimden dökülen sözcüklere karışır.
Ruhumda sarmaş dolaş olmuş bir müziğin inceden inceye tınıları dolaşır.
Sözcüklerimde, sanki yeni yazmayı öğrenmişçesine bir telaş.

*  *  *

Güne bir fotoğrafla uyandım bugün!
Sabah kalktım, haber özetleri için twitter’da dolaşırken gördüm onu.
O an durdum…
Uzun uzun baktım fotoğrafa.
Ne, bana dizelerini açmış bir şiir, ne kendimi satırlarını arasında bulduğum bir öykü.
Sadece bir fotoğraf karesiydi gördüğüm.
Kaşlarında, kim bilir kaç asırlık bir kahır.
Yüzünde Bedrettini bir söylence.

*  *  *

Kimi zaman bir fotoğraf karesi, uzun bir makaleden daha çok şey anlatır.
Bazense dizelerinde nice anlamlar yüklü, imgelerle dolu bir şiire benzer.
Baktıkça, hiç bitmeyecek bir şiiri okursun piksellerinde. 
Bazen, yazılmamış satırları gibidir bir öykünün; hüzün dolu, anlaşılmaz, gizemli.
Bazen de koca bir roman.
Tek bir fotoğraf karesinin, bir tarih kesitini anlattığı da olur.
Tarih, bir fotoğraftan ibarettir o zaman.

*  *  *

75 yaşında.
Ülkesine yıllar yılı hizmet etmiş bir siyaset insanı.
Halkının geleceği için çalışmış, mücadele etmiş, ömrünü tüketmiştir.
Yedi kez seçmiş halkı onu.
Benim vekilim demiş, meclise göndermiş; git benim adıma söz söyle, derdimi anlat, deva ara, konuş demiş.
Bunun için hapse girmiş, acılar çekmiş, sürgün yemiş.
Şimdi bir kez daha yorgun, yüreği yaralı, burkuk.
Soğuk, nemli bir hücrede, kalbinde pil.
Bir kentten bir kente sürgün.
Kollarında ise kardeşleri.

*  *  *

Mardin.
Doğduğu, sokaklarında oyunlar oynadığı, çocukluğunu büyüttüğü şehir.
Onu hep sevmiş, bağrına basmış; toprağım, tarihim, kaderim demiş.
Hep güvenmiş ona.
Adalet Partisi’nden kopan bir gurubun kurduğu Demokratik Parti’den vekil olmuş, Ferruh Bozbeyli, Sadettin Bilgiç ve Menderes’in oğullarıyla birlikte politika yapmış.
CHP ‘deki ise siyaseti altı yıl sürmüş. Mardin halkı, iki dönem bu partiden vekil seçmiş onu; Bülent Ecevit’le, Deniz Baykal’la çalışmış; SODEP üyesi olarak parlamentoya girmiş Erdal İnönü ile mesai yapmıştır.
Ülkenin 12 Eylül karanlığını üzerinden atar gibi olduğu, dağ Türklerinin içimizdeki Kürtlere dönüştüğü yıllarda Demokratik Toplum Partisi’nde siyasete devam etmiş, kapatılana kadar da başkanlığını yapmıştır.
Ve Mardinli 2014 yılında onu bir kez daha bağrına basmış, büyük şehir belediye başkanlığı görevini vermiştir.
Meclis’in, Deniz Baykal’dan sonra en yaşlı, ondan sonra en çok milletvekili seçilmiş üyesidir aynı zamanda.
Şimdi sabah vakti, bir fotoğrafın sinesinde, yüreğinden yaralı.
Şimdi yollarda, cezaevi cezaevi dolaşmada.
Kollarında kardeşleri.

*  *  *

Ahmet Türk.
Mardinli Kürt siyasetçi.
Doğduğu kentten belediye başkanlığı yaptığı sırada gözaltına alındı.
Silivri’de tutuklu kaldı, sonra Elazığ’a gönderildi.
Mahkemesi Diyarbakır’da görülecek.
Gönlü hep demokrasiden yana olmuş.
Barıştan yana atmış yüreği.
Onu, kendilerine hizmet etsin diye başkan seçmiş Mardinliler.
Bir fotoğrafta, yüzünde dağları eskiten bir acıyla duruyor şimdi.
Tarihe kök salmış bir ıstırapla.
Dudaklarında, tarihe karalar çalan bir suskunlukla yürüyor.
Vakur bakışlarında bin yıllık bir kederin izleri.
Göğsünde bir yangın, yüreği tarumar.
Kollarında ise kardeşleri.

*  *  *

Dedim ya, güne, bazen bir şiirle uyanırım ben.
Sorular sorarım kendime, durduk yerde, sebepsiz sorular.
Söylesene şair, niye böyle erken gittin sen?
Karanfil kokuyor mu hala tütün tarlaları?
Dağlarına, ne zaman bahar gelecek senin?
Memleketinin?
Kaç yıl geçti Diyarbakır zindanlarının üzerinden?
Hala açık mı, çıplak bedeninde bir türlü iyileşmeyen o yaralar?
Acılarını, içine gömüp bütün iyimserliğiyle siyaset yapan ihtiyar!
Kim bilir, başka hangi, türlü türlü acıların kollarında şimdi o?
Sırtında paltosu, hastane yollarında yorgun.
Havada kar soğuğu, ayaz, yüzünde derin vadilere benzer izleri.
Bir fotoğrafta matlaşmış, donuklaşmış.
Kollarında kardeşleri.

*  *  *

Evet.
Kardeşleri kollarına girmiş Ahmet Türk’ün.
Belki nemli bir hücreden henüz çıkmıştır.
Belki hava soğuktur, zemheridir.
İçindeki sevinç zamansız, apansız ölmüştür.
Belki tütünsüz, uykusuz kalmıştır.
Kollarından, ülkesine vurulmuş bir kelepçe.
Yüzünde Bedrettini bir söylence.
“havada görmemenin, konuşmamanın kör olası hüznü”
İçinden medeniyet taşan bir asır, “kapatmış elleriyle yüzünü”
İşte bu ülkenin ağrısı.
Benim ağrım, ağrımız!
İşte bu yüzyılda Kürt’e reva görülen resim!
Sabah sabah tuhaf oldum fotoğrafa bakınca.

Ben utandım, ya siz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yusuf.nazim1@gmail.com