T24 | 26.01.2017
Güne sevinçle uyanmak ne güzeldir.
Postanın uzaklardan size getirdiği müjdeli bir
haber, odanızdaki müziğin ruhunuza işleyen ezgileri, bir sabah bahçenizde açan çiçeğin
içinizi okşayan kokusu…
* * *
Güne sevinçle uyanırım ben de bazen.
Kimi zaman bir şiir açar bana dizelerini, kimi
zaman bir öykünün satırlarında bulurum kendimi.
Bazen de hiç umulmadık anılar düşer, iz olur
önüme.
Oturur yazarım.
Solo şarkılardan oluşan bir armoni, kalemimden dökülen
sözcüklere karışır.
Ruhumda sarmaş dolaş olmuş bir müziğin inceden
inceye tınıları dolaşır.
Sözcüklerimde, sanki yeni yazmayı öğrenmişçesine bir
telaş.
* * *
Güne bir fotoğrafla uyandım bugün!
Sabah kalktım, haber özetleri için twitter’da
dolaşırken gördüm onu.
O an durdum…
Uzun uzun baktım fotoğrafa.
Ne, bana dizelerini açmış bir şiir, ne kendimi
satırlarını arasında bulduğum bir öykü.
Sadece bir fotoğraf karesiydi gördüğüm.
Kaşlarında, kim bilir kaç asırlık bir kahır.
Sadece bir fotoğraf karesiydi gördüğüm.
Kaşlarında, kim bilir kaç asırlık bir kahır.
Yüzünde Bedrettini bir söylence.
* * *
Kimi zaman bir fotoğraf karesi, uzun bir makaleden
daha çok şey anlatır.
Bazense dizelerinde nice anlamlar yüklü, imgelerle dolu bir şiire benzer.
Bazense dizelerinde nice anlamlar yüklü, imgelerle dolu bir şiire benzer.
Baktıkça, hiç bitmeyecek bir şiiri okursun piksellerinde.
Bazen, yazılmamış satırları gibidir bir öykünün;
hüzün dolu, anlaşılmaz, gizemli.
Bazen de koca bir roman.
Tek bir fotoğraf karesinin, bir tarih kesitini
anlattığı da olur.
Tarih, bir fotoğraftan ibarettir o zaman.
* * *
75 yaşında.
Ülkesine yıllar yılı hizmet etmiş bir siyaset
insanı.
Halkının geleceği için çalışmış, mücadele etmiş, ömrünü
tüketmiştir.
Yedi kez seçmiş halkı onu.
Benim vekilim demiş, meclise göndermiş; git benim
adıma söz söyle, derdimi anlat, deva ara, konuş demiş.
Bunun için hapse girmiş, acılar çekmiş, sürgün
yemiş.
Şimdi bir kez daha yorgun, yüreği yaralı, burkuk.
Soğuk, nemli bir hücrede, kalbinde pil.
Bir kentten bir kente sürgün.
Kollarında ise kardeşleri.
* * *
Mardin.
Doğduğu, sokaklarında oyunlar oynadığı, çocukluğunu
büyüttüğü şehir.
Onu hep sevmiş, bağrına basmış; toprağım, tarihim,
kaderim demiş.
Hep güvenmiş ona.
Adalet Partisi’nden kopan bir gurubun kurduğu
Demokratik Parti’den vekil olmuş, Ferruh Bozbeyli, Sadettin Bilgiç ve
Menderes’in oğullarıyla birlikte politika yapmış.
CHP ‘deki ise siyaseti altı yıl sürmüş. Mardin
halkı, iki dönem bu partiden vekil seçmiş onu; Bülent Ecevit’le, Deniz
Baykal’la çalışmış; SODEP üyesi olarak parlamentoya girmiş Erdal İnönü ile
mesai yapmıştır.
Ülkenin 12 Eylül karanlığını üzerinden atar gibi olduğu, dağ Türklerinin içimizdeki Kürtlere dönüştüğü yıllarda Demokratik Toplum Partisi’nde siyasete devam etmiş, kapatılana kadar da başkanlığını yapmıştır.
Ülkenin 12 Eylül karanlığını üzerinden atar gibi olduğu, dağ Türklerinin içimizdeki Kürtlere dönüştüğü yıllarda Demokratik Toplum Partisi’nde siyasete devam etmiş, kapatılana kadar da başkanlığını yapmıştır.
Ve Mardinli 2014 yılında onu bir kez daha bağrına
basmış, büyük şehir belediye başkanlığı görevini vermiştir.
Meclis’in, Deniz Baykal’dan sonra en yaşlı, ondan
sonra en çok milletvekili seçilmiş üyesidir aynı zamanda.
Şimdi sabah vakti, bir fotoğrafın sinesinde, yüreğinden yaralı.
Şimdi sabah vakti, bir fotoğrafın sinesinde, yüreğinden yaralı.
Şimdi yollarda, cezaevi cezaevi dolaşmada.
Kollarında kardeşleri.
* * *
Ahmet Türk.
Mardinli Kürt siyasetçi.
Doğduğu kentten belediye başkanlığı yaptığı sırada gözaltına alındı.
Mardinli Kürt siyasetçi.
Doğduğu kentten belediye başkanlığı yaptığı sırada gözaltına alındı.
Silivri’de tutuklu kaldı, sonra Elazığ’a gönderildi.
Mahkemesi Diyarbakır’da görülecek.
Mahkemesi Diyarbakır’da görülecek.
Gönlü hep demokrasiden yana olmuş.
Barıştan yana atmış yüreği.
Onu, kendilerine hizmet etsin diye başkan seçmiş Mardinliler.
Bir fotoğrafta, yüzünde dağları eskiten bir acıyla
duruyor şimdi.
Tarihe kök salmış bir ıstırapla.
Dudaklarında, tarihe karalar çalan bir suskunlukla
yürüyor.
Vakur bakışlarında bin yıllık bir kederin izleri.
Göğsünde bir yangın, yüreği tarumar.
Kollarında ise kardeşleri.
* * *
Dedim ya, güne, bazen bir şiirle uyanırım ben.
Sorular sorarım kendime, durduk yerde, sebepsiz
sorular.
Söylesene şair, niye böyle erken gittin sen?
Karanfil
kokuyor mu hala tütün tarlaları?
Dağlarına, ne zaman bahar gelecek senin?
Dağlarına, ne zaman bahar gelecek senin?
Memleketinin?
Kaç yıl geçti Diyarbakır zindanlarının üzerinden?
Hala açık mı, çıplak bedeninde bir türlü
iyileşmeyen o yaralar?
Acılarını, içine gömüp bütün iyimserliğiyle siyaset yapan ihtiyar!
Acılarını, içine gömüp bütün iyimserliğiyle siyaset yapan ihtiyar!
Kim bilir, başka hangi, türlü türlü acıların
kollarında şimdi o?
Sırtında paltosu, hastane yollarında yorgun.
Havada kar soğuğu, ayaz, yüzünde derin vadilere benzer izleri.
Havada kar soğuğu, ayaz, yüzünde derin vadilere benzer izleri.
Bir fotoğrafta matlaşmış, donuklaşmış.
Kollarında kardeşleri.
* * *
Evet.
Kardeşleri kollarına girmiş Ahmet Türk’ün.
Belki nemli bir hücreden henüz çıkmıştır.
Belki nemli bir hücreden henüz çıkmıştır.
Belki hava soğuktur, zemheridir.
İçindeki sevinç zamansız, apansız ölmüştür.
Belki tütünsüz, uykusuz kalmıştır.
İçindeki sevinç zamansız, apansız ölmüştür.
Belki tütünsüz, uykusuz kalmıştır.
Kollarından, ülkesine vurulmuş bir kelepçe.
Yüzünde Bedrettini bir söylence.
“havada görmemenin, konuşmamanın kör olası hüznü”
“havada görmemenin, konuşmamanın kör olası hüznü”
İçinden medeniyet taşan bir asır, “kapatmış elleriyle yüzünü”
İşte bu ülkenin ağrısı.
Benim ağrım, ağrımız!
İşte bu yüzyılda Kürt’e reva görülen resim!
…
Sabah sabah tuhaf oldum fotoğrafa bakınca.
Ben utandım, ya siz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com